Ekonomide geçmiş 100 yılımızdan gelecek için dersler

Erhan ASLANOĞLU
Erhan ASLANOĞLU Ekonomi ve Piyasalar

Cumhuriyetimizin 100. yılını büyük bir coşkuyla kutluyoruz.  Atamızın izinden giderek sonsuza kadar kutlayacağımıza da inanıyoruz. Cumhuriyetimizin kurulduğu ilk yıllarda Türkiye ekonomisi sanayisi hemen hemen hiç olmayan, ekonomik aktivitenin ağırlıklı tarımsal üretimden oluştuğu bir yapıdaydı.

1923-1929 arasını Cumhuriyetin kuruluş yılları olarak alıyoruz.  İki önemli gelişme bu dönemin ekonomi politikalarını ve genel fotoğrafını belirlemede etkili oldu. Bunlardan bir tanesi İzmir İktisat Kongresi,  diğeri ise Lozan Barış anlaşmasının ekonomi ile ilintili maddeleridir.

Cumhuriyetimizin kuruluşundan hemen önce toplanan İzmir iktisat kongresinde toplumun hemen hemen tüm kesimleri temsil edildi ana amacın bağımsız, kendi kendine yeterli bir ekonomi oluşturmak olarak ortaya konduğu kongrede temel iktisat politikası ise liberal,  serbest piyasaya dayanan bir çerçevede fikir olarak oluştu.  Klasik iktisat okulunun, Adam Smith’den Ricardo’ya, Marhall’dan Walras’a hegemonyasını sürdürdüğü bir dönemde farklı bir alternatifte gündeme gelemedi.

Yine cumhuriyetin kuruluşundan önce toplanan Lozan Barış anlaşmasında ülkemizin bağımsızlığına yönelik çok önemli sonuçlar alındı. Ekonomiye ilişkin olarak kapitülasyonların kaldırılması bağımsızlığımız açısından son derece önemli bir sonuç oldu.  Osmanlı imparatorluğuna ait borçlarının 1929 yılına kadar ertelenmesi de kuruluş yıllarında finansman sorunlarını rahatlatan gelişmeydi.  Buna karşın, oldukça düşük oranlarda seyreden mevcut gümrük vergilerinin korunması ister istemez kuruluş yıllarında açık ve liberal bir ekonomi olarak kalmamızın diğer önemli bir nedeni oldu.

Türkiye ekonomisinde kuruluş yıllarında önemli kurumsal adımlar atıldı.  Bunlardan en önemlilerinden birisi devlet istatistik enstitüsünün kurulması oldu.  Veri olmadan, mevcut durum görülmeden politikaların doğru oluşturulamayacağından hareketle,   Devlet İstatistik Enstitüsünün kurulması Atatürk’ün tüm devrimlerinde  olduğu gibi yapısal değişim boyutunda ve kurumsallaşma çerçevesinde önemli bir adım oldu.

1930 yılında kurulan Merkez Bankası 1931 yılında faaliyete geçti. Küresel kriz bu süreci hızlandıran diğer önemli bir faktör oldu. 1927 yılında uygulamaya giren sanayi teşvik kanunu oldukça önemli desteklerle geldi,  tarımda aşar gibi ağır vergiler kaldırılarak daha liberal bir yapı oluştu. Bununla birlikte, cumhuriyetin kuruluş yıllarında ana amaç olan kendi kendine yeterli bir ekonomiyi oluşturma konusunda tam da istenilen bir çerçevede ilerlenemedi.  1929 - 30  buhranıyla tüm dünyada korumacı tedbirlerin devreye girmesi, Lozan anlaşmasının gümrük vergileri ile ilgili maddelerinin süresinin dolması, Türkiye’nin de daha korumacı adımlar atmasına imkan verdi.  Özellikle başta temel gıda olmak üzere kendi kendine yeterli bir ekonomiye sahip olmak için kamunun öncülüğünde bir sanayi hamlesi başlatılması gerekliliği gittikçe ön plana çıktı ve 1934 yılında birinci sanayi planı devreye girdi. Sovyetler Birliği’nin hazırladığı plandan sonra dünyanın ilk bilinen planlarından olan bu sanayi planı sonuçları açısından da oldukça başarılı noktalara ulaştı 1930‘ların ikinci yarısında Türkiye temel ürünlerde büyük oranda kendi kendine yeterliliği başardı, sanayileşme ve ekonominin gidişatında önemli bir ihtiyaç olan finansmanı sağlamak için Etibank, Halkbank, Sümerbank gibi kamu bankaları kuruldu. Ziraat Bankasının çiftçiyi desteklemesi gibi esnafı, sanayiciyi, madenciyi desteklemek mümkün oldu.

1930’lu yıllarda, oTürkiye enflasyonu kontrollü götürebilmiş aşırı bütçe ve dış açık vermeden atlatabilmiş nadir ülkelerden birisidir. Ekonomik istikrarı ve güçlü büyümeyi sağlamada Cumhuriyet tarihimizin en başarılı dönemlerinden olan 1930’lu yıllar maalesef ikinci dünya savaşının ortaya çıkmasıyla planlı döneme devam edememiş ve  başarısını sürdürme fırsatı yakalayamamıştır. Savaş koşullarının ortaya koyduğu enflasyonist baskı ve olağanüstü durum milli korunma kanunu devreye sokmuş, ülke iaşesini sağlama ve koruma amacıyla piyasaya aşırı müdahaleci uygulamalar ülke siyasetinde önemli değişimlerin alt yapısını da hazırlamıştır.

Özellikle tarımsal ürün fiyatlarının hızlı artışı tarım sektöründe sermaye birikimini güçlendirmiş ve bu noktada müdahaleci politikalara karşı direnç artmıştır. Demokrat partinin ortaya çıkışı ve Türkiye’nin savaş sonrası çok partili hayata geçişi 1950’lerde liberal politikaları tekrar devreye sokmuş ama ekonominin kendi kendine yeterliliği konusunda serbest piyasa çerçevesinde istenen sonuçlar alınamayınca liberal söyleme rağmen devletçi politikalar devam etmiş 1960’lardan sonra Türkiye tekrar planlı döneme geçmiştir.  Bu süreçte devreye alınan üç kalkınma planı başarıyla hedeflerini tutturarak ilerlemiş sadece büyüme anlamında değil beşeri sermayeyi geliştirme, tarım, sanayi, altyapı gibi her alanda  dönüşüm ve değişim konusunda önemli değişimleri başarmıştır. Sanayileşme alanında önce temel  tüketim mallarında, sonra ara mallarında kendi kendine yeterlilik önemli oranda sağlanmış, sermaye malları üretiminde ise önemli mesafeler kat edilmiştir.  Bununla birlikte daha çok iç piyasa gözetilerek atılan bu adımlar bir çok sektörde uluslararası düzeyde yeterince rekabetçi olmayan bir yapının ortaya çıkmasını da beraberinde getirmiştir.  1970 lerde yaşanan petrol krizi ve sonrasında bir çok gelişmekte olan ülke gibi Türkiye’de enerji ithalatçısı olarak ciddi bir döviz sıkıntısı yaşamış, devalüasyon - enflasyon sarmalında ekonomi 1970’lerin sonlarına doğru ciddi bir ekonomik istikrarsızlık dönemine girmiştir. Tüm dünyada olduğu gibi enflasyon ile durgunluğun bir arada olduğu stagflasyon yaşanan ortamın en temel özelliği olmuştur.

Dış açığı hızla artan ve finansman konusunda piyasa kanallarında oldukça zorlanan Türkiye, IMF ile anlaşmak zorunda kalmış ve 14 Ocak 1980’de çok kapsamlı bir istikrar programını devreye sokmuştur. Önce ürün piyasaları, ardından finansal piyasaların serbestleşmesi Türkiye Ekonomisini oldukça açık hale getirmiş, artan borçlanma imkanları ile beraber kamu açığı ve cari açık hızla artmıştır. Bunun sonucu olarak da 1994 ve 200 yıllarında iki ekonomik kriz yaşanmıştır. Dönemin en olumlu yönü ise ekonominin dışa açıldığı yıllarda,  1996 yılında AB ile devreye giren gümrük birliği anlaşmasının sanayinin rekabet gücünü arttırmasına büyük katkı sağlamasıdır.

2001 krizi sonrası IMF ile yapılan anlaşma ile Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı devreye girmiş, 4-5 yıl içinde enflasyon yüzde 6-8 seviyelerine gelmiştir. Ortalama yüzde 6 üzerinde büyüme performansı gerçekleşmiştir. Bankacılık sektörü girdiği krizden İstanbul yaklaşımı ile  ciddi düzenleme ve denetimler sayesinde kurtarılmış, reforma uğramıştır. 2009 küresel krizi Türkiye’de bir resesyona yol açsa bile krize dönüşmememiştir. Ardından gelen küresel krizden çıkış yıllarının yarattığı anomaliler, siyasi ve jeopolitik gelişmeler dengeleri bozmuştur. Siyasetin ön plana çıkması büyüme odaklı politikaları devreye sokmuş, enflasyon ikinci plana düşmüş, özellikle 2021 sonrası düşük faize dayalı ve heterodox olarak nitelenen politikalar enflasyonu tekrar üç haneli rakamlara yaklaştırmıştır.

100 yıllık Türkiye Ekonomisinin en önemli sorunlarının başında neredeyse 50 yıldır çözemediği enflasyon sorunu bulunuyor. Merkez Bankasının kurulduğu 1930’lu yıllar, 1960’larda devreye giren ilk iki plan dönemi, 1980’lerin ilk yarısı ve 2000’li yılların başları hem enflasyonla mücadele hem de büyüme açısından en pozitif dönemler olmuştur. Söz konusu yılların bir kısmı kurumsallaşma, bir kısmı yapısal dönüşüm, bir kısmı da her ikisinin beraberce olduğu dönemlerdir. 1980 ve 2000’li yılların örnekleri orta vadeli ve öngörülebilir hedeflerin olduğu istikrar programlarının yapısal dönüşüm ve enflasyonla mücadelede başarılı sonuçlar verdiğini göstermektedir. Bu dönemlerde bir çeşit planlı dönemlerdir.

100 yıllık Cumhuriyet tarihimizde ekonomimimiz dışa açıklığıyla orta ve düşük teknolojide olsa bile bölgesinde ve dünyada önemli bir sanayi ülkesi olmayı başarmıştır. Dünyanın en önemli turizm ülkelerinden birisi konumundadır.

Savunma sanayi yüksek teknolojiye geçişte önemli ilerleme göstermiş ve diğer sektörlere yayılabilecek bir potansiyeli barındırmaktadır. Sanayide aşmamız gereken en önemli sorun ihracatımızda yüksek teknolojili ürünlerin payını yüzde 20’lerin üzerine çıkarmaktır. Ancak öyle bir durumda cari açık sorunu çözen, kur riskini azaltan, enflasyon sorununu çözmeye büyük katkı sağlayan bir yapıda olabiliriz. Mevcut durumda yüksek teknolojili ürünlerin toplam ihracatımızda payı yüzde 3 civarında bulunuyor. Günlük politikalarla, gelişimi sadece piyasaya bırakarak bunu başaramadığımızı görüyoruz. Planlı dönemlerimiz, savunma sanayi örnekleri, sanayide gücümüzü planlarla, kamu ile, kamu özel işbirlikleri ile aşabildiğimizi göstermektedir.

Türkiye ekonomisinin makroekonomik istikrar, enflasyon, büyüme, kurumsallaşma, yapısal değişim anlamında en başarılı dönemlerini ve çözmemiz gereken temel sorunları özetlemeye gayret ettik. 100 yılın ardından sorunlarımızı çözmek ve sürdürülebilir büyüme dinamiklerini yakalamak için başarılı dönemlerimizin bir kombinasyonu gerçekleştirmemiz gerekiyor. Güçlü bir planlama teşkilatı kurmak, izlenebilir ve somut hedefleri olan kalkınma planları yapmak, dışa açık ve rekabetçi olmayı ihmal etmemek, bağımsız kurumlar temelinde kurumsallaşmak,  100 yıllık geçmişimizin istikrarlı ve güçlü  bir ekonomik gelecek için neler yapmamız gerektiği konusunda  bize  anlattıkları diyebiliriz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Bu sefer farklı 06 Kasım 2024