Ekonomi politikası tasarla(yama)mak
Neden ekonomi politikası tasarımında vahim hatalar yapıyoruz? Gelin önce otuz yıl öncesine, 1994 krizine gidelim. Durup dururken bütçe açığının finansman biçimini değiştirmeye kalktık. 1993’son aylarında tahville finansmanı sürdürmek yerine Merkez Bankasından kısa vadeli avans kullanımını sıçrattık (doğrudan parasal finansman o zaman serbestti). Gerekçe borçlanma faizinin yüksek olmasıydı. Evet, gerçekten yüksekti: Yıllık enflasyon yüzde 70 düzeyindeyken yüzde 90 civarında geziniyordu faizler. Yüzde 12 civarında reel faiz anlamına geliyordu. Ama yüksek faizi ortadan kaldıracak asıl politika, borçlanma ihtiyacını, yani bütçe açığını azaltmaktı. Bunu yapmayınca ve borçlanma ihtiyacı önemli bir parasal genişleme yaratınca, sisteme çıkan para dövize gitti. Kur sıçradı. Bu sefer Hazine istese de tahvil satamamaya başladı. Merkez Bankası’ndan kısa vadeli avans kullanımı 1994’ün ilk çeyreğinde iyice yükseldi.
Kur 1994 başında 14 bin lira dolaylarındayken Mayıs’ta 40 bin liraya fırladı, borçlanma piyasası tamamen kurudu. Çaresiz kalan ekonomi yönetimi, Mayıs sonunda ve Haziran başında yüzde 399 faizle borçlanmak zorunda kaldı. O sırada enflasyon yüzde 114’e ulaşmıştı. Kısacası yüzde 12 düzeyindeki reel faizi beğenmezken beş ay sonra yüzde 133 gibi inanılmaz yüksek bir reel faizle borçlanıldı. GSYH tepetaklak düştü, enflasyon ise bir süre üç hanede gezindi (Grafik 1). İşin ilginci 1970’li yılların sonlarında geliştirilen birinci nesil kriz modellerinin “bunu yaparsanız krize girersiniz” dediği şeyi biz on beş yıl sonra yapma ‘başarısını’ göstermiştik.
İkinci örneğimiz küresel kriz sonrasından. Ekonomileri küçülen büyük gelişmiş ülkelerin merkez bankaları bol miktarda para bastılar ve politika faizlerini sıfıra indirdiler. Ortalığa saçılan bol miktarda para gidecek yer aradı. Türkiye ve bazı ülkeler bu ‘fırsattan’ yararlanmak istediler. 2001 krizinden sonra getirdiğimiz önemli bir makro ihtiyati kararı yürürlükten kaldırdık. Döviz cinsinden geliri olmayan şirketlere döviz cinsinden borçlanabilme hakkı tanıdık. 2018 başlarına kadar hem reel kredi miktarı hem de finans dışı şirketlerin döviz varlıkları ile döviz borçları arasındaki fark korkunç arttı. Böylelikle, kitaplarda sık sık vurgulanan temel bir finansal kırılganlığımız oluştu. Şirketlerimiz -özellikle yeteri kadar döviz gelirleri ve varlıkları olmayanlar- kur sıçramasına karşı çok hassaslaştılar. Zamanın ABD Başkanı Trump, 2018 yazında attığı tweet mesajlarıyla bu yarayı fena kaşıdı ve Ağustos 2018’de döviz kuru sıçradı. GSYH baş aşağıya giderken enflasyon sıçradı (Grafik 2).
Üçüncü örnek Eylül 2021’de başlayan saçma para politikası serüvenimiz. Mayıs 2023 seçimlerine kadar sürdü. Enflasyon yüzde 19,5, politika faizi yüzde 19, enflasyon hedefi ise yüzde 5 düzeyindeydi. Bu koşullar altında Merkez Bankasının politika faizini birkaç puan artırması gerekirdi. Tam tersini yaptı, peşi sıra faiz düşürdü. Aralık 2021’de artık faiz yüzde 14’e inmişti. Dolar kuru 8 lira civarından Aralık ortasında 19 liraya doğru sıçradı. Gerisi malum; enflasyon da patladı. Kur daha fazla sıçramasın diye başa bela kur korumalı mevduatı icat ettik. Merkez Bankası rezervleri eridi. Seçime beş kala artık doğru ödemeler dengesi krizinin eşiğindeydik. Birkaç puan faiz artırımı ile kontrol altına alabileceğimiz enflasyon üç haneye yaklaştı (Grafik 3).
Dördüncü örneğimiz Haziran 2023’te uygulamaya koyduğumuz ‘rasyonele dönüş’ programı: İşi sündürdükçe, başlangıçtaki temel sorunlarımızı nasıl hortlatmakta olduğumuzu perşembe günü ele alacağım. Soru şu: Bu coğrafyada neden düzgün bir ekonomi politikası tasarlayamıyoruz?