Ekonomi politik
İthal ikamesi denen şey hammadde-tarım ürünü ihraç eden ve sanayi ürünü ithal eden ülkenin ithal ettiği sınai malların bir kısmını içeride imal edip ithalatını azaltması meselesidir. Teknoloji üretmediği için ortaklıklar, patent anlaşmaları gibi yollardan içeride üretilen buzdolabı, araba, televizyon gibi mallar ihracat için değil iç pazar için üretilir. İç pazara yönelik olunca da ücretler yüksekçe olmalıdır çünkü malları başka türlü kim alacak? Basit ve mantıklıdır. Lakin ihracat yapmayınca döviz kazanamazsın. Açmaz buradaydı. 1960-1980 dönemi budur. Solun ve sendikaların o dönemde yükselmesinin en önemli nedeni de budur. Diğer nedenler hızlanan iç göç ve dünyanın ideolojik iklimidir. Esasen sol demek kayıtlı çalışma, iş yaşamında sendikalaşma, yüksek ücret ve kamunun yüksek sosyal harcamaları demektir.
Türkiye 12 Mart 1971 öncesi dahi –aslında oldukça kısa süren- ithal ikamesinin sonuna yaklaşmıştı. Konu 1970’lerin başında bir ölçüde gündemdeydi. Beklenmeyen kalem olan işçi dövizleri sonu geciktirdi. Dünyadaki gelişmeler de 1970’ler boyunca farklılaştı. 24 Ocak 1980 kararları alındığında neoliberalizm denen yeni aşama küresel olarak gündeme girmişti. Kararlar radikal oldu çünkü aslında gecikmiş kararlardı ve dünya da bu tür programlara açık haldeydi.
Dışa açılma, hayali ihracat, İran-Irak savaşı sırasında –ki 8 yıl sürdü- bölgeye mal satma derken, 1987 referandumu sonrası eski siyasiler –Demirel, Ecevit, Türkeş, Erbakan- geri dönünce, ANAP iktidarı bütçe açığını artırarak seçim kazanabileceğini düşündü. Bir sonraki aşama “iki anahtar” vaatleriyle yapılan seçimler olacaktı. Biraz daha öncesinden başlayarak bütçe açığını finanse etmek için iç borçlanma senetleri çıkarıldı. Ağırlıklı finansman yöntemi buydu. Buydu çünkü ağırlıklı finansman yöntemi para basmak olsaydı hiperenflasyon oluşacaktı ve böyle olacağı biliniyordu. Madem iç borçlanma senetleri çıkarılacaktı bunları kim alacak sorusu sorulmalıydı. 1989 32 sayılı kararla yabancı sermayeye bu imkânı erken bir tarihte vermek bir başka dönüm noktasıdır.
Sonra krizlerle dolu, sarsıntılı bir 11-12 yıl yaşandı. İflas eden IMF programı sonrası 2001 kriziyle bu dönem sona erdi. Ardından gelen Derviş-IMF programı ekonomiyi dışa açtı, finansallaştırdı, özelleştirmelere zemin hazırlandı. Bütçe açığı ve enflasyon –ve dolayısıyla faizler- diğer gelişmekte olan ülkelerdeki gibi düştü. Kredi kullanımı yaygınlaştı, tüketim arttı, bazı transferler yapıldı ve AK Parti bir toplumsal taban inşa etmeye koyuldu. Bu taban kuş bakışı bakınca o kadar da “ideolojik” değildi. Oy verenlerin ciddi bölümü “işler iyi gidiyor, cebimiz para görüyor” diye oy veriyordu ki bu gayet standart bir seçmen davranışıdır. Bugün durum böyle değil. Bu bölmeyi yani “kolay parti değiştiren” yüzde 10 ve o kadar sık olmasa da değiştirebilen yüzde 12 (bilim felsefesinde Lakatos’dan mülhem ‘koruyucu kemer’) uzaklaşmaya başlamış görünüyor. Hatta ‘swing voters’ çoktan gitmiş ve yüzde 28-40 arası bölmedeki yüzde 12’lik ‘protective belt’ de erimeye başlamış durumda. Geri döndürülemez değil ama anketler bu mesajı veriyor.
Sonuçta bir dönem daha geçti ve ülke 1971-1980-1989-2001 kavşaklarından birisine daha geldi. Aslında 2014 gibi bu noktaya gelinmişti ama iç-dış siyasetin üst belirlemesiyle (overdetermination) ekonomik strateji değişikliği ertelendi. Daha da geriye gidersek ekonomik dönüm noktalarını sıklıkla çoğaltabiliriz. Mesela 1958 devalüasyonu da, 1929 Büyük Bunalımı sonrası 1930 Serbest Fırka deneyi de, Atatürk'ün Limancı Hamdi'yle üç ay ülkeyi dolaşması da bir dönüm noktasıydı. Oradan erken bir Demokrat Parti değil, devletçilik çıktı. 1946 Thornburg Raporu da bir dönüm noktası sayılabilir.
Günümüzde olan da hayli gecikmiş bir ekonomik döngüdür. Bir tür orta dönemli dalgadır –"uzun dalgalar" yaklaşımını hatırlatarak. Tarihi verilere göre neredeyse her 10 yılda bir bu ülkenin kapitalizmi –ki sonuçta sermaye birikimidir- yeni yöntemler, yeni birikim tarzları, yeni ekonomik stratejiler aramaktadır ve bazen 10 bazen 20 yılda yeni bir stratejiye geçilmektedir. Güzel ama “birikim modeli süresini doldurdu, sonuna geldi” diyen pek yok. O zaman da kim neyi arıyor sorusu havada kalıyor. “Ekonomi politiğin taşıyıcıları” nerede?
Muhalefetin netleşememesinin nedeni eskisinin pek çok anlamda zıddı bir ekonomik programı “taşıyacak” yetenekte ve buna istekli bir “burjuvazinin” ortada görünmemesi olabilir mi?