Edip Cansever’i çok seviyor, özlüyorum
8 Ağustos (1928) Edip Cansever’in doğum günü. 1981’in başlarında tanıştım onunla. Hürriyet Gösteri Dergisi’ndeydim. “Bezik Oynayan Kadınlar” şiirlerini basıyorduk. Her ay, “Manastırlı Hilmi Beye Mektup” alt başlığında bir şiir veriyordu. 1, 2 diye devam ediyorlardı. O uzun şiirleri hemen ezberlemiştim. O zamanlar e-posta falan yok, şiirleri almam için buluşuyorduk. “Susmanın su kenarındayız bugün / Ne kadar sevgiyle konuşsak -konuşuyoruz da- / Korkuyoruz göz göze gelince Hilmi Bey / Korkuyoruz / Sanki gözler rakiptir de birbirine -öyle değil mi- / Ve bir yokuştan iner gibi oluyoruz / Bir yokuştan bir yokuşa sürekli / – Nereye? / – Bilmem ki” dizeleriyle başlayan şiirlerine ve bir o kadar da kendisine de hayran olmuştum.
Bütün kitaplarını okumak istiyor, piyasada bulunmayanları sahaflarda arıyordum. Sonra bir gün Cem Yayınevi’nin, Cansever’in bütün şiirlerinin bir arada olduğu “Yeniden” isimli bir kitap basacağını öğrendim… Hemen yayınevinin yöneticisi sevgili Ali Uğur’a uğradım. Cağaloğlu’ndan aşağıya inerken sağ taraftaki bir handaydı yerleri, kitabı formaları (16 sayfa) basıldıkça almak istediğimi söyledim, daha doğrusu rica ettim. Biliyordum ki baskı, kapak, cilt, dağıtım vb. aşamalarla kitabın çıkması bir ayı bulacaktı, benimse o kadar bekleyecek sabrım yoktu.
Ve her gün Cem Yayınevi’ne uğramaya, o gün baskıdan gelen formaları almaya başladım. 35-36 formalık bir kitap olacaktı. Hemen o akşam okuyor, yeni forma için ertesi günü sabırsızlıkla bekliyordum. Harika bir Edip Cansever “tefrika”sı yaşıyordum. En son kapak da basıldı ve biriktirdiğim formaları hemen içine yerleştirdim. Artık kitabım tamamlanmıştı, koşup kendisine imzalatabilirdim.
İmzalattım da… Söylememiştim bu yaptığımı kendisine, çok şaşırdı, sevindi de… O günden sonra yakınlığımız arttı ve daha sık buluşmaya başladık ta ki kaybettiğimiz 1986 yılına kadar… Son yaş günü kutlamasında birlikteydik sık uğradığımız Bebek Şadırvan’da (o zamanlar deniz kıyısında öyle bir yer vardı)… Mefharet (Cansever) Hanım, Nevzat (Işıltan) ve masamıza oturup içkimize, kirazımıza eşlik eden Edip Cansever dostlarıyla… O güzel elli, insanın içine işleyen bakışlı şairi, 1986 Mayıs’ında kaybettik…
Ellere bir parantez açmalıyım: Onun ellerini gördükten sonra, insanların ellerine bakar olmuştum ve hayatımda önem kazanmıştı güzel elli insanlar. Bir süre sonra da yaşı saklamayan tek uzvun eller olduğunu anlamıştım. Yüz, beden ne kadar genç ve dinç olursa olsun, botokslar yapılsın eller, yaşın gereği kadar yaşlanıyorlardı! Ve bu nedenle de çok gerçek, çok acımasızdılar…
Aramızdan ayrılmasından yıllar önce “Yarın gazetelerde çıkacak ilanlarım / Ruhi Bey öldü / Bu ölüm töreninde mutlaka bulunacağım / Bir daha görmek için ölümü / Çelenkler yığılacak avluya / Ki benim sayısız ölülerime / Yaldızlı yapraklarını kıpırdatarak bakacaklar” diye yazmıştı “Ben Ruhi Bey Nasılım”da. O ânı öyle de yaşadık.
Bugün 94 yaşına girecekti dostum, 40 yıl daha görüşmüş olacaktık… Bu Pazar günü “Yeniden”i kütüphanemden çıkaracak bir kez daha okuyacağım… Ara Güler’in çektiği kedili, siyah beyaz fotoğrafına bakacağım… Ev telefon numarası bile hâlâ aklımda…
Onurlu, cesaretli bir adamdı Edip Cansever, şiirleriyle bu toplum örtünseydi, bugün bazı şeyler böyle olmazdı herhalde…
Aramızdan ayrılışından yirmi yıl sonra 2006’da 13 yıl boyunca aralıksız yaptığım “Ustalara Saygı” etkinlikleri kapsamında onun için bir anma gecesi düzenledim. Edip Cansever görüntüleri ve sesinden şiirlerle başlayan gecede maalesef bugün çoğu aramızda olmayan Ahmet Oktay, Bedirhan Toprak, Cengiz Bektaş, Kemal Bekir, Melisa Gürpınar, Nuri Akay, Orhan Alkaya, Ömer Uluç, Turgay Fişekçi ustanın edebiyatımızdaki yerini ve paylaştıkları anıları anlattılar… Uğur Polat’ın, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenen “Ben Ruhi Bey Nasılım”dan bir bölüm sahnelediği gecede İlham Erdoğan, Zafer Ergin ve Zeliha Berksoy, onun şiirlerini seslendirdiler…
Bugün bir kez daha onu sevgiyle ve hayranlıkla anıyor, şiirinden dizelerle yazımı bitirmek istiyorum:
“Ölü mü denir şimdi onlara. / Kimse hüzünlü olmasın / Sırası değil hüznün daha / Bir gün bir şehrin alanında / Bir mermer yığınının gözlerine / Omuzlarına düşerse bir çınar yaprağı / Hüzünlensin yaşayanlar o zaman / Sırası değil hüznün daha.”