Düşük-yüksek anlaşmazlığı
Düşük faiz – yüksek faiz
Düşük kur – yüksek kur
Düşük büyüme – yüksek büyüme
Son dönemde tartışmalar bu iki uç arasında gidiyor. Ama bu yolla hem önemli konular gereksiz derecede basite indirgeniyor, hem de kamuoyunda yanlış bir algıya neden olunuyor.
Faiz ile başlayalım…
Öncelikle şu konuyu netleştirelim. Faizin elbette düşük olması iyidir. Faiz ne kadar düşük olursa, ekonomi o kadar canlanır, tüketim ve yatırım artar, büyüme ve istihdam hız kazanır. Herkes bu konuda hemfikir. Ama bu, “faizi düşürebildiğiniz kadar düşürün” anlamına gelmez. Öyle olsaydı, tüm ekonomiler faizleri sıfıra çekerdi.
Faizlerin düşürülmesine karşı olanlar, her ne kadar “yüksek faiz istiyorlar” diye nitelendirilse de, aslında beklentileri faizin beklenen enflasyonun üzerinde olması. Gelecek bir yıl içinde beklenen enflasyon yüzde 20 ise, bankada TL mevduatı olanlar yüzde 15 faiz almaya, reel olarak zarar edecekleri için çok da sıcak bakmazlar. Tasarruflarını döviz başta olmak üzere diğer alanlara kaydırırlar. Bu da kurları yukarı çeker.
Merkez Bankaları piyasa faizini elindeki araçlarla yönlendirmeye çalışır ama faiz, esasen piyasada belirlenir. Nitekim bizim Merkez Bankamızın Eylül’den bu yana gerçekleştirdiği 4 puanlık indirime rağmen mevduat faizlerinde, kredi faizlerinde ve devlet tahvili faizlerinde bu oranda düşüş gerçekleşmedi. Hatta tahvil faizlerimiz tersine hareket edip neredeyse aynı oranda yükselerek yüzde 21’in üzerine çıktı.
Yani tartışma başlığı düşük faiz/yüksek faiz değil; faizin enflasyonun altında mı üstünde mi olacağı olmalı. Kur ile devam edelim…
Düşük kur mu, yüksek kur mu?
Sorun kurun yüksek ya da düşük olması değil; kur değişiminin hızı yani oynaklığıdır. Bir yıl da yaşanacak oynaklık bir haftada hatta bir gün içinde yaşanırken, devlet de, özel sektör de, vatandaş da plan yapmakta, bütçesini tutturmakta zorlanır.
Bir para biriminin sürekli ve hızlı değer kaybetmesi, o paraya olan güveni ve dolayısıyla talebi eritir. Elinizde TL tutarak elde edeceğiniz faiz geliri, enflasyonun altında kalacaksa, getirisi enflasyonun üzerine olacak bir varlığa yatırım yaparsınız. Bu hisse senedi, gayrimenkul, altın, coin ya da döviz olabilir. Türkiye’de riskten kaçınmanın klasik iki aracı altın ve döviz olduğu için, belirsizlik artığı zaman dövize talep artar ve kurlar yükselir. Şu anda yaşadığımız süreç bu. Kurdaki sıçrama pek çok yan etkisiyle birlikte enflasyon görünümünde de ciddi bir bozulmaya neden oluyor ve Türkiye bu nedenle, tüm dünyada yaşanan enflasyondan çok daha yükseğine maruz kalıyor.
Büyümeye geçelim…
Elbette bir ekonominin yüksek hızlarla büyümesi güzel ve gurur verici bir gelişmedir. Ancak asıl önemli olan bunu uzun süre devam ettirebilmek ve her yıl yakın hızlarla büyümektir.
Şu örnek biraz abartılı olsa da, ne demek istediğimi daha iyi anlatacaktır. Bir ekonominin on yıl boyunca sabit olarak yüzde 5 hızla büyümesi, on yıl boyunca ortalaması yüzde 5 olacak şekilde ama istikrarsız büyümesine göre (3,8,10,2,6,7,3…gibi) kıyaslanamayacak kadar evladır.
Ayrıca büyüme önemli bir gösterge olsa da, tek başına gelişme, kalkınma anlamına gelmez. Sektörlere yayılan, ücretli çalışanların adil bir pay aldığı büyüme olursa başarılı bir büyümeden söz edebiliriz.
Bu nedenle tartışmayı;
Faiz için düşük mü yüksek mi değil, enflasyonun altında mı üzerinde mi;
Kur için düşük mü yüksek mi değil, aşırı ve hızlı değişim;
Büyüme için düşük mü yüksek mi değil, istikrar ve sürdürülebilirlik çerçevelerinde yapmalıyız.