Dünyadan kopmanın bedelini ödüyoruz

Osman ULAGAY
Osman ULAGAY DÜNYA GÖZÜ

İngiltere’de bir hafta kaldıktan sonra günümüzün dünyasında hiçbir ülkenin saçmalama lüksüne sahip olmadığını daha iyi anladım. İngiltere’de yaşanmakta olanlar bunun çarpıcı bir örneği. 2019 sonunda Brexit’i gerçekleştirerek İngiltere’yi eski parlak günlerine götüreceğini vadeden ve büyük bir seçim zaferi kazanan Muhafazakar Başbakan Boris Johnson’un bıraktığı miras şu: Dibe vurmuş bir ekonomi ve halktan yükselen tepkiler. Enflasyon %11,1, ekonomi son çeyrekte %0,7 küçülmüş durumda, bütçe açığı artıyor. Boris Johnson istifa edince yerini alan Liz Truss, çok kısa süren başbakanlığı sırasında “ekonomiyi hızlı büyütmek” hırsıyla saçma sapan kararlar alınca piyasalar karıştı, sterlin yere çakıldı ve kendisi de istifa etmek zorunda kaldı.

Ekonomideki durgunluk enerji fiyatlarındaki hızlı artışla birleşince hayat pahalılığı çok ciddi bir sorun haline gelmiş İngiltere’de. Aldıkları ücretin ayın sonunu getirmeye yetmediğinden yakınan çalışanların iş bırakma ve grev tehdidiyle hükümeti zorladığı görülüyor. Sağlık sektöründe çalışanların Noel tatili öncesinde büyük bir greve hazırlanması son günlerde manşetlerden düşmeyen bir konu İngiltere’de. Öte yandan özellikle hizmetler sektöründeki eleman açığı kapanamıyor çünkü İngilizler hizmet sektöründe çalışmak istemiyor. Kaldığımız otelde çalışan personel içinde İngiliz yok gibi. Bana ilginç gelen bir veri de şu oldu: 1500 yıldan beri ilk kez Birleşik Krallık’taki Hristiyan nüfusun azınlığa düştüğü açıklandı. 2011 sayımında %59.3 olan Hristiyanların oranı 2021 sayımında %46.2’ye inmiş.

Dünya ‘Sürekli Kriz’ dönemine mi girdi?

İngiltere’den dünyaya dönecek olursak The Economist dergisinin editörü Editörü Zanny Minton Beddoes’a göre dünya ekonomisi şu anda “Sürekli Kriz”(Perma Crisis) dönemine girmiş bulunmakta. Martin Wolf ve Adam Tooze gibi dikkatle izlenen ekonomi yorumcuları ise “Çoklu kriz”(Polycrisis) deyimini tercih ediyorlar. Jeopolitik dengeleri tehdit eden çarpıcı gelişmelerin dünya ekonomisindeki kırılganlığı daha da artırmış olması bu tür deyimlerin kullanılmasına yol açıyor.

Rusya Devlet Başkanı Putin’in jeopolitik dengeleri değiştirmek için Ukrayna’ya savaş açması, yükselen enflasyonun dünya ekonomisini sarsan etkilerine eklenince dünya çok boyutlu bir krize sürüklenmiş oldu. Bu krizin farklı ülkelerde farklı tepkilere yol açması ve farklı boyutlar kazanması beklenebilir. Son dönemde İran ve Çin gibi ifade özgürlüğünün bulunmadığı ülkelerde baskıcı yönetimi sarsan protesto gösterilerinin yaygınlaşması da dikkate alınması gereken bir gelişme. Bu eylemler baskı altındaki toplumların bir anda isyan noktasına gelebileceğini gösteriyor.

Dünyada resesyon gündemde

Bu ortamda birçok ülkede ekonominin resesyona girmesi güçlü bir olasılık olarak görünüyor. Financial Times yazarı Martin Wolf, 2022’den sonra 2023 yılında da dünya ekonomisinde ciddi bir yavaşlama yaşanacağını ve büyümenin önemli bölümünün Asya’da gerçekleşeceğini belirtiyor. Ancak Asya’dan söz ederken Çin’deki son gelişmeleri de hesaba katmak gerekiyor. Covid ile mücadelede başarısız olan Şi Jinping yönetiminin halkın sabrını taşıran ev hapsi uygulamasının Çin ekonomisinde ciddi bir yavaşlamaya yol açması halinde Asya’ya bağlanan umutlara da gölge düşmüş olacak.
Dünya ekonomisinin 2023’de resesyona girmesi beklenirken ABD’nin bu yavaşlamadan daha çabuk çıkması olası görünüyor. Avrupa’nın ve özellikle dolarla borçlanmış olan ‘Yükselen Pazar’ ülkelerinin ise 2023’de daha sıkıntılı günler yaşaması bekleniyor.

Bu ortamda hiçbir ülkenin yükselen riskleri hafife alarak kendi bildiğini okuma lüksü yok. Hiçbir ülkenin “biz dünyada genel kabul gören iktisat politikalarını beğenmiyoruz, kendi icadettiğimiz modeli uygulamakta ısrar edeceğiz” deme lüksü de yok. 2023’de önemli bir seçim yaşaması beklenen Türkiye ise dünyaya meydan okuyarak kendi icat ettiği çakma modeli uyguluyor ve enflasyonda rekor kırarak dünyadan ne kadar farklı olduğunu kanıtlamak istiyor sanki.

Türkiye dünyadan nasıl koptu?

Dünyanın dört bir yanındaki 70’den fazla ülkenin politika faizini ciddi oranda yükselterek parasını savunmaya çalıştığı ortamda Türkiye’nin adeta dünyaya meydan okuyarak politika faizini düşürmesi ve parasını pul etmesi iş dünyasında hayretle ve acı bir tebessümle izleniyor.

Türkiye’de ekonomiye yön verenler politika faizini düşürerek büyümeyi hızlandırmakla övünüyor ama bu uygulamanın motoru iflas etmiş bir otomobile uçak yakıtı doldurup hız rekoru kırmasını beklemekten pek farkı yok. Türkiye ekonomisini yönetenlerin özgün model arayışı sayesinde ekonominin son bir yılda deneme tahtası haline geldiği de ortada. Bu iflas tablosu ortadayken bu yolda ilerlemeye devam etmenin nelere yol açacağı da belli ama bütün bunlar fazla önemsenmiyor çünkü Türkiye’de ekonomi yönetimi seçim kazanmanın bir aracı olarak kullanılıyor yıllardır.

Türkiye ne yapmalı?

Şimdi gelinen noktada da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tek bir hedefi var, yeniden cumhurbaşkanı seçilmek ve Tek Adam olarak saltanatını sürdürmek. Bu hedefe varmak için devletin bütün kaynaklarını seferber ederek dört başı mamur bir seçim ekonomisi uygulayacak. Seçmene şirin görünerek boş vaatlerde bulunacak. Muhalefetin bütün çabalarını boşa çıkarıp seçimi kazanmaya çalışacak.

Muhalefetteki CHP’nin geçen hafta düzenlediği vizyon belirleme toplantısına katılan dünyaca tanınmış ekonomistler de ekonomimizin çıkmazda olduğunu vurgulayarak Türkiye’nin ekonomideki potansiyelini daha iyi kullanmak için neler yapması gerektiğini anlattılar. Türkiye’nin asıl sorununun ülkeyi dünyadan koparan çarpık yönetim anlayışı olduğunu topluma daha iyi anlatmamız gerekiyor, CHP’ye ve altılı masanın diğer partilerine bu konuda büyük iş düşüyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar