Dünyada ve Türkiye’de enflasyon riskleri

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM

Son dönemlerde emtia fiyatlarındaki artışla birlikte özellikle iktisadi performans bakımından da daha canlı bir durumda olan ABD’de Powell-Yellen ikilisinin de oldukça güvercin bir politika izlemeye devam edeceği beklentisi ile enflasyon (fiiliyatta gözle görülür bir artış olmasa da) daha çok konuşulur oldu. Ben bu tartışmaları biraz yapay ve yüzeysel buluyorum doğrusu. Özellikle 10-yıllık ABD hazine bonoları faizleri üzerinden enflasyon beklentileri okumaları yapmak doğru değil. 90’lardan günümüze 10 yıllıkların seyrine baktığımızda faizlerin yüzde 8,50’lerden bugünkü 1,1 seviyelerine oldukça istikrarlı bir şekilde gerilediğini görüyoruz. Bu nedenle geniş bir zaman aralığından bakınca pandemi öncesindeki yüzde 1,9 seviyelerinden ağustosta 0,5’lere kadar düşen faizlerin 6 ay içerisinde yüzde 1,1’lere geri çıkmasından enflasyon beklentilerine yönelik bir anlam çıkartmaya çalışmak biraz zorlama oluyor.

Öte yandan bir de tabi hızla artan emtia fiyatları mevzusu var. Bu durum sadece ABD gibi gelişmiş ülkelerdeki enflasyon beklentilerini değil, Türkiye’deki beklentileri de etkiliyor doğal olarak. Ancak emtia fiyatlarının Türkiye ve gelişmiş ülkelerdeki olası etki mekanizmaları oldukça farklı. Öncelikle ABD ve Batıyı ele alırsak: Tabi ki, bu ülkelerin hâlâ belleklerinde olan kötü bir 70’ler tecrübesi var. Özellikle o günlerdeki stagflasyonun ana sebebi olarak hızla ve yüksek oranda artan petrol fiyatları görülmüştü. Emtia endeksi 71-74 yılları arasında 3 kattan fazla artmıştı. Bu durumun tüketici fiyatları üzerinde yukarı etki yapması normal. Ancak bugünlerden bakıldığında bu etkinin enflasyona ve durgunluğa dönüşmesinin arkasında para politikasında yapılan bir dizi hatanın yattığı görülüyor.

Esasında o günlerde artan enflasyonla birlikte Fed de faizleri artırmıştı. Ancak bankalar üzerinde yüzde 5’lik bir mevduat faizi tavanı söz konusuydu. Bu da tabii ki para politikasının etkisini kısıtlarken, para piyasası fonlarına erişimi olan daha zengin bir kısım mudinin de mevduattan kaçarak bu fonlara geçmesine sebep olmuştu. Böylece bankacılığın kaynak imkanları da iyice zayıflamış ve ekonomi enflasyonla birlikte durgunluğa girmişti. Fed’in başına geçen Volcker’ın enflasyon beklentilerini kırmak için faizleri aşırı düzeyde artırması da işin tuzu biberi olmuştu. Bugünlerde Fed’den böyle hatalar beklemek doğru olmaz.

Peki bugün ne durumdayız? Pandeminin etkisi ile nisan başında dip noktaları gören emtia endeksleri o günden beri yaklaşık 4 kat artmış durumda. İlk bakışta bu oldukça yüksek bir artış olarak görülebilir. Ancak pandemi öncesine göre emtia fiyatları hâlâ yüzde 20 kadar aşağıda. Tabii ki, bu hızlı artışın tüketici fiyatları üzerinde geçici bir etkisi görülebilir, ancak bunun orta-uzun vadede enflasyona kalıcı olarak yansıma riski oldukça düşük. Fed her ne kadar çekirdek göstergelerde enflasyonun yüzde 2 üzerinde seyretmesine göz yumacağını açıklamış olsa da, beklentilerde ciddi bir bozulma gördüğü takdirde harekete geçmekte tereddüt etmeyecektir.

Küresel emtia fiyatlarındaki artışın bizim ekonomiye etkisi ise daha yüksek. Bir defa Türkiye’nin bir türlü aşağı kıramadığı yüzde 7-8 civarında bir taban enflasyonu var. Gelen bütün fiyat şokları bu tabanın üzerine oturuyor. Üstüne üstlük biz geçen sene ekonomiyi ateşleyerek düşen emtia fiyatları ortamında bile enflasyonu yüzde 15’lere çıkarmayı başardık! İkincisi tekstilden enerjiye pek çok sektörde küresel fiyatlara çok daha açık durumdayız. Üçüncü olarak da fiyat artışları ister istemez cari dengemizi, ve dolayısıyla da döviz dengemizi menfi olarak etkiliyor. Bu da kurlardaki artışın fiyatlara yansımasıyla ikincil bir enflasyonist etki yaratıyor. Neyse ki, Merkez Bankası’nın gerçekçi bir reel faiz politikasına geçmesi, ve bunun ekonomik aktivitede yaratacağı yavaşlama ile birlikte bu kanaldan olası riskler büyük ölçüde bertaraf edilmiş durumda. Ancak, görünen o ki, Sn. Ağbal’ın da her fırsatta vurguladığı gibi, faizler “uzun bir süre” yüksek seyretmek durumunda.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar