Dünyada kaygı, Türkiye’de aymazlık
Soğuk Savaş sonrasında dünya ekonomisinde çarpıcı bir dönüşüme yol açan ve küresel dengeleri değiştiren küreselleşme sürecinin ciddi biçimde sorgulandığı bir ortamda Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması özellikle Batı dünyasında yeni bir dönemin işaret fişeği gibi algılandı. 2022’ye girilirken Covid-19 pandemisinin kontrol altına alındığı ve dünya ekonomisinin yeniden büyüme rotasına oturduğu izlenimi hayli yaygındı. Pandeminin sarstığı dünya ekonomisinde başta enflasyondaki yükselme olmak üzere sorunlar vardı ama bunların ani ve küresel bir yavaşlamaya yol açması beklenmiyordu.
Rusya’nın pervasız saldırısı aslında bir ülkeye değil, Soğuk Savaş sonrasında küresel ekonomide yaşanan büyük dönüşüme ve kurulan yeni düzene karşı bir saldırıydı. Küreselleşme sürecinden yararlanarak ekonomisinde muazzam bir atılım gerçekleştiren Çin’den farklı olarak, Rusya’nın kendi ekonomisinde başarılı bir dönüşüme imza atamamış olması Putin’i farklı bir yola itti. Petrol, doğalgaz ve tarım ürünleri satıcısı bir ülke olarak kalan, buna karşılık ABD ile boy ölçüşebilecek bir nükleer güce sahip olan Rusya’nın ancak savaşın ve çatışmanın öne çıktığı bir dünyada söz sahibi olabileceğini düşünen Putin küresel gündemi değiştirmek istedi.
Dünya ekonomisinde artan kaygılar
Putin’in bu hesabı yaparken Ukrayna’daki ulusal direnişin gücünü ve Batı dünyasının Ukrayna’ya sağladığı desteğin yaygınlığını doğru hesaplamadığı anlaşılıyor. Buna karşılık Ukrayna savaşının, küresel ekonominin Covid -19 travmasından çıkma sürecinde yaşaması olası sorunları ağırlaştıran bir etki yaptığını kabul etmemiz gerekiyor.
Bu hafta Washington’da yapılmakta olan IMF-Dünya Bankası yıllık toplantılarında ortaya konan tablo hiç iç açıcı değil. Rusya-Ukrayna savaşının enflasyonu besleyen etkilerinin de gündeme geldiği ortamda ABD Merkez Bankası’nın (Fed) tırmanan enflasyonu frenlemek için uzunca bir süre direndikten sonra faizlerı hızla artırmak zorunda kalması ve ABD dolarının hızlı bir tırmanışa geçmesi küresel ekonomide ciddi bir yavaşlamaya, duraklamaya hatta gerilemeye yol açacak gibi görünüyor. Bunun sonucunda dünya ekonomisinin bir “stagflasyon”a gireceğini ileri sürenler de var.
Son tahminlerini önceki gün açıklayan IMF, 2022 ve 2023 yıllarında dünya ekonomisinin en az üçte birinde küçülme yaşanabileceğini ve reel gelirlerin düşebileceğini vurguladı. OECD’nin dün açıkladığı öncü göstergeler de iç açıcı değil. OECD’ye göre ABD, Kanada, İngiltere ile Almanya,Fransa, İtalya gibi önde gelen Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde ve Çin ile Brezilya’da büyüme hızının gerilemesi bekleniyor.
Küme düşen Türkiye
Dünya ekonomisindeki gelişmeleri yakından izleyen ve küresel ekonominin gidişatıyla ilgili en önemli öncü göstergelerden biri kabul edilen TIGER endeksinin son sonuçlarını özetleyen Brooking Enstitüsü kıdemli uzmanı Eswar Prasad ise ABD ekonomisinin karışık sinyaller verdiğini, Rusya-Ukrayna savaşından daha çok etkilenen AB ülkelerinde ise kaygıların arttığını belirtiyor ve bazı AB ülkelerinde popülist rejimlerin bu ortamda riskli adımlar atabileceğini belirtiyor.
Geçen yıl yayınlanan Paranın Geleceği (The Future of Money) başlıklı kitabıyla dikkat çeken Prasad, enflasyondaki tırmanışın ve doların yükselişiyle gündeme gelen devalüasyonların ‘Yükselen Pazar’ ülkelerini de olumsuz etkilediğini ancak bunların çoğunun krizi ucuz atlatma şansına sahip bulunduğunu belirtiyor ve yazısına şöyle devam ediyor: “Ancak bunun istisnaları da var. Türkiye, Sri Lanka ve Venezüela gibi kötü ekonomi yönetiminin aşırı boyutlara vardığı ülkelerde ülke parasının çökmesi de söz konusu olabiliyor.”
Türkiye ne yazık ki bu duruma düşürülmüş durumda. Türkiye’deki ekonomi yönetimi ciddiye alınabilecek her yayında, her değerlendirmede küme düşme hattında yer alıyor. Dünyanın yükselen jeopolitik risklerle ve dünya ekonomisinin ciddi risklerle karşı karşıya bulunduğu bir ortamda, Türkiye ne yazık ki çok kötü yönetilen ve riski yükselen ülkeler arasında yer alıyor.