Dünyada belediye başkanlarının “çorba” dışında vaatleri var
Bu Pazar günü yerel seçimler için sandığa gideceğiz. Bu seferki kampanya dönemi biraz sönük geçti. Bunda geçen yıldan kalma seçim yorgunluğunun da etkisi var. Bir diğer unsursa seçimlerde yarışan adayların, benim görebildiğim kadarıyla, talip oldukları şehirleri nasıl yöneteceklerine dair ortaya güçlü siyasi iddialar koyamamış olmaları. Seçim döneminde duyduğumuz vaatler “emeklilere otobüsler ücretsiz olacak”, “belediye lokantasında çorba dağıtacağım” çizgisinde. Bugün gelin, dünyada belediye başkanları kampanyalarında neler vadediyor, bunlara bakalım.
Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo siyasi kariyerini Paris’i yayaların şehri yapmaya adadı. Hidalgo, 2001’den beri Paris Belediyesi’nde yönetici, 2014’ten beri de başkan. Genellikle referandumla karar almayı seven biri. Bunlardan biri de şehir merkezinde araçlar için hız sınırını 30 km’ye indirmekti. Maksat araç sahiplerinin siniri bozulsun, arabayla yola çıkmayı tercih etmesinler. Yayalar arabalardan kaçıp e-skuterlere yakalanınca bu sefer de kaldırımları işgal eden e-skuterleri yasakladı. Şimdi meşhur Champs-Élysées (Şanzelize) Bulvarı’nı 8 şeritten 4 şeride indirip, diğer şeritlere de ağaç dikmeyi planlıyor. Böylece bulvar Parislilerin içinden geçtiği değil yaşadığı bir yer olsun istiyor. Şanzelize’ye gidenlerin %68’i turistmiş. Hemen belirtelim, Hidalgo’ya ciddi bir muhalefet de var. Özellikle Paris’in çevresinde yaşayan Fransızlar “arabama dokunmayın” diyor.
Araba bağımlılığını azaltmayı planlayan tek şehir Paris değil. Mesela Umman’ın başkenti Maskat’ın planı baştan çiziliyor. İşi yapan şirketlerden biri Ankaralı Politika Analiz Laboratuvarı (PAL) olduğu için konuyu yakından biliyorum. Hedefleri araba kullanımını %95’ten %60’a düşürmek. Petrol üreticisi ve tüm şehirleri ilk günden arabalara göre tasarlanan bir ülkenin bu hedefi koyması enteresan. Bu amaçla hem toplu taşıma kapasitesini artırmayı hem de yaşam alanları ile iş yerlerinin iç içe geçtiği karışık mahalleler geliştirmeyi planlıyorlar.
Dünyada kim arabalaşmaya karşı erken tedbir almışsa kârlı çıkmış. Mesela ABD’de Teksas Eyaleti’ndeki Austin, bütün Amerikan şehirleri arabalar üzerine kurulurken, daha 1980’lerde aşırı arabalaşmaya karşı çıkmış. Trafik hızlı akmasın diye caddeler hep çift yönlü tasarlanmış. Bu sayede daha yaşanılır bulunduğu ve sahip olduğu vergi avantajları gibi nedenlerle şehir teknoloji işi yapanlar için bir çekim merkezi haline gelmiş. 2000 yılından beri teknolojinin kalbi San Francisco’nun nüfusu %13 nispetinde artarken bu oran Austin’de %45’miş. Austin’de nüfus artışı barınma problemine yol açmaya başlayınca, belediye bu konuya da el atmış. 2017’de çeşitli gelir gruplarına ve aile tiplerine uygun şekilde tasarlanmış 60 bin sosyal konut inşaatına başlanmış. Kaynak bulmak için ise belediye tahvil ihraç etmiş.
Kamu eliyle konut inşa etme işinin esprisi, hepsi birbirine benzeyen evlerden oluşan siteler yapmak değil. Kimine tek oda ev lâzım, kimine ise üç oda. Kimine nispeten iyi yerde makul fiyata kiralanabilecek ev gerekliyken, kimine ise şehrin biraz dışında ama ulaşım imkânı olan yerde satın alabileceği ev. Farklı taleplere cevap verebilecek ev üretimi şehirleri ayakta tutuyor. O yüzden mesela Kanada’nın en büyük şehri Toronto’da 2023 yılında belediye seçimlerine giderken adayların vaatleri arasındaki en önemli başlıklardan biri konut stokunu nasıl geliştirecekleri olmuş. Kimisi en az iki kat daha imar verip kentsel dönüşüm yapmayı vaat ederken, bazı adaylar ise en az 25 bin “kiralanma şartıyla” ev inşaatına izin vermeyi taahhüt etmiş. Zira ev sahibi olmak kadar kiralayabilmek de şehirlerin dinamizmi açısından önemli. Londra’nın ilk Müslüman belediye başkanı Sadiq Khan’ın da en önemli vaadinin 2030’a kadar 40 bin sosyal konut inşası olduğunu unutmayalım.
Yukarıda anlattığım işlerin bir kısmı Türkiye’de yerel idarenin yetkisinde değil. O yüzden de belediye başkanlarımızın gerçek siyasi vaatlerde bulunma alanları kısıtlı. Peki, yereldeki her konu belediyelerin yetkisine bırakılsa ne olur? Yıllarca Türkiye’de liberal kesim bunu savundu. Ancak bir de gerçekler var. Bundan yıllar önce ODTÜ’den mezun olduğumda bazı arkadaşlarım Merkez Bankası, Hazine, Rekabet Kurumu, BDDK gibi kamu kurumlarında, bir kısmı bankalarda, bazıları da danışmanlık şirketlerinde işe başladı. Hiçbir arkadaşımın bir büyükşehir belediyesinde işe girdiğini duymadım. ABD’de aynı konuda yüksek lisansımı bitirdiğimde ise birçok arkadaşım belediyelerde iş bulmuştu. “Yazık, herhalde iş bulamadılar” demiştim. Şimdi anlıyorum ki, bürokratik kapasite oluşmadan zaten belediyelerin ciddi politikalar geliştirmesi mümkün değil. Bu nedenle de mesele ya eser ya da çorba siyasetine sıkışıp kalıyor. Öyleyse yönetecekleri şehirler için daha fazlasını yapmak isteyen belediye başkanları, önümüzdeki 5 yılda, öncelikle liderlik yapacakları kurumun insan kaynağını geliştirecek ve etkin bir bürokratik mekanizma inşa edecek adımlar atmalı.