Dünya ticaretinde değişim rüzgarları
Son zamanlarda küresel gündem oldukça sıcak ve yoğun günlerden geçiyor. Bir yandan iklim değişikliği ile ilgili politikaların ticarete olası etkileri tartışılırken diğer yandan Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ticarette yaratabileceği değişimin etkileri değerlendiriliyor. Rusya’nın küresel bir enerji sağlayıcısı olması bu gündemdeki gelişmeleri yakından takip etmeyi gerektiriyor. Savaşa benzersiz bir tepki veriliyor ve uzmanlarca ekonomik savaşın Rusya’yı etkisiz hale getirmek için bir silah olarak kullanıldığı, mevcut durumda Rusya’da iş yapmanın da savaşı finanse etmek anlamına geldiği, AB ve ABD kanadında alınan bu önlemlerin aynı zamanda Çin’e de gönderilen birer mesaj niteliği taşıdığı ifade ediliyor. Rusya’ya uygulanan yaptırımlardan kaynaklı uluslararası ticarette yeni bir çağın başlayabileceği ihtimali doğuyor. Ticarette kripto paraların kullanımının artışı da tartışılıyor ancak gerek dalgalanmaların fazla olması gerek likidite probleminden kaynaklı uluslararası ticaretin kripto paralarla ilerletilip ilerletilemeyeceği bir soru işareti.
İklim politikaları ve ticaret politikaları üzerine düzenlenmiş olan bir webinarda konuşan Hinrich Vakfı’ndan Stephen Olson ülkeler arasında değişen iklim politikalarının anlaşmazlıklara yol açabileceğini belirtiliyor. Örneğin AB tarafından yakın bir gelecekte uygulanmaya başlayacak Sınırda Karbon Mekanizması düzenlemesinin küresel ticaret yönetişimi prensibini ihlal edebileceğini söylüyor. Karbon fiyatı uygulanan bir ülkeden gelen bir ürün AB sınırından bir ücret ödemeden geçebilecekken niteliği tamamen aynı olan ancak karbon fiyatı uygulanmayan bir ülkeden gelen bir ürüne sınırda ücret ödenmesi gerekecek. Bu durumun en çok kayrılan ülke prensibini (MFN) ve ayrım yapmama ilkesini ihlal edebileceği ve ülkelerin bu nedenle DTÖ’ye anlaşmazlıkların çözümü için başvurabileceklerine değiniyor. Bu yola başvurması beklenen ülkelerden bazıları Rusya, Türkiye ve Hindistan olarak ifade edilirken Brezilya, Çin ve Güney Afrika’nın bu ülkeler içerisinde yer alabileceği belirtiliyor. Olson’a göre diğer bir önemli konu ise Biden’ın Build Back Better Planı. Plan’da yer alan çevre politikaları kapsamında elektrikli araç üretimini teşvik edici hususlar bulunmasının eski adı NAFTA şimdiki adı ise USMCA olan anlaşmayı ihlal edebileceğini düşünüyor. Anlaşmanın amacının Kuzey Amerika’da tek entegre bir üretim tabanı kurmak olduğunu ancak verilecek teşviklerin Amerika’nın yerel üretimini destekleyecek olmasından ötürü Kanada ve Meksika hükümetleri tarafından agresif bir tepkiyle karşılaşılabileceğini belirtiyor.
Aynı etkinlikte konuşan Uluslararası Sürdürülebilir Kalkınma Enstitüsü’nden Aaron Cosbey de önümüzdeki dönemde ticaret ve çevre politikalarında çatışmalar görebileceğimiz görüşünü destekliyor. Günümüzde iklim politikalarının IPCC raporları gibi bilimsel raporların, kamunun etki algısının artması ve teknolojinin gelişmesiyle daha anlamlı bir hale geldiğini belirtiyor. Buna rağmen ülkeler arası iklim politikaların eşitsiz olduğu ve bu nedenle ticari ilişkilerde gerginlikler yaşanabileceğini ifade ediyor.
Hinrich Vakfı’ndan Stewart Paterson ise bir yazısında Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinin küresel enerji piyasalarında önemli bir kesintiye neden olduğuna değiniyor. Bu kesintinin temelinde Rusya’nın enerji kaynaklarına yönelik tehdidinin yattığı belirtiliyor. Küresel enerji arzının yaklaşık %10’unu karşıladığı ifade edilen Rus ekonomisi, büyük ölçüde enerji sektörünün sağladığı döviz ve vergi gelirlerine bağlı. 2020 yılında 337 milyar dolar olarak gerçekleşen ihracatın 142 milyar dolarlık kısmının gaz ve kömürü de içeren mineral yakıtlardan geldiği belirtiliyor. 2021 yılında ise devlet gelirinin %36’sından fazlasının enerji sektöründen geldiği ifade ediliyor.
Önümüzdeki yıllarda hem Avrupa Birliği’nin hem de Rusya’nın karşılıklı bağımlılıklarını kırmak için enerji ticareti modellerini yeniden şekillendirmeleri ve böylelikle daha fazla hareket özgürlüğü vermesi bekleniyor. Bağımlılığı ilk kıran tarafın diğerine ağır bir maliyet getirme potansiyeli olabilir. Küresel ihracatın 1.5 trilyon dolarını oluşturan küresel bir sektördeki ticaret sapmasının küresel ticaret için oldukça yıkıcı olabileceği değerlendiriliyor zira enerji sektörü ticarileştirilmiş toplam ihracatın %9’unu temsil ediyor.
2020 yılında AB’nin toplam enerji ithalatı bağımlılığı %57 seviyesindeydi. Bu 2019 yılındaki %60 seviyesinin altında olsa da hala yüksek olarak değerlendiriliyor. Enerji ithalatına olan bu bağımlılık, AB’nin ekonomik politikalar yoluyla potansiyel etkisi açısından belki de en büyük kırılganlığı olarak belirtiliyor. Yenilenebilir kaynaklar ve nükleer enerji, yerel kaynaklarının çoğunu oluşturuyor ancak AB bloğunun doğal gazının %85’i ve petrol arzının %97’si ithal ediliyor. Enerji sektöründe yenilenebilir enerjiye dönüşte atılan adımlara rağmen, petrol yakıt kullanımının yaklaşık %34’ünü gaz ise enerji kullanımının %24’ünü oluşturuyor. AB küresel enerji tüketiminin %11’ini oluştururken, AB-Rusya enerji ticareti, dünya çapındaki enerji tüketiminin yalnızca %2-2.5’ini oluşturuyor.
AB’nin büyük ölçüdeki ithalat bağımlılığı göz önüne alındığında yenilenebilir enerji kapasitesinin genişletilmesinin yıllar alabileceği belirtiliyor. Yenilenebilir enerji, enerji kapasitesinin yaklaşık %30’unu oluşturuyor ve yıllık %10’luk bir büyüme gösteriyor.
Rusya, doğuda özellikle Çin olmak üzere Asya’nın yoğun enerji talebi olan ekonomilerine yönelebilir. Burada iki önemli gözlem bulunuyor. İlk olarak Rus enerjisine bağımlı olmak Çin’in çıkarına olmayacaktır. İkincisi ise Çin’in AB ile aynı ikilemle karşı karşıya kalmamak için çeşitlendirilmiş tedarikçi stratejisini sürdürmeye devam etmesi beklentisidir.
Çin’in 2020 yılındaki mineral yakıt ithalatı, 33 milyar doları Rusya’dan olmak üzere toplam 267 milyar ABD dolarına ulaştı. Diğer büyük tedarikçiler arasında 28 milyar dolar değerinde yakıt sağlayan Suudi Arabistan, 19 milyar dolarla Avustralya ve Irak ile 14 milyar dolarla Angola yer alıyor. Çin’in Rusya’nın payını %20-25’e kadar yükseltmesi mümkün. Bu gerçekleşirse Rusya’nın şu anda AB’ye yaptığı ve 2020 fiyatlarıyla 60 milyar dolar değerinde olan ihracatın yaklaşık %60’ını oluşturuyor olacak. Rus enerjisinin tekel alıcısı olmak Çin’in fiyat indiriminde etki sahibi olması anlamına gelebilir. Çin alternatif enerji arzı kaynaklarını elinde tutarsa, bu dinamik Pekin’in Moskova’ya karşı üstünlük kurmasını sağlayabilir.
Çin Rusya’dan hidrokarbon ithalatını artırırsa bu diğer kaynaklardan gelen arzın azalması anlamına gelecektir. O noktada jeopolitik devreye girebilir ve bu durumun Çin’in politikalarıyla daha az uyumlu ülkelerden gelen arzın önemini azaltıp azaltmayacağı sorusunu ortaya çıkarabilir. Birleşmiş Milletler’de Ukrayna işgalini kınama oylamasında Çin çekimser oy kullanmışken, Çin’in en büyük enerji tedarikçileri arasından Avustralya ve Suudi Arabistan kınama yönünde oy kullanmıştı. Angola ve Irak’ın ise çekimser kalarak Çin ile ittifak yaptığı ifade ediliyor. Aynı zamanda Çin’in hidrokarbon tedarikçisi olan Umman, Malezya ve Brezilya da Rusya’ya karşı oy kullanmıştı. Bu ülkelerin enerji ihracatlarını AB’ye yönlendirebilecekleri değerlendiriliyor.
Sonuç olarak Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin enerji ticaretinde neden olabileceği yer değiştirmenin üç temel sonucu olabileceği ifade ediliyor. Birincisi, Çin Rusya’nın hidrokarbonlarını piyasa fiyatlarının altında ithal edebilir. Böylelikle Çin’in ticaret koşullarını iyileştirerek Rusya üzerinde ekonomik üstünlük sağlamasının önünü açabilir. İkinci olarak düşük maliyetli enerjiye erişim Çin’in ihracatta rekabet gücüne fayda sağlayabilir. Dünyanın enerji maliyetleri yükselirken aksine Çin maliyetlerini azaltabilir. Son olarak da enerji ticaretinin siyasi ideoloji ile daha yakın bir uyum içinde olduğu bir dönem yaşayabiliriz.