Dünya ekonomisi ve Türkiye için fırsatlar(!)…
Bazen musibet olan şeylerden fırsatlar doğabilir. Onun için konulara, olaylara ön yargılı değil; geniş açıdan ve yansız bakmak gerekebilir.
Dünyaya baktığımızda son 10 yılda önemli ekonomik gelişmelerin olduğunu görüyoruz.
- ABD Başkanı Tramp döneminde başlatılan ve yoğun bir şekilde devam için ABD-Çin savaşları ciddi bir paradigma kaymasına neden oldu. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi devam etmeyeceği, yeni çekim merkezlerinin işaretlerinin ortaya çıktığı anlaşıldı.
- Bu dönem ile çakışan bir gelişme de Çin’in “Tek yol, tek kuşak projesi (One Belt One Road Project) idi. 2013 yılında Çin lideri Şi Jimping’in bizzat lansmanı ile çok büyük bir ticaret yolları projesine imza atıldı. 63 ülkeyi kapsayan ve 12 trilyon dolara ulaşan bu proje ile kara, demir ve denizyolu güney, orta ve kuzey koridorları belirlendi. Elbette bu proje başta ABD olmak üzere Japonya ve pek çok ülkeyi rahatsız etti. Nedense Rusya sessiz kaldı!
- 2020 yılı başında baş gösteren COVID-19 salgını adeta dünya ekonomisini esir aldı. Ülkeler sınır kapılarını kapattı, araçlar kontak kapattı. Taşımacılık neredeyse aşı, ilaç ve gıda ile sınırlı hale geldi.
- Artık salgının sonuna gelindiği beklentileri konuşulurken ve yeni açılma planları yapılırken bu kez Şubat ayının ikinci yarısında Rusya-Ukrayna savaşı çıktı. Yanı başımızdaki halen şiddetini artırarak devam eden bu savaş özellikle gıda, turizm, sanayi gibi alanlarda Türkiye ekonomisine ciddi bir şekilde etkiledi.
- Bu arada Türkiye’nin iç ve dış terör odaklarıyla savaşının, hiç eksilmeyen göç dalgasının ekonomimize getirdiği çok ağır yükler oldu.
Böyle bir eko-sisteme sahip olan ekonomimiz için bu durumu fırsat olarak mı yoksa tehdit olarak mı görmek lazım?
Ancak bu fırsat veya tehdit değerlendirmesinden önce de dünya ekonomisine biraz daha odaklanmak uygun olacak.
Dünyanın küresel düzeyde yaşadığı sorunların başında artan enerji fiyatları geliyor. Ham petrolün bu süreçte ve özellikle de Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte önlenemez yükselişi durmuyor. Yakın bir gelecekte duracağa da benzemiyor. Bu tehdit çok net ve açık bir şekilde Türkiye’yi de olumsuz etkiliyor. Ödeyeceğimiz dolar faturası sürekli kabarıyor ve bu da ödemeler dengesi açığımızı tetikliyor.
Bu ortamda ve savaş ile de birlikte dikkat çeken bir başka olgu hammadde fiyatları ile gıda fiyatlarının artışı. Gerçekten de hammadde fiyatları ile birlikte gıdada çok önemli fiyat artışları yaşanıyor. Birleşmiş Milletle Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) Şubat 2022 verilerine göre küresel gıda fiyatları aylık yüzde 3.9 ve yıllık yüzde 24.1 artış ile tüm zamanların en yüksek artışları sergilediği görülüyor. Savaşa bağlı olarak Rusya’nın hammadde ihracatını yılsonuna kadar durdurması bu olumsuzluğu daha da belirgin hale getiriyor.
Bu gelişmeler dünya ekonomisindeki büyüme rakamlarının revize edilmesini zorunlu kılıyor. Yani dünya özellikle salgın sonrası yeteri kadar büyüme fırsatı yakalayamıyor.
Artan enflasyon, pahalı hale gelen dolar ülkelerin borçlanmasını zorluyor. Dolayısıyla ülkelerin borç stoku ciddi ölçüde artıyor. Şöyle ki Uluslararası Finans Ensitüsü’nün (IIF) araştırmasına göre dünyanın toplam borç stoku 2021 yılı sonunda 303 trilyon dolara ulaşmış bulunuyor. Gelişmiş ülkelerin borç stokunun 208 trilyon dolar ve gelişmekte olan ülkelerin borç stokunun ise 96 trilyon dolara ulaşması tehlikeli gidişi gösteriyor. Çin bile bir yılda 7 trilyon dolar artışla 2021 sonunda 60 trilyon dolar borca sahip görünüyor.
Öte yandan küresel çapta devam eden tedarik zinciri sorunu da aşılamıyor.
İşte tam bu noktada Türkiye için bir fırsatın doğduğunu söyleyebiliriz. Çin’in artık üretim ve ticaret merkezi olma niteliğini kaybetmesi bizim için ciddi bir fırsat olabilir. Türkiye’nin gıda ve tarım konusuna çok ciddi şekilde odaklanması ve bir yandan da kavşak noktada bulunan bir ülke olarak bu cazibesini artık ortaya çıkarması gerekir. Dolayısıyla konuyu sadece kısa erimli bakışla bu sezonda Rusya’dan ve Ukrayna’dan gelecek turist sayısındaki azalışa bağlamak doğru değildir.