Dünya Bankası'na evet, IMF’e belki
Bugünlerde Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (WB) ekonomi basınının yine gündeminde. IMF son yayınladığı ekonomi raporunda Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki krizlerin yayılma etkisiyle dünya ekonomisini de tehdit ettiğini söylerken; WB, Türkiye Hükümeti’yle imzaladığı 18 milyar dolarlık krediyle (daha sonra buna 17 milyar dolar daha eklenecek) gündeme geldi.
Türkiye’de artık ekonomiye yalanlar ve masallar egemen olduğu için bu konuda da hemen yeni masallar türetildi. Masalın en büyüğü IMF kötüdür, WB iyidir. Bu yalanın, pardon masalın görmediği, bu iki uluslararası kurumun ikiz olduklarıdır.
Şimdi gelin önce bu iki kurumun tarihçesine kısaca bakalım.
Bretton Woods Antlaşması ve İkizler
Temmuz 1944'te 44 ülkeden delegeler New Hampshire, Bretton Woods'ta Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansı için bir araya geldi. Konferans, savaş sonrası uluslararası ekonomik iş birliği ve yeniden yapılanma için çerçeve oluşturmayı amaçlıyordu. Konferansın liderleri John Maynard Keynes (Birleşik Krallık Hazine Müsteşarı) ve Harry Dexter White (Amerika Birleşik Devletleri Hazine Müsteşar Yardımcısı) idi.
Konferans, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (Dünya Bankası) olmak üzere iki kurumun kurulmasıyla sonuçlandı. Dünya Bankası kurulurken amaç İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa ve Japonya'nın yeniden inşasına yardımcı olmaktı. Dünya Bankası 1946 yılında ilk faaliyete geçtiğinde 38 üyesi vardı.
1947 Marshall Planı Avrupa'da savaş sonrası yeniden yapılanma çabalarını başlattığında, Banka hızla dünya çapında enerji, sulama ve ulaştırma gibi sektörlerdeki altyapı projelerini finanse etmeye yöneldi. Avrupalı olmayan bir ülkeye verilen ilk kredi, hidroelektrik enerji üretimi için 1948'de Şili'ye 13,5 milyon dolardı. Banka ayrıca bir teknik yardım programı başlattı ve 1955'te üye ülkelerin yetkililerine eğitim vermek üzere Ekonomik Kalkınma Enstitüsü'nü kurdu.
Banka, orta gelirli ülkelere ticari bankaların kredi faiz oranlarından daha düşük faiz oranlarıyla borç vermekte. Buna ek olarak Banka, çoğunlukla başka kredi kaynağı bulamayan en yoksul, gelişmekte olan ülkelere de faizsiz kredi finansmanı sağlamakta. Bankadan borç alan ülkeler aldıkları krediyi ticari bankaların uyguladığı vadeden daha uzun süreden geri ödemekte.
IMF de Temmuz 1944'te, 45 ülkenin katılımıyla kuruldu ve 1 Mart 1947'de faaliyete geçti. Aynı yılın sonlarında Fransa, IMF'den borç alan ilk ülke oldu. IMF'nin üye sayısı 1950'lerin sonunda genişlemeye başladı ve 1960'larda birçok Afrika ülkesi de bağımsızlıklarını elde ettikten sonra IMF üyesi oldu. 1945 ile 1971 yılları arasında IMF'ye katılan ülkeler, döviz kurlarını (para birimlerinin ABD doları cinsinden değeri ve ABD örneğinde doların altın cinsinden değeri) sabit tutmayı kabul ettiler. Bu oranlar ödemeler dengesindeki "temel dengesizliği" düzeltmek için ve yalnızca IMF'nin onayıyla ayarlanabiliyordu. Bretton Woods sistemi olarak da bilinen bu nominal değer sistemi, ABD hükümetinin doların (ve diğer hükümetlerin elinde tuttuğu dolar rezervlerinin) altına dönüşmesini askıya aldığı 1971 yılına kadar yürürlükte kaldı.
Sistem 1968 ile 1973 arasında dağıldı. Ağustos 1971'de ABD Başkanı Richard Nixon, doların altına dönüşmesini "geçici olarak" askıya aldı. Dolar, 1960'lı yılların büyük bölümünde Bretton Woods'ta kurulan paritede zorlanırken, bu kriz sistemin çöküşüne kaynaklık etti. Sabit döviz kurlarını yeniden canlandırma girişimi başarısızlıkla sonuçlandı ve Mart 1973'e gelindiğinde başlıca para birimleri birbirlerine karşı dalgalanmaya başladı.
Bretton Woods sisteminin çöküşünden bu yana, IMF üyeleri istedikleri herhangi bir döviz sistemini seçmekte özgürler. Para biriminin serbestçe dalgalanmasına izin verebilir, başka bir para birimine veya bir para sepetine sabitleyebilir. Yine bir ülkenin para birimini benimseyebilir, bir para blokunun veya bir para birliğinin parçası olabilir.
IMF Yine Sahnede
Küreselleşmenin finansman saç ayağının düzenleyicisi olan bu kurumlar, dünya ekonomisini borç batağını sürükleyen sermaye hareketi serbestliğinin hep koruyucusu oldu.
IMF krize yönelik ülkelerle imzaladığı destek anlaşmalarıyla (stand by) ülkelerin para ve maliye politikalarına yön verdi (2008 krizinde Yunanistan bundan nasibini aldı). Geçmişten bu yana IMF’yle anlaşma yapan ülkelerin çoğu, kısa erimde istikrarı yakalasa da bunun bedeli gelir dağılımının bozulması ve orta sınıfın yoksullaşması oldu.
Özellikle ekonomide popülizmin egemen olduğu ülkelerde hükümetler IMF denetimine girmek istememekte. Bunun bedeli de yüksek faizden borçlanma olmakta ve nihayetinde yine IMF’in kapısına gelmekteler.
Türkiye de bu aşamada. Bugün Dünya Bankası’na evet diyen AKP Hükümeti, tahminimizce kısa süre sonra IMF’yle de nikah tazelemek zorunda kalacak. Hükümet buna mecbur. Çünkü TCMB 818 milyar TL zarar ederken, net döviz rezervleri de hala negatif düzeyde seyretmekte. Üstelik yılın ilk üç ayında bütçe açığı da geçen yıla göre yüzde 105,4 oranında arttı ve 513 milyar TL’ye ulaştı. Yani Hükümet’in ne para politikası ne de maliye politikası uygulama gücü bulunmamakta. Vergi gelirleri tümüyle dolaylı vergilerin üzerine yıkılmış durumda. Bu gelir politikası bir taraftan gelir dağılımını bozarken, diğer taraftan da enflasyon oranını artırmakta.
Bu ortamda IMF’yle anlaşmayı en çok Maliye Bakanı ister diye düşünüyorum. Çünkü kendisinin keyfi kamu harcamalarını durdurmaya gücü yetmemekte.
IMF çözüm olur mu? Şimdilik en azından borç faiz oranı düşer. O kadar. Asıl çözümü biz üretmeliyiz. Buna da Hükümet ve ana muhalefet öncülük etmeli. Fakat her iki kesimin de buna niyeti yok. Onlar kıyma, çorba dağıtma yarışındalar.
Okuma Önerisi: Ömer Faruk Çolak, Ekonomide Masallar Gerçekler.