‘Döviz şöyle bir anda 3’e, 5’e katlasa da bir rahatlasak!'

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ

Dövizin bir anda hızla tırmanması yönündeki dilek, tabii ki benim dileğim değil. Bu Türk halkının genel isteği. Böyle bir durum yaşanırsa adeta tüm toplum olarak bir anda rahat bir nefes alacağız...

“Türk parası zaten çok değerliydi; dolar 70 lira, 80 lira olmalıydı, işte nihayet oldu!”

Bunu söyleyebileceğimiz bir durum yaşansa öyle görünüyor ki huzur bulacağız.

Peki sonuç ne olacak?

Bir ülke insanı, ulusal parasının böylesine değer yitirmesini içten içe ister, bundan memnuniyet duyar mı?

Çok ama çok tuhaf bir durum bu.

Çok büyük bir birikiminiz vardır, onu da döviz olarak tutuyorsunuzdur, o zaman dövizde bir artış olmasını istemenin mantığı var. Ya da döviz kazancı elde eden bir iş sahibisinizdir, yine anlaşılır.

Tasarrufunuz yok ya da çok az, o da döviz değil, sonra tutup “Kur artmalı” diyeceksiniz.

Ya da bankada veya yastık altında 300-500 dolarınız, euronuz var, aynı şekilde o dövizin TL karşılığı biraz artacak diye yatıp kalkıp döviz kurunu izleyecek, dört gözle dövizin artmasını bekleyeceksiniz.

Akıl tutulması!

Toplum olarak adeta akıl tutulması yaşıyoruz.

Enerjide, sanayi üretiminde ve hatta artık tarımsal üretimde bile dışa bağımlı hale gelmiş, dolayısıyla döviz kuru artışını anında fiyat artışı olarak yaşayan bir toplum hep birlikte “Döviz artsın” diye tempo tutuyor.

Kimi çokbilmişler de sürekli olarak “Döviz şu tarihte şu olacak, fırladı fırlayacak” diye vatandaşın beklentisini körüklemekten geri durmuyor.

Dünyada herhalde ulusal parasının değer yitirmesini böyle dört gözle bekleyen, beklemekten öte bu gerçekleştiği takdirde bundan memnuniyet duyacak olan bir toplum yoktur.

Ya kur artışının yükü?

Hadi cebinizde bir miktar döviziniz ya da bankada binlerce dolarınız var... Sahip olduğunuz bu dövizin TL karşılığı arttı diye de memnun oluyor, o yüzden kur yükselsin istiyorsunuz.

İyi de döviz tek başına artıp gitmiyor ki, beraberinde tüm fiyatları da yukarı çekiyor.

Bunu hâlâ görmüyor olabilir miyiz?

En basit örnek; bu ay benzine zam gelmedi, motorinde de indirim yapıldı. Dolar bu ay neredeyse hiç artmadığı için oldu bu.

Dövizin doğrudan maliyet baskısı, bu ay olduğu gibi sıfır baskı, tabii ki diğer mal ve hizmetler için de geçerli.

Ama döviz artışını bahane ederek mal ve hizmetlerine zam yapanlar eksik değil. Bakın bahane ile bile zam yapılıyor; ya bir de dövizde şöyle yüklü artışlar olsaydı?

Cebinizdeki doların TL karşılığı artacaktı da, o TL ile alabileceğiniz mal ve hizmetin fiyatı sabit mi kalacaktı yani?

TL kime göre değerli?

Yanılmaktan bıkmayan ama vatandaşı yanıltmaktan da hiç rahatsızlık duymayan bir kesim var. Dün de yazdığım gibi hiçbir gerekçe ortaya koymadan dövizin hızla artacağını söylemekten hiç geri durmuyorlar.

Bu kişilere göre TL çok değerli ve mutlaka değer yitirmesi gerekiyor.

Peki TL’nin reel olarak değerli olduğu nasıl ölçülüyor, kim ölçüyor bunu?

Türkiye’de TL’nin reel değerini ölçen tek bir çalışma var, o çalışmayı da Merkez Bankası yapıyor ve sonuçlar her ay açıklanıyor. 2003 yılı 100 kabul edilerek yapılan bu çalışmaya göre TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru endeksi bu yıl mart ayında 58 düzeyinde oluştu. Yani TL değerli değil, çok değersiz. Evet değersiz! Bu durum, bizim TÜFE artışını eksik ölçmemizden kaynaklanabilir. Varsayalım TÜFE artışını ancak yarı oranında ölçüyor ve açıklıyoruz; çarpalım 58’i iki ile, elde edeceğimiz düzey 116’dır. Yine de TL’de anormal bir değerlilik söz konusu değil.

Yİ-ÜFE’yi daha gerçekçi bir fiyat endeksi olarak görebiliriz. Ona göre yapılan hesaplama ise reel kur endeksinin mart ayında 88 düzeyinde bulunduğunu gösteriyor.

Peki TL’nin aşırı değerli olduğuna ilişkin görüşlerin dayanağı ne, yok!

Avrupa ile fiyatları eşitlemenin yolu!

Türkiye’nin Avrupa’nın neredeyse en pahalı ülkesi haline geldiği görüşü giderek daha çok taraftar buluyor. Bu görüşte doğruluk payı oldukça yüksek. Bu görüşü dile getirenler, ihracat yapamayacağımız, hatta pahalı olduğumuz için turist çekemeyeceğimiz için kaygı duyuyor. Bu kaygıyı yoğun olarak hissedenler ise ne tuhaftır ki ihracatla ya da turizme hiç işi olmayanlar.

Türkiye’nin Avrupa’nın neredeyse en pahalı ülkesi olmasının önüne geçmenin yolu olarak önerilen ne peki? Dövizi artırmak!

Dövizi artıracağız ki yabancı için 1000 euro 35 bin lira değil, 40 bin lira, 50 bin lira etsin. Böylece Türkiye yabancı için ucuzlasın. İhracatımız artsın, daha çok turist gelsin.

İyi de döviz artınca Türkiye’de fiyatlar aynı düzeyde kalacak mı? Nasıl bir önermedir bu anlayabilen var mı?

Acaba Türkiye’nin görece ucuz bir ülke olmasını sağlamanın yolu enflasyonla mücadele etmekten geçiyor olmasın!

Fiyatlama davranışındaki bu bozulmanın, bu arsız zam yapma furyasının önüne geçmekle olmasın! Dövizi artırarak bu arsızlığa daha çok fırsat tanınmış olmayacak mı? Sonra da kedinin kuyruğunu yakalamaya çalışması gibi...

Dövizi artır, fiyat artsın; fiyat artınca dövizi artır...

Olacakları öngörmek başka, onaylamak başka

Ekonomi yönetiminin dövize ilişkin bu yılki amacı belli; TL’ye reel olarak değer kazandırmak, böylece fiyatlar üstündeki kur baskısını azaltmak. Seçimden sonraki bir ay da bu şekilde geçti. Dün bunu yazdım ya, aman ne eleştiriler, ne eleştiriler!

Türkiye’de kur bir gecede artarmış, nereden biliyormuşum hızlı artış olmayacağını! Bir kere ben artış olmaz demedim ki. Ayrıca, Türkiye’de kuru ekonominin değil, siyasetin belirlediğini de yazdım.

Bu konuda dün yazdığımı bir kez daha hatırlatayım:

Doğru bir politikadır ya değildir, sürdürülebilir ya da sürdürülemez; bunlar bir yana bu yıl enfl asyonla mücadelede kullanılacak araçlardan biri Türk parasının reel olarak değerlenmesi.

Bu görüşe Merkez Bankası kim bilir kaç raporunda ve açıklamasında yer verdi.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bunu kaç kez dile getirdi.

Yine söylüyorum; bu politikanın doğru olup olmadığı ya da sürdürülebilirliği ayrı bir konu. Ama bu yıl izlenecek politika bu.

Ben bunları yazarken bir fotoğraf çektim, bir saptamada bulundum yalnızca.

Üstelik benim yazdığım yalnızca döviz yönünden öngörülen ve seçimden sonraki nisan ayında olanlara ilişkindi. Sevgili dostum Servet Yıldırım Ekonomi Gazetesinde 29 Şubat 2024’te seçim sonrasında olacaklara ilişkin öylesine somut öngörülerde bulunmuştu ki, şimdi o öngörülerin hepsi teker teker çıkıyor. O yazıyı mutlaka okumanızı öneririm.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
ALAATTİN AKTAŞ YAZDI 13 Kasım 2024