Döviz kuru sahipsiz

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI

Bu yazıyı yazarken ABD Doları 8.28 TL olmuştu. Eğer paradan altı sıfır atılmasa idi 1 Dolar= 8.280.000 TL’ye ulaştı diyecektik. Bu bir rekor. Döviz kuru bu düzeye yükselmiş iken, yılın son enflasyon raporunu açıklamak için basın toplantısı düzenleyen TCMB Başkanı 2020 yılsonu enflasyon tahminlerini yüzde 8.9’dan yüzde 12,1 yükseldiğini söyledi. Başkan artan kur karşısındaki tavırları içinde “bir kur tahminlerinin mevcut olmadığını” ifade etti. TCMB Başkanı bunu söylerken aslında döviz kuruna müdahale etme olanaklarının kalmadığını da itiraf etmiş oldu.

TCMB çaresiz

TCMB, 1994 ve 2001 krizinden sonra ilk defa bu kadar çaresiz. Bugünkü durum 2001’den de beter. Çünkü 2001 krizinde döviz kuru patlayınca TCMB faiz silahını çekmiş ve yıl bitmeden kur Ağustos 2001 düzeyinin altına gelmişti. Şimdi TCMB politika faiz oranını da kendisi belirleyemiyor, hükümet ne olacağına karar veriyor. Bundan dolayı da Türkiye, yılbaşından bu yana ulusal parası en fazla değer yitiren (yüzde 39,1) ülke unvanını aldı. Türkiye’yi %26.1 ile Brezilya ve %24.7 ile Arjantin takip etmekte. Türkiye’nin bu ülkelerden farkı Brezilya’nın cari açık oranının düşük olması, Arjantin’in ise cari fazla veriyor olması.

Döviz kuru genel olarak iki farklı sistem ile idare edilir: Sabit döviz kuru, esnek döviz kuru. Eğer sermaye hareketleri serbest iken sabit döviz kuru uyguluyorsanız krize girmeniz kaçınılmaz. Tıpkı 2001 yılında olduğu gibi. Bunun istisnası ülkenin yüksek döviz rezervine ve sürekli döviz girişi olmasıdır. Bu durumda krizden kurtulursunuz. Sabit döviz kuru sisteminin olmazsa olmazı sermaye kontrolünün olmasıdır. Esnek döviz kuru sisteminde Merkez Bankası açık açık kur tespiti yapmasa da sahip olduğu araçlarla döviz kurunu istediği düzeyde tutmaya çalışır. Burada belirleyici olan kısıt cari açık düzeyidir.

Türkiye 2001 krizi sonrası geçtiği esnek döviz kuru sisteminde yüksek cari açık vermesine rağmen döviz kurunu istikrarlı düzeyde tuttu. Bu başarıyı bütçe açığını düşük tutarak, özelleştirme gelirlerinden gelen kaynak ve uluslararası likidite bolluğu sayesinde sağladı. Buna elbette 2006 yılından 2011 yılına değin uygulanan kurala dayalı para politikası (enflasyon hedeflemesi) da büyük destek verdi. AK Parti 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliğinin ardından 2011 seçimlerini de kazanınca kurala dayalı para politikasından uzaklaşmaya, TCMB’nin özerkliğine karşı çıkmaya başladı.

Bu tavır çok şaşırtıcı değildi. Çünkü Anayasa değişmişti. Bağımsız Cumhurbaşkanı’nın (Ahmet Necdet Sezer) atadığı son özerk TCMB Başkanı Durmuş Yılmaz idi. Ondan sonra gelen TCMB Başkanı’nı sözde partisiz Cumhurbaşkanı atadı. Erdem Başçı TCMB Başkanı iken hükümet tarafından yemediği laf kalmadı. Kendisinden sonra gelen Başkanlar ise partili Cumhurbaşkanı’nca atandı. Yani TCMB’nin yasal bağımsızlığı kalmadı.

Bu ortamda yaşadıklarımızı dış güçlere bağlamak kolaya kaçmak olur. Gerçekçi nedenleri sırlayalım:

■ TCMB’nin yasal, araç ve amaç bağımsızlığının yok edilmesi,

■ Genişlemeci para ve maliye politikası izlenmesi,

■ Sermaye hareketlerine bağlı inşaat sektörü odaklı büyüme modeli,

■ Döviz cinsinden borçlanmanın yüksek olması

■ İzlenen dış politika,

■ En önemlisi Türkiye’nin hukuk devleti olmaktan uzaklaşması. 

Tüm bunlar bir araya gelince portföy yatırımı ve doğrudan yabancı yatırım Türkiye’yi gözden çıkardı. Bankalar yurtdışından kredi bulmakta zorlanmaya başladı. Artan kur üretimi de ihracatı sekteye uğrattı. Tüm bunlara rağmen kamu tüketmeye ve verimsiz yatırımlara devam etti. Yani döviz kuru artışı 2014’den bu yana geliyorum diyordu. Duyan olmadı. Duyanlar da “Midas’ın Berberi” gibi davrandı. 

Döviz kuru artışı durdurulmalı   

Bunun için şimdilik kısa vadede yapılacak olanları sıralayalım, çünkü uzun vadeli kalıcı çözüm için bu köşe yetersiz kalır.

Hiç istemezsem de IMF ile anlaşma yapılmalı,

TCMB Hükümet’ten çekindiği için doğrudan faiz oranını artırmıyorsa mevduatta kanuni karşılık oranlarını yükseltmeli, 

Umumi disponibilite uygulamasına geçilmeli,

Kamu verimsiz yatırımlardan vazgeçmeli, 

SGK’nın bütçe yükünü azaltmak için (2020’nin ilk dokuz ayında SGK’ya 65 milyar TL aktarıldı, bu da bütçe açığının yüzde 49’una denk gelmekte) sağlık sisteminde denetime geçilmeli, Suriyeliler başta olmak üzere göçmen sayısı hızla azaltılmalı,

Öncelik KOBİ’lerde olmak üzere üretimi ve istihdamı artırmak için özel sektör teşvik edilmeli, sektör önceliği inşaattan alınıp ihracat odaklı sektörlere verilmeli. Popülizm hastalığından kurtulmak için kurala dayalı iktisat politikasına geçilmeli. 

Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun. Kurucu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK ve Cumhuriyet devrimi önderlerini minnetle, saygıyla, sevgiyle anarım.

Haftanın okuma öneri: İktisat ve Toplum Dergisi, Popülizm Özel Sayısı, Mayıs 2020.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Gizli veri 02 Ekim 2024
Venezuela’nın kaderi 21 Ağustos 2024