Dört kritik zirvenin ardından…
Uluslararası ilişkiler açısından çarpıcı bir hafta oldu: Önce G-7 zirvesi, ardından NATO zirvesi, ABD ile Avrupa Birliği’nin zirve toplantısı ve son olarak ABD Başkanı Joe Biden ile Rusya Lideri Vladimir Putin’in buluşması.
Herkesin beklediği, 20 Ocak’ta resmen göreve başlayan ABD Başkanı Biden’ın “sahneye çıkışına” da vesile oldu bu zirveler.
Sonuçta Biden çok tecrübeli bir siyasetçi olduğunu gösterdi, herkesin nabzına göre şerbet verdi, istediklerini aldı. Bunları alırken de, karşısına pazarlık için oturanların “mutlu ayrılmalarını” da sağladı.
Avrupalıların en büyük endişesi, ABD yönetiminin istediğini yapıp, Çin’i “en büyük tehdit” olarak kabul etmenin maliyetiydi. Trump döneminde içe kapanmış, NATO gibi Atlantik’in iki yakasını bir araya getiren örgütlerden elini olabildiğince çekmiş bir ABD’yi tecrübe eden Avrupa ülkeleri, başlangıçta Biden’ın “ABD geri döndü” sloganına da tereddütle yaklaşıyorlardı. Sonuçta dört yıllık Biden Başkanlığının ardından ABD’de Trump benzeri bir Başkan’ın seçilmeyeceğinin herhangi bir garantisi olmadığı herkesin malumu. Ancak Biden, ABD’nin Batı ittifakına daha büyük bir güçle döndüğüne de, Çin’e karşı Batı birliğinin “elzem” göründüğüne ikna etti Avrupalıları. Hem NATO bildirisinde, hem de ABD-AB bildirisinde en dikkat çeken bu “ikna edilmenin” yazıya döküldüğü satırlar oldu.
O kadar ki, Trump döneminde “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” diyen Fransa Cumhurbaşkanı Macron bile, İttifak üyelerinin NATO bütçelerini artırmaları konusundaki Amerikan talebine “hayır” diyemedi.
NABZA GÖRE ŞERBET…
Biden seçim kampanyası ve Başkanlık döneminin ilk aylarında sürekli “demokratik ülkeler ile otokratik rejimler” arasındaki mücadeleden bahsediyordu. İnsan haklarını, demokrasiyi tüm uluslararası ilişkilerinde öncelik olarak koyacağını açıklıyordu.
Ancak daha ilk yurtdışı gezisinde bu tavır -unutulmasa bile- yumuşatıldı. Bunun nedeni basit; bırakın Putin tarafından “tek adam” rejimiyle idare edilen Rusya’yı, ABD-Avrupa Birliği zirvesinde bile Biden’ın karşısına Macaristan gibi, Polonya gibi ülkelerindeki yönetim sistemini gün be gün otokrasiye yönelten liderler oturdu.
Biden, ne Putin’le görüşmesinde, ne de hem Kongre, hem de Batı basını tarafından ülkesinde demokrasiyi geriye götürmekle eleştirilen Cumhurbaşkanı Erdoğan’la buluşmasında -en azından kamuoyu önünde- hiç demokrasinin nimetlerini övmeye kalkmadı. Liderlere “duymak istediklerini” söyledi, görmek istediklerini yaptı.
Cenevre’deki Putin buluşmasında mesela; bir yanda Çin’in yükselişi, diğer yanda ABD ile Avrupa’nın safları sıklaştırması karşısında, Rusya’nın “geride kaldığı” algısını yıkmaya çalışan Putin için, “ABD Başkanı ile eşitsin” mesajı verildi kamuoyuna. Putin o kadar memnun olmuş olmalı ki, görüşme sonrasında “Biden’la baş başa görüşmemiz yaklaşık iki saat sürdü.
Diğer tüm dünya liderleri bu kadar dikkate alınmıyorlar” cümlesini bile sarf etti. Görüşme sonrasında Kremlin’e yakın medya organlarında da Biden’a yönelik saygılı ifadeler, Putin’e yönelik “eşit” tavrından ötürü takdir dikkat çekiciydi. Nitekim ABD-Rusya zirvesi de iki tarafın karşılıklı olarak “kırmızı çizgilerini” yeniden kayda geçirmeleriyle son buldu.
Rusya için “arka bahçesi” gibi gördüğü Ukrayna’nın Batı İttifakı’na -şimdilik- kabul edilmeyeceğinin güvencesi, ABD için ise hem siber saldırılar konusunda Moskova’nın geri duracağına ilişkin izlenim, hem de stratejik silahların sınırlandırılması görüşmelerinin yeniden başlamasıyla yapılacak milyarlarca dolar tasarruf oldu.
“HAMDOLSUN…”
Benzer bir durum Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Biden arasındaki görüşmede de yaşandı. Biden ikili görüşme sonrasında “çok verimli geçti” dışında herhangi bir cümle sarf etmedi, açıklama yapmayı Erdoğan’a bıraktı. Hatta Beyaz Saray’dan bile görüşmeye ilişkin herhangi bir yazılı açıklama yapılmadı. Böylece Biden-Erdoğan zirvesinin tonunu ayarlama şansı, Türk Cumhurbaşkanı’na bırakıldı.
Erdoğan’ın bu durumdan memnuniyeti de zaten, daha bir gün önce Biden’a “hesap soracağını” ima ettiği 1915 olaylarının “soykırım” olarak tanınması konusunda, görüşme sonrasında “hamdolsun” notuyla “gündeme gelmediğini” söylemesiyle ortaya çıktı.
Sonuçta o çok beklenen ve istenen ikili güler yüzlü fotoğraf alınmış, Beyaz Saray’ın açıklama yapmaması nedeniyle de ABD tarafının Türkiye’deki demokrasinin geri gidişini eleştirip eleştirmediği havada bırakılmıştı. Daha ne olsun? Biden da o fotoğraf ve sessizlik karşılığında, kendi askerlerini korumak için çektiği Afganistan’a gönderecek askeri gücü bulmuş, Mehmetçiğe çok tehlikeli Kabil Havaalanı görevi yolu açılmış oldu.
Üstelik Kabil havaalanının güvenliği değil sadece konu; Halihazırda Birleşik Arap Emirlikleri firmasının işletmekte olduğu Kabil Havaalanının işletmesini de devralmaya talip AK Parti hükümeti. Kim bilir? BAE firmasının zorluk çıkardığı Katar havayollarına da kolaylıklar sağlanır belki işletme el değiştirirse… Sonuç olarak; Dört kritik zirvenin sonucu ABD açısından tam bir “kazan-kazan” durumu olarak nitelendirilebilir. Diğerlerinin ise ne kazanıp, ne uğruna neyi kaybettiği zamanla ve çokça acıyla anlaşılacak gibi…