Disney+’taki Atatürk belgeseli, Prag’daki Atatürk heykeli…

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ

Türkler lehine olduğu düşünülen eylemlerin engellenmesini meşrulaştırmak için Türklerin 1915 yılında Ermenilere karşı soykırım uyguladığı fikrine sık sık başvurulur. Kısa bir süre önce de, iki ayrı olayda yabancı aktörler bu mantığı kullanarak Türkiye lehine olumlu hava estireceği düşünülen eylemlere karşı çıktılar. Bunlardan birincisi kamuoyunda yaygın ilgi uyandırmış, ikincisi ise şu sıralarda uyandırmaya başlamıştır.           

Disney+ şirketi dünyadaki kanallarında yayınlanmak ve tüm abonelerine sunulmak üzere Atatürk ile ilgili bir filme yatırım yapmıştır. Ancak şirket bilahare filmin sinemalarda gösterilmesine fakat dünyadaki kanallarında gösterilmemesine karar vermiştir. Amerikan Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA) hemen Disney+ firmasının kendilerinden kaynaklanan “baskılara” olumlu tepki verdiğini açıklamıştır. Türk hükümeti kararı protesto etmiş, bazı aboneler de bu firmadaki aboneliklerini iptal edeceklerini ilan etmişlerdir. Şimdilik bütün bu eylemler Disney+ firmasının planlarını değiştirmesine yol açmamıştır. Sorun gündemden tamamen düşmemiş olsa bile güncelliğini yitirmiş görünmektedir. Türk hükümetinin firmayı Türk piyasasında mahrumiyete sokacak önlemler alıp almayacağı belli değildir.          

İkinci olay nispeten yenidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yüzyılını tamamlamasını kutlamasının nişanesi olarak, Türkiye’nin Prag Büyükelçilik binasının yakınındaki bir parka Mustafa Kemal Atatürk’ün bir heykelini koymayı planlamıştır. Ancak parkın bulunduğu ilçe belediye meclisinin bazı üyeleri Türklerin 1915’te Ermenilere karşı soykırım uyguladığı gerekçesini öne sürerek Türk önderin heykelinin ilçelerindeki parka konmasına karşı çıkmışlardır. İlçe belediyesi bu tercihi kabule yatkın gözükmektedir. Türkiye Büyükelçisi itirazın bir kısım azınlık gruplarından kaynaklandığını ama belediye başkanının meclisteki çoğunluğunu korumak için onlara muhtaç olduğunu belirtmiş, yine de heykelin planlandığı gibi dikileceği konusundaki kararlılığını dile getirmiştir. Artık alışılmış olan bir kalıbı da sözlerine eklemiş, “bu eylemin arkasında Türkiye karşıtı bir takım gruplar bulunuyor” demiştir. Prag’taki ilçe belediyesi ile kardeşlik bağları bulunan Türkiye’deki ilçe belediyesi ise, derhal kardeşlik anlaşmasını fesh edebileceğini beyan etmiştir. Anlaşmazlığın nasıl bir seyir izleyeceğini hep birlikte izleyip göreceğiz.              

Bir kısım Ermeni diaspora cemaatinin, gerçekleştiğini ileri sürdükleri soykırımın anısını yaşatmaya gayret ettiklerini izaha gerek yoktur. Bunu yapabilmelerinin tek yolu da Türkiye ve Türklere karşı her türlü düşünceyi, pek de seçici olmadan, her fırsatta tahrik etmektir. İlginçtir ki, Ermeni hükümeti, ülkelerinin barış ve refahının Türkiye ile iyi ilişkilere bağlı olduğunun idrakında olduğundan, diasporanın izlediği faaliyetlere katılmamaktadır. Kanaatimce, diasporanın Türk aleyhtarı tutumunun altında yerleştikleri toplumlarda eriyerek kaybolma olasılığına karşı kimliklerini koruma endişesi yatmaktayken, kimliğini koruma konusunda diasporaya benzer bir sorun yaşamayan Ermenistan Cumhuriyeti komşusuyla ilişkilerinde daha itinalı davranmaktadır.              

Diasporanın faaliyetlerinin devam edeceğine şüphe yoktur. Halihazırdaki Türk hükümetinin dünyada hayranlık uyandırmaması, diasporanın gayretlerinin daha fazla destek bulmasına yol açmaktadır. Türkiye’nin daha popüler olduğu dönemlerde ise ülkeler acaba Türkiye ne der diye düşünüp, ülkemizle iyi ilişkileri tercih edebiliyorlardı. Esas sorun, Türkiye aleyhine ileri sürülen iddiaların zaman içinde yerleşiklik kazanmasından ve uluslararası alanda ülkemize nasıl bakılacağı ve ülkemizin nasıl değerlendirileceğini belirleyen bir zihni çerçeve oluşturabilmesinden kaynaklanmaktadır. Bazı Türk gözlemcilere göre şahit olduğumuz olay, çoğu zaman misyonerlerin tarafgir raporlarıyla da beslenen, Batı’nın geleneksel Türk ve Müslüman düşmanlığıdır. Bunların ithamlarına cevap vermeye çalışmak vakit israfından ibarettir. Bunun yanında daha küçük bir akademisyen grubu ise Türkiye’ye yöneltilen tüm ithamların doğru olduğunu ve Türkiye’nin suçunu kabul etmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Ben gerçeğin bu iki uç arasında bir yerlerde olduğu kanaatindeyim.           

Pekiyi, gerçeği nasıl belirleyeceğiz? İlkin belirtelim ki, incelenen belgelere ve döneme bağlı olarak aynı konuda birden fazla “gerçek” olabilir. Buna her belgenin, kayıt tutan aktörlerin önyargılarını ve çıkarlarını barındırdığını da eklememiz gerekiyor. Ayrıca açığa çıkarılan bazı “gerçeklerin” konuya taraf olan bazılarını rahatsız edeceği ve saklanması için baskılar doğacağının da bilincinde olmalıyız. Bütün bunlara rağmen “gerçeğin” peşinde koşan ve bulgularını açıklamayı şiar edinmiş araştırma merkezlerinin gelişmelerini teşvik etmeliyiz. Bu merkezlerin faaliyetlerini “inkarcılık” üzerine değil, “gerçeği bulmak” üzerine inşa ettiklerinden de emin olmalıyız. Bu zor, uzun bir yoldur ama başka bir yol olduğunu da sanmıyorum.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Şerefli yalnızlık 23 Eylül 2024