Dış siyasetin araçsallaştırılması iyi bir fikir değildir
Amerikan başkanı seçilen kişiler genellikle yüklü bir iç siyaset gündemiyle göreve başlarlar. Ancak, kısa sürede Amerikan siyasi sisteminin karışıklığının bu gündemi gerçekleştirmelerine izin vermeyeceğini görürler. Çözümü, güçlerinin daha az sınırlamaya tabi olduğu, kamuoyunun daha az bildiği ve ilgilendiği, kolayca başarılı olduğunuzu iddia edebileceğiniz dış siyasete yönelmekte bulurlar. İnsan, acaba Türk hükümeti de bu yolu mu seçti diye düşünmeden edemiyor.
Son zamanlarda Türk hükümeti daha erken dönemlerde arkasına aldığı kamuoyu desteğinden mahrum kalmıştır. Seçmen, oyunu belirleyen güçlü endişenin iktisadi koşullar olduğunu düşünmeye başlamıştır, hükümetin izlediği siyasetten memnun gözükmemektedir. Enflasyon yüksektir, ücretler artan fiyatların gerisinde kaldığından kitleler daha önceleri yaşamadıkları oranda fakirleşmişlerdir. Gelir dağılımı bozulmaya devam etmektedir. Ulusal bütçe önemli açıklar vermekte, ödemeler dengesi ülke aleyhinde süregelmekte, ülkeye pek az dış yatırım girmektedir. Hükümet vergileri ve kamu hizmetlerinin bedellerini yükselterek kemer sıkmaya yönelmişse de, kendi işlerinde herhangi bir tasarruf tedbiri uygulamamaktadır. Özetle, hükümet olumsuz gidişi tersine çevirecek siyasetleri devreye sokamamıştır. Bazı gözlemciler, hükümete destek verenlerin çıkarlarının, hükümetin gereken tedbirleri almasına engel teşkil ettiğini söylüyorlar. Bu koşullar altında hükümetin Amerikan başkanlarının uyguladığı dış siyasete odaklanmak metoduna dönmesine şaşmamalıdır. Kitleleri arkanıza almanın en kolay yolu ülkenin acil bir durumla karşı karşıya bulunduğunu ilan etmek, iç siyaset çatışmalarından vazgeçerek hükümetin arkasında birleşmeyi, kötü niyetli dış aktörlerin karşılarında zararlı tasavvurlarını uygulamaya fırsat bırakmayacağı bir ülke bulmalarını istemektir.
Türk Cumhurbaşkanı sık sık yabancıların Türkiye’ye kurduğu tuzaklardan söz etmekte, ülkenin bu tuzaklara düşmemesi gerektiğini belirtmekte, kendi önderlikleri sayesinde tüm tuzakların imha edildiğini ilan etmekteydi. Bu bulanık cümlelerde tuzağı kimlerin kurduğu açıkça ifade edilmese de, çoğu vatandaş ABD ve AB’nin kast edildiğini düşünüyordu. Ancak bu defasında hassaten İsrail’in savunduğunu ileri sürdüğü tasavvurlara karşı çıkılmış, bu ülkenin Türkiye’den toprak almak istediği ilan edilmiştir. Cumhurbaşkanına göre İsrail “Vaat Edilmiş” toprakları ele geçirmeye yönelmiştir ki bunlar arasında Türkiye’nin Güney ve Güneydoğusu da bulunmaktadır. İsrail bayrağındaki iki mavi çizgi aslında İsrail’in ele geçirmek istediği toprakların Nil ve Fırat nehirleri tarafından oluşturulan sınırını simgelemektedir. İsrail hükümetinin gayretleri tamamen bu hedefi gerçekleştirmeye dönüktür.
Medyanın büyük bölümünün hükümet çizgisinden ayrılmadığı bir ülkede İsrail’in amaçlarına ilişkin düşüncelerin ülke dışında ne kadar ciddiye alındığını tartmak pek kolay olmamaktadır. Ülke dışında yerleşik ve hükümetlere bağlı olmayan kaynaklara bakılacak olursa, Türk topraklarının bir tehlike karşısında olduğu ciddi bir olasılık olarak değerlendirilmemiştir. Nitekim, değerlendirme üzerinde durulmamış, tartışılmamıştır. Yine de, öneriyi incelemek, İsrail’in Türk topraklarını işgal planı olup olmadığı konusunu değerlendirmek mümkündür. Belki çözümlememize şöyle bir gözlemden başlayabiliriz: Dünyanın birçok ülkesinde maksimalist toprak talepleri olan marjinal siyasal akımlar vardır, bunları kimse ciddiye almaz. Aslında Türkiye’de de Osmanlı İmparatorluğunu tekrar ihya etmek isteyen ya da Türk dünyasını tek bir devlete dönüştürmeyi özleyen akımlar mevcuttur. Önemli olan husus, hükümetin böyle tasavvurlara sürekli destek vermekte, kaynak tahsis etmekteki kararlılığıdır. İsrail’in Türkiye’den toprak taleplerine bu açıdan bakıldığında, kesin cevap böyle bir hedefin olmadığıdır.
Görünüşe göre, İsrail hükümeti Gazze’de tamamen kendi otoritesini geçerli kılmayı istemektedir. Bana soracak olursanız, aynı niyeti Batı Şeria için de beslemekte, böylece hem iki devletli çözümün önünü kapamayı hem de Filistin devletine tahsis edileceği söylenen toprakları tamamen ele geçirmeyi öngörmektedir. Buna karşılık Lübnan ve Suriye’ye, İsrail için varlıksal tehdit oluşturan İran’ın vekili Hizbullah’ın bu ülkelerdeki varlığına son vermek için saldırmıştır. Zaten İran da İsrail’e aynı nedenle meydan okumakta, İsrail’in varlığını ve meşruiyetini kabul etmemektedir. Şüphesiz, İsrail’in Gazze’deki vahşetini kabul etmek mümkün değildir, ancak İsrail’in İran’ın vekili güçleri tasfiye etme gayretinin Türkiye’nin çıkarlarına tamamen ters düştüğünü iddia etmek de pek kolay gözükmemektedir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin İsrail’in topraklarına göz diktiği iddiası, Türk hükümetinin seçmen desteği kaybını telafi maksadıyla ileri sürülmüşe benzemektedir. Ancak, dış siyasetin iç siyasete dönük olarak araçsallaştırılması pek iyi bir fikir değildir, beklenmedik dış siyaset sorunlarına yol açabilir. Buna karşılık, önümüzdeki olayda yapılacak en iyi şey, sanıyorum söylenen sözleri fazla ciddiye almamaktır.