Dış ilişkiler kampanyanın dışında kalmalı
Adam dönmüş, arkadaşına sormuş: “Hatırlıyor musun, bir evliya vardı, kızını kuyuya atmıştı?” Arkadaşı, biraz da şaşkınlıkla cevap vermiş: “Galiba kastettiğin evliya değil peygamber. Kızını kuyuya atmadı, Tanrı’ya kurban edecekti ama Tanrı ona kurban etsin diye bir kuzu yolladı.” Birisinin söylediklerini düzeltmeye nereden başlayacağımı kestiremediğim zaman aklıma hep bu hikaye gelir. Pekiyi bu defa hikayeyi aklıma getiren nedir? Açıklayayım: Sayın Cumhurbaşkanımız, Amerikan Büyükelçisinin ana muhalefetin lideri ve cumhurbaşkanı adayı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu ziyaret ettiğini öğrenince kızmış, büyükelçinin yürütmenin başıyla görüşmesi gerektiğini, hükümette olmayan kişilerle görüşmesinin uygun olmadığını beyan etmiş. Kızgınlığını o noktada da gemleyememiş, Amerikan Büyükelçisinin bundan böyle kendisiyle görüşemeyeceğini, kapısının kapalı olduğunu beyan etmiş.
Sayın Cumhurbaşkanımız bu konuşmasını, Türkiye’nin bağımsızlığını ve refahını hiç durmadan bozmaya çalışan, ülkenin iç siyasetini kendilerini memnun edecek biçimde şekillendirmeye uğraşan dış düşmanlara karşı kızgınlık ifade edilmesinden keyif alan bir topluluk karşısında yapmış. Konuşma gelecek seçimlerde kendisine oy vermeleri için tahrik ettiği zenofobik bir kalabalık önünde yapılmış olsa da, maalesef hem ulusal hem de uluslararası alana ulaştığından, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı memnun etmeyecek sonuçlar doğurabilir gibi gözüküyor.
Büyükelçiler, görevlendirildikleri ülkelerdeki gelişmeleri kendi hükümetlerine aktararak, kendi ülkelerinin dış siyasetini belirlemeye katkıda bulunurlar. Verdikleri raporlar ne kadar gerçekçi olursa, kendi ülkelerinin hizmet ettikleri ülkeye dönük siyaseti de o oranda bilgiye dayalı ve gerçekçi olur. Daha güvenilir bilgiler edinmeleri ve daha güvenilir değerlendirmeler yapabilmeleri için, büyükelçilerin sadece hükümet yetkilileri ile değil, muhalefet temsilcileriyle de konuşmaları tabiidir. Muhtelif liderlerle seçim öncesi yapılacak görüşmeler daha da fazla önem arz eder çünkü büyükelçiler seçim sonucu iktidar değişecek olursa, ülkenin dış siyasetinde değişiklik olup olmayacağını, olacaksa ne yönde olacağını kestirmeye çalışırlar.
Büyükelçilerin görevli bulundukları ülkelerin iç siyasetine müdahale etmemeleri beklenir. Ancak geçmişte bu kurala müttefikler arasında bile her zaman titizlikle uyulmamıştır. Örneğin, Soğuk Savaşın hüküm sürdüğü yıllarda İtalyan Komünist Partisi’nin seçimleri kazanıp, ülkelerini NATO’dan çekeceklerinden ve tüm NATO sırlarını Sovyetlerle paylaşacaklarından endişe edilirdi. Bu sonucu engellemek için kapsamlı ve örgütlü çabalar yürütülür, Komünistlerin ulusal seçimleri kazanmaları engellenmeye çalışılırdı. Bu amaçla NATO üyesi diğer ülkelerin büyükelçileri, diğer bazı örgütler ve kurumlarla işbirliği halinde seçimleri Hrıstiyan Demokratların kazanmasına gayret ederlerdi. Ancak, ifade etmeye çalıştığım gibi, bu eylem bir büyükelçinin tekil çabalarından ibaret olmayıp, kapsamlı organize bir çabaydı. Buna karşılık, Amerikan büyükelçisinin ana muhalefet liderini ziyareti Türkiye’deki seçimleri etkilemeye dönük eşgüdümlü bir çabanın parçasıymış gibi gözükmüyor.
Bir büyükelçinin görevli olduğu ülkede yararlandığı hakların mütekabiliyet esasına göre şekillendiği unutulmamalıdır. Bu çerçevede tekrar Soğuk Savaş dönemini hatırlayacak olursak, Sovyet Hükümeti Moskova’da görev yapan yabancı diplomatların kentin birkaç kilometre dışına bile çıkmalarını yasaklamıştı. Bir diplomat kent dışına seyahat etmek istediğinde özel izin alması gerekiyordu. Kısıtlamaların amacı, yabancı diplomatların sadece Sovyet rejiminin öngördüğü şeyleri görmeleri ve duymaları idi. Buna ilaveten tüm diplomatların aslında casus olduklarından kuşku duyuluyor ve hareketlerinin izlenmesi gerektiğine inanılıyordu. Tabii, bu kısıtlamalar karşısında, Sovyet diplomatlarına da bulundukları ülkelerde seyahat kısıtlamaları getiriliyordu.
Örneklerini verdiğim kısıtlamaların faydalı olup olmadığına okuyucularım karar versinler. Ben, beni endişelendiren bir olasılıktan söz etmek istiyorum: Eğer Türk hükümeti Amerikalı diplomatların yüksek rütbeli görevlilerle görüşmelerini engeller ve Birleşik Devletler de aynı seviyede karşılık verirse ne olacak? Şu sıralarda Amerika ve Türkiye arasında bir dizi anlaşmazlık bulunuyor. Bunlarla ilgili olarak Amerika’da dış siyaset yapımında rol alan muhtelif mercilerle görüşülmesi gerekmektedir. Türk Büyükelçisi’nin Amerikan Dışişlerinde yürüteceği temasların ötesinde yasama organlarındaki komisyonların liderleri ve üyeleriyle, diğer bazı kurumların sorumlularıyla da görüşmeler yapması söz konusudur. Diplomatlarımız bunları gerçekleştirmeye imkân bulamadıkları takdirde, ülkemizin açıklamalarını, isteklerini ve endişelerini ilgili mercilere aktaramaz duruma düşeceklerdir.
Her halükarda, bir büyükelçinin bulunduğu ülkede devlet başkanı ile görüşmesi istisnai bir durumdur. Şimdilik, Amerikan büyükelçisine uygulanacağı ifade edilen boykotun Cumhurbaşkanı dışında kimleri kapsayacağını bilmediğimiz için, ne gibi sonuçlar doğuracağını kestirmek de zordur. Ayrıca Cumhurbaşkanımızın bu tür konularda sıkça fikir değiştirdiği de bilinmektedir. Şu an için söyleyebileceğimiz tek şey, dış siyaset meselelerini seçim kampanyasına katmak zaafına kapılmamak herhalde daha doğru olurdu.