Devletin ve bankacılığın krizinden sonra şimdi de derin reel sektör krizi!...
Ekonomimizdeki sorunlar yapısal… 1994 yılında devletin krizi vardı, 2001 yılında bankacılık krizi oldu, şimdi de reel sektörün krizi var.
Ekonomimize ve ekonomik göstergelere çok kısa erimli baktığımız için uzun vadede önümüzü göremiyoruz ve uzun süreli geçmişimizi de unutuyoruz.
Sadece iki makroekonomik büyüklüğe baktığımızda bunu görebiliyoruz.
Örneğin büyüme…
Büyüme son 20 yılda büyüme tam anlamıyla inişli ve çıkışlı bir tablo sergilemiş. Örneğin bankacılık krizinin yaşandığı 2001 yılında büyüme eksi yüzde 5.9 iken 2004’de yüzde 9.5’e fırlamış ve 2009’a kadar daha düşük oranlı olsa da büyüme devam etmiş. 2009’da yine daralma yaşanmış ve yüzde 4.8 oranında küçülmüşüz. Hemen 2 yıl arkasından rekor büyüme gerçekleşmiş ve yüzde 11 olmuş. Ama 2012’de yüzde 5’ in bile altına gerilemiş. Artık büyüme oranı 2018’de yüzde 3.1, 2019’da yüzde 0.9, 2020’de yüzde 1.6 oranlarıyla büyüme zayıflamaya devam etmiş. Gördüğümüz gibi istikrarlı ve sürdürülebilir bir büyüme gerçekleşmemiş. Bir büyümüşüz bir küçülmüşüz…
Gelelim enflasyon belasına…
Aynı döneme baktığımızda enflasyonda da benzer zigzagları görüyoruz. Enflasyon 2005’de yüzde 7.72 iken 2009 küresel kriz yılında yüzde 6.53’e gerilemiş, ama 2011 yılı sonunda da iki haneli olarak 10.45 gerçekleşmiş. Son yirmi yılın en düşük enflasyon oranı 2012 yılında yüzde 6.16 olmuş. Artık 2018 yılında bu kez çift hanenin bir üst dilimine geçilmiş ve yüzde 20.30 enflasyon yaşanmış.
Şimdilerde de yüzde 20’lere yakın oranın 16-17 bandına çekilmesi çabası var.
Görülüyor ki ülkede ciddi bir enflasyon olgusu var. Çağdaş dünyanın yüzde 2-3’lerde yaşadığı enflasyon oranını bu rakamlarda sürdürme olanağı yok. Örneğin ABD’nin salgın sonrası enflasyon oranının yüzde 5-6 bandına yükselmiş olmasına yönelik programlar ve FED politikaları ortada.
Ekonominin kamu, finans ve reel kesim ile ilgili hemen hemen bütün sonuçları sorunlu, daha doğrusu sağlıksız.
Biz ne yapıyoruz?...
Günü birlik yaşıyoruz. Hedeflerimizi ve sorunlarımızı kısa vadeli görüyoruz. Bu durum çok sağlıksız bir işleyiş anlamına geliyor.
Örneğin 10 büyükelçinin ortak duyurusunun yarattığı fırtına ile dolar 9.85 lirayı görmüşken şimdi ani bir düşüşle 9.45 bandına gerilemiş durumda. Konuyla ilgili analizlere göre 9.25’e kadar gerilemesi ve sonra tekrar yükselmesi gündemde.
Bir günde dolarda bu kadar hızlı çıkışın ve düşüşün sağlıklı bir şey olduğu söylenebilir mi?
Türkiye’nin ekonomi tarihine bakıyoruz, tüm makroekonomik göstergelerin çok dalgalı seyrettiğini görüyoruz. Bu arada 1994 yılında devletin kriziyle karşılaşıyoruz ve krizi aşmak üzere bir istikrar programı uyguluyoruz. Aynı şekilde 2001 yılında Anayasa’nın fırlatılmasıyla bankacılık sektörü krizine giriyoruz. Burada da 21 banka kapatarak ve çok ciddi tedbirler alarak sorunu çözüyoruz.
Şimdilerde de reel sektörün krizini yaşıyoruz. Bu krizi sadece salgına bağlama yanlışına düşmeyelim. Salgının etkisini, krizin daha erken gelmesi ve daha yıkıcı olması şeklinde değerlendirelim.
O zaman şöyle bir soru akla geliyor? Niçin bu ülkede krizler bitmiyor, niçin ekonomi ile ilgili göstergeler istikrar sergilemiyor?
Anlaşılan o ki ekonominin sorunu “yapısal”.
Sorun yapısal olunca, çözümler de yapısal olmak zorunda. Makyaj ve kısa vadeli, üstelik lokal çözümler sorunları büyüterek ötelemeden öteye geçemiyor.