“Devlet aklına” bir de bu pencereden bakalım
Bazı şeyleri kendimize sık anımsatmanın yararı var. Sıklıkla kendimizi uyarmamız gereken hususlardan biri de “temel amacımızın” ne olduğudur. Bizim yaşamı algılamamıza göre temel amacımız, maddi ve kültürel zenginlikler üreterek insan yaşamını kolaylaştırmaktır. Yaşamımızın ne kadar “anlamlı” olduğunun “ölçülerinden” biri de yaptığımız işin “kendimizin ve başkalarının yaşamını kolaylaştırıcı” katkısıdır.
Devlet, insanlığın büyük icatlarından biridir. Birbirimizi boğazlamadan, dirlik ve düzeni bir ölçüde sağlayarak yaşamı güven içinde sürdürebilmek için “devlet” gibi kapsayıcı yetkiye, onun adalete dayalı işlevlerine ve ilişkilerimizi ayarlamamızı sağlayan kültürüne ihtiyacımız var.
Çetin Altan devletleri ikiye ayırarak irdelerdi: Fotoğrafı çekilebilenler, çekilemeyenler.
Devleti bir şah, padişah, raca, kral, kraliçe. han, kagan temsil ediyorsa; devletin işleyişini tek kişi ya da çevresindeki küçük dukalıklar belirliyorsa, devletin fotoğrafını çekilebiliriz. Devletin yapı, işlev ve kültürünü ilkeler, kurallar ve kurumlar belirliyorsa o devletin fotoğrafı çekilemez. Almanya’da başbakan devletin görevlisidir, ama kendisi değildir. Berlin’deki hakimler başbakanlara göre toplumun zihninde daha rasyonel otoritelerdir.
Ülkemiz genelinde yaratmak istediğimiz sonuçları bir türlü yakalayamamış; dayanıklı ekonomi inşa edememiş olmamızın üç kök nedenini paylaşıyoruz: Kestirme yollardan çözüm üretme eğilimi ile koordinasyon, örgütlenme ve odaklanma eksikliğini önceki iki yazıda paylaştık. Sıra Üçüncü kök nedene, “ engelleyici bürokrasi varlığının aşılamaması” sorununa geldi.
“Devlet aklı” nedir?
Ülkemizde “Devlet aklı ” genellikle “güvenlikçi-odaktan” değerlendiriliyor. Akla ilk gelen kurumlar istihbarat örgütleri, askeri kozmik oda kararları, milli güvenlik kurumları oluyor. Biraz zorlarsanız yüksek yargı da devlet aklını temsil eden kurumlar arasına sokuluyor. Asker ve sivil bürokrasinin toplumun sahip olduğu bütün kaynakları değerlendirmesi gelmiyor. Daha az kaynak kullanarak daha çok mal ve hizmet üretimi olan “üretken toplum” olmanın gücü koruma ve sürdürebilmedeki etkileri bir bütün olarak değerlendirilmiyor. Bütünü yaratan önemli bileşenlerden biri olan “sivil bürokrasinin yeri” gerektiği gibi betimlenmiyor; o nedenle yapısı, işlevi ve kültürünü belirleme konusunda bürokrasinin kritik önemi kavranamıyor; geliştirilmesi için köklü reformlar devreye sokulamıyor.
Ülkemizin potansiyellerine uygun gelişme yaratamamasının nedenlerinden biri “bürokrasinin engelleyiciliği” ise bu sorunun bileşenleri, bileşenlerinin etkileşimi, oluşan ekosisteminin kapsayıcı ve ayrıştırıcı yönleri, yeni koşullara göre nasıl bir bürokrasi gerektiği de sorgulanmalıdır.
Devletin önemli işlevlerinden biri olan güvenliği koruyacak ve geliştirecek olan ekonominin bütün olarak üretkenliğidir. Devletin bütçesinin oluşumu ve kaynakların tahsisinde temel yapılardan biri sivil bürokrasidir. Sivil bürokrasi, siyasi iradenin kararlarını uygulayarak devletin yapı, iş ve kültürünün üretkenliğini belirler. Bu açıdan yaklaşırsa, etkin bir devlet aklı yaratılacaksak; sivil bürokraside yer alacak insanın seçimindeki ilke ve kurallar hayatı öneme sahiptir. İkinci adım, seçilen bürokrasinin küresel koşulları da dikkate alacak kararlar alabilmesi için eğitilmesidir. Üçüncü adım, nitelikli bürokrasinin gelir durumu, atama ve yer değiştirmesinin kurlara bağlanması. Dördüncüsü, canlı ve işleyen her yapıda olduğu gibi bürokrasinin kendi iç deneti ile sistemin yapacağı dış denetimin etkenliğidir. Beşincisi de devletin uygarlık tasavvurunu gerçekleştirme, koruma geliştirme konusunda toplumun ortak kaynaklarını kullanma yetkisi olan sivil bürokrasinin hesap verebilirliğinin işleyen bir mekanizmasının olmasıdır.
Gerçek “beka sorunu” nerede?
Devlet aklı uzun yılların birikimini yansıtır; o nedenle günü birlik karar vermez, koordinasyon, örgütlenme ve odaklanma hatasını en düşük düzeyde tutar. Devlet aklı, ana amacının maddi ve kültürel zenginlik üreterek yurttaşın işini kolaylaştırma ve refahını artırma olduğu gerçekliğinden sapmalar göstermez; ayrıştırıcı değil kapsayıcı, engelleyici değil yol açı olması gerektiğini bilir.
Ülkemizin “beka sorunların biri” , bütün sektörlerde tek tek çok başarılı firmalar olduğu halde, başarılı firmaların üretkenliği, kayıt dışı, yarı-legal ve yarı formel yapıdaki firmaların çok düşük üretkenliği nedeniyle ekonominin bütününün üretkenliğin olması gereken düzeye çıkamamasıdır. Üretken olmayan kesim, üretken kesime göre giderek küçülmelidir ki ciddi bir gelişme söz konusu olsun. Bu açıdan analiz edersek, kolektif kaynakların yönetiminden sorumlu bürokrasinin ciddi anlamda “yapısal reformlara” ihtiyacı vardır. Reform yapılamazsa, bürokrasinin engelleyici anlayışı koruyan, kendini yurttaşın hizmetkârı değil efendisi olarak gören anlayışı tümden ortadan kaldırılamaz. Ayrıca harcama verimliliği, gelecek inşa edecek projelerin hayata taşınması, geliştirici teşvik sistemleri, hesap verebilirliği öne çıkaran etken ve edilgen denetim mekanizmaları işler hale getirilemez.
Önde gelen düşünce insanlarının, ülkemizin gelişmiş ülkeler kervanına katılmasını, kısa vadeli düşünme, koordinasyon, örgütlenme ve odaklanma eksikliği ile engelleyici bürokrasiye bağlıyor.
Ülkenin kaynakları hakkında “dinamik bir envanter” yaparsanız; pragmatist ve popülist söylemin kaynağını kurutursunuz.
Kaynaklar ve uygulamalar hakkında “net veri üreten” ve “veriye güveni sağlayan” mekanizmalar kurarsanız, kendi öz gerçeğini hayatın gerçeğinin önüne koyan şark kurnazlıklarını engellersiniz; insanları kim olduklarına göre değil ne yaptıklarına göre değerlendiren anlayışı öne çıkarırsınız.
Devlet aklı ve beka sorunlarına “sivil bürokrasinin kapsayıcılığı” açısından ve üretkenliğe katkısı yönünden bakmalıyız…