‘Destekleyici’ normalleşme
Bu köşede yer alan son 3-4 yazının ana temaları temelde birbirlerine benzeyen başlıklar üzerinden şekilleniyor. Bunun iki nedeni var: Global ve yerelde konuşup yakından takip ettiklerimizde nette önemli bir değişiklik yok. Öte yandan bazı konular için üzerine bir kez konuşmaktan ziyade zamana yayıp olabildiğince geniş perspektiften bakmanın zarardan çok elbette faydası var. Benim durduğum köşeden durumun vaziyeti tam olarak bu.
Global para politikalarında sessiz, şimdilerde pek kimseyi ciddi rahatsız edecek ölçekte olmayan ve fakat önemli değişiklikler var. Yavaş yavaş piyasa işlemcileri gelecek dönem beklentilerine, gelecek dönem beklentileri de işlemcilerin etki-tepki mekanizmasını nasıl işletebileceklerine alışıyor demek yanlış bir çıkarım olmaz. Daha teknik bir ifade kullanacak olursak, bu durum ‘dengelenme’ olarak ifade ediliyor. Bence hata yok. Ancak, Covid-19 gibi tarihte pek az rastlanan ekonomik yansımaları olan, para ve maliye politikalarındaki eşgüdümün ciddi boyutlara ulaştığı bir krizin dengelenmesini akşamdan sabaha ya da Şubat’tan Nisan’a beklemek de pek akıllıca değil. Zamana yayılan, inişli çıkışlı bir dengelenme sürecini düşünmek daha olası sanki. Bugünleri ben bu şekilde ifade ediyorum.
‘Dengelenme’ kavramının farklı ayakları var. Tek bir hikaye üzerinden şekillenmiyor. Zaten tek bir başlık üzerinden kendisine yön bulmaya çalıştığı zaman da etrafı dağıtma eğilimi ve gürültüsü ortalama üzeri oluyor. Bu durumu yakın zaman içerisinde gözlemleme şansımız elbette oldu; Şubat-Mart geçişi sırasında. Enflasyon beklentileri ile gelecek dönem fiyatlamalarının etkili olduğu emtia fiyatlamalarının birbirine girmiş hali kısa yönlü Amerikan doları pozisyonlarının ciddi anlamda dar zamanda ve yüklü rakamlarda kapatılmasına zemin hazırladı. Öyle göz ardı edilebilecek bir tutardan söz etmiyoruz; 2 ay gibi sürede 25-30 milyar dolar aralığına taşınan uzun yönlü eğilim takip edildi. Mevcut durumda ise yukarıda bahsettiğim ‘dengelenme’ etkisiyle 7 hafta sonra ilk kez uzun yönlü Amerikan doları pozisyonlanmasından vazgeçilen bir CFTC yaklaşımı oldu 20 Nisan dönemi itibarıyla.
Global para politikası eğilimlerinin nasıl bir şekillenme içerisinde olduğunu anlamak için iki önemli gelişme yaşandı. Öncelikle fiyatlamalar açısından küçük, gelecek dönem sinyallerini anlamak için büyük bir adım olan Kanada Merkez Bankası (BOC)’nin hamlesi gerçekleşti. Haftalık varlık alım programında 1 milyar CAD azaltıma gidileceği duyuruldu. Yurtiçi varlık fiyatlamalarına dair sıklıkla dile getirdiğimiz merkez bankası iletişiminin önemi tam da bu noktada devreye giriyor. Nitekim girdi de. Mart ayından ve hatta Şubat ayı ortalarından bu yana böyle bir adımın atılabileceği ima edildiğinden ve piyasa pozisyonlanması da ağırlıklı gerçekleştiğinden en azından şok etkisi gözlenmedi. Yine aynı çerçevede güçlü iletişimin yardımıyla çıktı açığının beklenenden hızlı kapanması nedeniyle ilk faiz artışı adımının zamanlaması da 2023’ten 2022’ye çekilebilir yönlendirmesinde bulunuldu. Sonuç? Ortada dağılan bir ev yok. Olması gereken, değil mi? Sanki.
Diğer husus ECB’nin ikinci çeyrekte artırdığı PEPP varlık alım programına dair piyasada oluşan beklentileri içeriyor. Herkes biliyor ki –ECB dahil bu konuya- üçüncü çeyrekte daha yüksek varlık alımları gerçekleşmeyecek. En azından faiz hadlerinde ekstra bir yükseliş gözlenmedikçe. Mevcut finansal koşullar da dikkate alındığında iyi kötü pozisyonlar bu beklenti ekseninde şekilleniyor, şekillenecek. Geçtiğimiz hafta takip edilen Başkan Lagarde basın toplantısının benim sayabildiğim ilk 5 sorusunun tamamı PEPP programına dair oldu. Soruların tamamından cımbızla çekilmiş, dikkatle seçilen kelimelerle sıyrılmayı başardı ECB Başkanı. Ne beklentileri bozdu ne de mevcut spot fiyatlamaları. EUR nispeten değerlenirken, Almanya 10 yıllık tahvilinde faiz 4-5 baz puanlık dar marjda dalgalandı. Bir başka olması gereken iletişim tercihi, değil mi?
Net/net açıkça görülüyor ki ‘destekleyici koşulların devam ettiği sessiz normalleşme süreci’ içerisine çoktan girmiş durumdayız. Sessizlikten kastım piyasalar tarafı değil, merkez bankaları tarafı. Bu nedenle daha dikkatli olmamız gereken, politikaları global çerçeveye sorunsuz kalibre etmek zorunda olduğumuz kritik bir sürecin içerisinden geçiyoruz. Üstelik henüz Fed’i dahi yüksek sesle konuşmuyoruz. Bu nedenle TCMB iletişimi, özellikle de son 1 aylık süreçteki gelişmeler de dikkate alındığında, gelecek dönem belirsizliklerini azaltmaya ekstra katkı sağlamalı. Bu noktada PPK metnini arzu edilen eksende kullandığımızı söylemek pek mümkün değil. Şimdi elimizdeki diğer önemli fırsat 29 Nisan tarihindeki Enflasyon Raporu (ER) sunumu olacak. Bilhassa soru-cevap kısmında boşlukları olabildiğince kapatmak beklenti yönetimi açısından kritik önemde bulunuyor. Beklenti çok, iletişim araç seti sınırlı.