Depremlere karşı etkin yasal düzenlemeye ihtiyaç var
Av. Faruk AKTAY
Hukukçu
Cumhuriyet tarihimizin en büyük felaketi olarak nitelendirilen Kahramanmaraş depremi neticesinde 13.5 milyon vatandaşımızın yaşamı doğrudan etkilendi. Milli servetimiz olan binlerce bina yıkıldı, on binlerce bina da ağır hasar aldı. Asrın felaketinin halkımız üzerinde bıraktığı maddi ve manevi zararların bilançosu her geçen gün daha net gözler önüne seriliyor. İçerisinde bulunduğumuz duruma karşı artık tüm vatandaşlarımız ve devlet kurumlarımızla el ele vererek vatandaşlarımızın ‘yaşam hakkını’ deprem tehdidine karşı korumak amacıyla, hukuki çerçeve içerisinde olan bir yol haritası çizmemiz gerektiği aşikâr.
En temel hak olması bakımından insan haklarının temelini teşkil eden ve dokunulmaz nitelikte olan ‘yaşam hakkına’ yönelik en büyük tehditlerden birinin coğrafyamızdaki deprem gerçeği olduğu artık bütün kamuoyunun malumu. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre kişinin hem öldürülmemesi hem de öldürülme risklerine karşı gerekli önlemlerin alınması da sahip olduğumuz diğer bütün haklarımızın çekirdeğini oluşturan yaşam hakkının kapsamında. Dolayısıyla devletin, kişilerin yaşam haklarının korunması yönünde negatif yükümlülüklerinin yanında yargı kararlarıyla da sabit olduğu üzere, insan yaşamına yönelik riskleri azaltma konusunda pozitif yükümlülükleri de bulunuyor.
Devletin sorumluluğundadır
Nitekim Anayasa’nın 56. madde düzenlemesinden ‘herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu ve bunu korumanın ve önlemler almanın ise vatandaşların ve Anayasa’nın 17. maddesi uyarınca devletin ödevi olduğu’ ifade ediliyor. İlgili Anayasa hükmü gereği deprem bölgelerindeki kaçak yapılaşmayı engellemek, yıkılmakta olan binaları tahliye ettirmek, tadilatı mümkün olmayan yapıları derhal yıktırmak, kentsel dönüşüm uygulamaları yapmak, tehlikeli bölgelerde yapılaşmayı engellemek, sağlıksız durumda yıkılmak üzere olan binaların yıkılmasını sağlamak devletin sorumluluğundadır. Öyle ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, devletin doğal afetler karşısında yaşam hakkına ilişkin yükümlülüklerine dair ölçütler belirlemiştir. Bu kapsamda devlet tarafından yetki alanında bulunan bireylere yönelen tehlikeleri önlemek üzere gerekli yasal ve idari düzenlemelerin yürürlüğe koyulmuş olması, yaşam hakkı karşısında pozitif yükümlülük olarak ifade ediliyor.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinde düzenlenen yaşam hakkının, devletin depreme karşı vatandaşlarını koruma yükümlülüğünün yanında ölümle sonuçlanan olaylardan sorumlu kişilerin tespit edilmesi ve haklarında etkin bir soruşturma süreci geçirilmesi de mahkeme içtihatları neticesinde devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinden biri olarak sayılıyor. 1999 yılında meydana gelen Gölcük depremine ilişkin yüklenici firmalardan birinin kötü ve kalitesiz malzeme kullanması sebebiyle Mehmet Özel ve diğer 7 kişinin yapmış olduğu başvuruda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’yi davalarda sorumluların bulunması konusunda etkili olmadığı dolayısıyla ‘yaşam hakkının’ ihlal edildiği gerekçesiyle mahkûm ettirirken, başvuru sahibi adına maddi tazminata hükmetti.
Yaşam hakkının korunması için önemli
Dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararlar ve evrensel hukuk ilkeleri dikkate alındığında yaşam hakkının kapsamının, yalnızca devlet görevlileri tarafından gerçekleştirilen ölüme sebebiyet vermiş fiillerle sınırlı olmadığı açık. Anayasa’nın 17. maddesi ile devlete olası can kayıplarının önüne geçilmesi ve yaşam hakkının korunması amacıyla elindeki tüm imkanları seferber etmesi yönünde pozitif bir yükümlülük var. Bu doğrultuda devlet olarak yaşam hakkımızın karşısındaki en büyük tehditlerden biri olan deprem felaketine karşı tasarlanmış son derece etkin yasal ve idari bir organizasyona ihtiyacımız olduğu açıkça görülüyor. Fay hattı üzerinde olup da deprem riski yüksek olan şehirlerimiz için koruyucu tedbirler almak ve ölüm olaylarının akabinde etkin bir soruşturma yürüterek sorumluların tespit edilebilmesini sağlamak evrensel hukuk ilkeleri uyarınca en temel hakkımız olan yaşam hakkımızın korunması açısından son derece önemlidir.
Yol haritası çizilmeli
Deprem felaketinin hayatta kalan vatandaşlarımız açısından da barınma, sağlık, eğitim ve mülkiyet gibi temel insan hakları üzerinde bırakmış olduğu tahribatın hem içerisinde bulunduğumuz dönemi hem de ülkemizin geleceği hususunda ne denli olumsuz etkiler bıraktığını daha net bir şekilde kavramamız gerekiyor. Depremin önlenemez bir doğal felaket olduğunu idrak edip depreme karşı hukuki ve fiili anlamda tam anlamıyla hazır hissedebileceğimiz bir yol haritası çizerek insanlarımızın evrensel hukuk ve anayasa ile koruma altına alınan temel hakları üzerinde daha başarılı bir koruma mekanizması oluşturabiliriz. Dolayısıyla bugüne kadar yaşamış olduğumuz acı tecrübelerin hepsi, hiç vakit kaybetmeden hep birlikte harekete geçmemiz için birer ders niteliğinde olmalıdır.