Depremler sonrası Türkiye’de ekonominin seyri
Doç. Dr. Ata Özkaya
Galatasaray Üniversitesi İktisat bölümü öğretim üyesi
6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen iki büyük deprem, 11 ilimizi etkilemiş, büyük bir yıkıma ve yüksek sayıda can kaybına neden olmuştur. 20 Şubat tarihi itibarı ile resmi olarak kayda geçen 41156 can kaybımız olduğu, enkazdan sağ olarak kurtarılan vatandaşlarımızın sayısının ise 114834 olduğu açıklanmıştır.
Bu iki, ardışık büyük deprem ilk sonuçları itibarı ile hepimizde derin üzüntü, hayal kırıklığı ve yaralara yol açmıştır. Bunun nedenleri şudur: 1999 yılında ülkemizin geçirdiği ağır bir yıkıma neden olan Gölcük depreminden sonra, toplumun güvenli yaşam alanları inşa etmede vardığı uzlaşmanın gerçekleştirelemediğini görmek. Bir diğer yandan, tüm toplum fertlerinin yardım kampanyalarına katılması, gönüllü olarak bölgeye gitmesi, arama kurtarma faaliyetlerindeki yüksek azim, çaba ve dayanışma hepimize geleceğimizi birlikte inşa etmemiz için de umut aşılamıştır. Toplumsal açıdan bu iki uç duygunun yaşanması bize şu gerçeği göstermektedir:
Toplumdaki vatandaşlar her alanda tam bilgiye sahip olmayabilir. Bu yüzden meslek grupları, uzmanlaşma, iş bölümü, organizasyon ve vatandaşlar arasında yardımlaşma vardır. Bir müteahhit, bir belediye bürokratı, veya bir siyasetçi de kendi kendini ameliyat edemez. Ancak bir tıp doktoru, kendini ameliyat edemeyen siyasetçi ya da müteahhidin, tıp alanında uzman olmayışından faydalanıp, suistimal ederek, onların canından olacakları bir uygulama da yapmaz, yalnızca ve yalnızca onları iyileştirmeye çalışır. Öte yandan, bu doktor, evini yaptırırken nereye inşa edeceğini ya da satın alırken hangi tür zemine inşa edildiğini, malzeme kalitesini bilmez, uzmanlık alanı değildir. İşte, doktoru “asimetrik bilgi” yüzünden canından edecek yapılaşmadan koruyacak bir sisteme ihtiyaç vardır. Bu, bir toplumdaki tüm vatandaşlar için geçerlidir. Bu yüzden bu yapılaşma süreci başta hükümet olmak üzere, yerel yönetimlerin ve mevzuata göre görevlendirilmiş tüm kurumların sorumluluğundadır. Mevzuat yetersiz olsa bile, yukarıdaki örnek vaki olduğu için hukuk yolları daima açık olmalıdır. Bu yukarıda ifade ettiğimiz işleyiş aslında depremin en yüksek, en kalıcı ve tüm yurda yayılmış gizli maliyetidir. Çünkü, kamu binalarının, modern otoyolların, devlet hastanelerinin, valilik ve belediye gibi mülki idare binalarının varlığı ve yıkıcı deprem üretebileceği bilimsel olarak ölçülen Fay hatları üzerine, yakınına yapılmış olması sadece ekonomik maliyet değil, tüm hayatımızı etkileyen zihinsel bir maliyettir, düzeltilmesi gerekir. Bu durumda vatandaşların kendi başlarına zemin etüdü yapamayacaklarını veri kabul edersek, bu konuda sorumlu bakanlıkların yol göstericiliği şarttır. Çünkü bu şehirleşme, medeniyet, kalkınma sorunudur. Burada, vatandaşlara “evlerinizi atalarımız gibi dağ yamaçlarına yapın” gibi teselli türü önerilerde bulunmanın değeri yoktur, çünkü artık insanlığın elinde jeoloji, jeofizik, jeodezi, inşaat mühendisliği teknikleri ve gelişmiş malzeme bilimi vardır. Bunları kullanmayı tercih etmeyerek, “yamaçları tercih ediniz” gibi önerilerde bulunmak, doktora gitmek yerine aktara gidin demekle benzerdir, faydasızdır, insanlığın eriştiği aşamayı göz ardı etmektir, geri kalmışlıktır. O zaman uzman yetiştirmemize, üniversitelerimizin ilgili bölümlerine, deney labarotuarlarına, ilgili bakanlıklara, ya da belediye birimlerine ihtiyaç yoktur.
Bu kalıcı maliyet ne gibi orta-uzun dönem makroekonomik maliyetlere sebep olabilir?
Öncelikle 11 ilimizdeki en büyük etki insan kaybımızdır, can kayıplarımızdır. İnsan kaynağı kaybımız toplumsal hayatımızı, geleceğimizi ve ekonomimizi temelden etkileyecek faktörlerin en birincisidir. Girişte, kayda geçmiş ve resmi olarak açıklanan can kaybımızı söylemiştim. Ancak, kayda geçmemiş, halihazırda kayıp olan vatandaşlarımızın sayısı açıklanmamıştır. Tamamı ile yıkılmış bina ve bağımısız birim sayısından yola çıkarsak, yaklaşık 24 bin bina ve 75 bin bağımsız birimin tamamen yıkıma uğradığı Çevre,Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından açıklanmıştır. Bu bağımsız bölümlerin bir kısmının kullanımda olmadğını varsayarak, maalesef yaklaşık 100-150 bin vatandaşımızın henüz akibetinin kayıtlara geçmediğini düşünebiliriz.
Bununla birlikte bölge yoğun göç vermeye başlamıştır, ve geri dönüşler belki uzun zaman aradan sonra gerçekleşecektir. Burada, ilk uygulanması gereken politika binaların hemen tekrar inşa edileceğini anons etmek değil, başlayan iç göçün sosyolojik ve ekonomik olarak ülkemize “dengeli” dağılmasını temin etmektedir. Başka şehre göçen vatandaşlarımıza, daha uygun yerleşim bölgeleri, çalışma alanları göstermek iş kurabilecekleri yeni imkanlar sunmaktır. Yoksa başka şehre yerleşildikten, o şehir kapasitesinin üzerine çıktıktan ve düzensizlik seviyesi yükseldikten sonra, tersine göç nasıll başlatılacaktır? Öyle bir imkan olsa idi, vatandaşlarımız İstanbul’a 50 yıldır yoğun göçtükten sonra tekrar geldikleri şehirlere geri dönerdi. Ancak, gözlemlerimizin durumun böyle olmadığını birçok şehrimizde ve göç periyodunda bize göstermiştir. Eğer bu planlama ile göçler yönetilmezse, o zaman diğer büyükşehirlerde, Mersin, Adana, İstanbul, İzmir gibi, tüketim talebi daha da dengesizleşecek, konut piyasası başta olmak üzere hane halkı bütçesinde barınma, gıda ve ulaşımın ağırlığı daha çok artacaktır. Sıkışık şehirlerde kamu hizmeti götürmenin maliyeti çok daha fazla olduğu için, vatandaşların bu plansız, yönetilmekten uzak ekonomik süreçler ile “büyüyen” şehirlerde yaşam maliyeti daha yükselecektir.
Yaklaşık olarak 360 bin bina, 1.65 milyon bağımsız bölüm hasarlı veya yıkıktır. Hane halkı başına hemen yapılacak yardım, 15 bin TL, ve hayatını kaybeden vatandaşlarımızın ailelerine yapılacak yardım 100 bin TL olmak üzere 30-35 milyar TL tutacaktır. Hasarlı binaların tekrar imarında, en az 600-800 milyar TL’ye hemen ihtiyaç duyulacaktır. Hasarsız binalar ve girilmemiş binalar sırası ile yaklaşık 415 bin ve 90 bin adettir ve bunlara ne kadar masraf yapılacağı henüz belirsizdir. Yeni ve sağlam yol yapımı, kamu binaları ve altyapı hizmetlerinin yenilenmesi de eklenmelidir. Kaybolan servetin hesaba katılması gerekmektedir. Üretim araçlarından yoksun kalan bölgenin üretime katkısı da sınırlanacak, tedarik zincirinde aksama meydana getirecek ve bir süre ülke ekonomisine katkısı düşük olacaktır. Bu ortalama olarak GSYIH’nin %4-5’i olarak düşünülebilir. Bölgenin iç turizmdeki payı etkilenirken; aynı zamanda ülkemize olan turist akışının da bir miktar olumsuz etkilenebileceğini düşünebiliriz. Bu etkilenmenin yüksek miktarda olması bu depremden ziyade, önümüzdeki dönemde beklenen Marmara depremi konusunda yaşanacak haber akışına bağlı olacaktır. Eğer bu konuda beklenen olumlu gelişmeler, önlemler sağlanmaz ise, turizm sektörümüz bu yıl kaydadeğer ölçüde etkilenebilir.
11 ili kapsayan bölgede yıkılan binaların tekrar yapılması belirli, sınırlı bir harcamayı teşkil eder. Bu harcama aynı zamanda, 18 aydır ülkemizde yaşanan enflasyonist ortamın orta-uzun dönemde daha da kalıcı olmasına ve enflasyonun ikincil etkilerinin daha da ağırlaşmasına yol açacağı muhakkaktır. Bu parasal ve mali genişlemenin devam etmesi, faizlerin daha da gevşetilmesi ile mümkün olacağı için, ülkemiz ekonomisi uzun süre daha yüksek enflasyona yüzyüze kalacaktır. Bölgenin GSYIH’ye katkısının azalacak olması, hızlıca girişilecek inşaat faaliyetlerinin getireceği büyüme ivmesi ile kısa dönem için bertraf edilebilir. Ancak, uzun dönemde yukarıda söylediğimiz olumsuz etkiler ağır basacaktır. Böylelikle, yüksek enflasyonun etkileri büyümenin adaletli paylaşılmamasını,verimsiz kalmasını getirecektir. Hem işgücünün büyümeden aldığı payın reel olarak daha da gerilemesine hem de ekonomik hoşnutsuzluğa, refah kaybına ve derinleşen gelir farkına neden olacaktır. Bu aynı zamanda çok daha büyük ölçekli bir ekonomi problemine işaret etmektedir: Sermaye birikimimizi olması gerektirdiği gibi doğru ve optimal olarak değerlendirebilecek yönetim sistemlerini kuramıyoruz, bu ehil kadroları yetiştiremiyoruz ve belirli periyotlarla -eriyen birikim yüzünden- geri-dönüp yeniden başlıyoruz.
En başta açıkladığımız ve en yüksek olarak nitelediğimiz “kalıcı maliyet” kendini ülkemizin başka bölgelerinde de göstereceği için, depremin ekonomi üzerine etkisi Marmara Bölgesi için tekrar düşünülmelidir. Kuzey Anadolu Fay hattı üzerinde, yakınında Gebze’den Tekirdağ’a uzanan bölgede kurulmuş imalat sanayini, ülkemiz GSYIH’nin %50’den fazlasını üreten ekonomik yapıyı, metrekare başına oldukça sıkışık bir nüfus yapısını, yetişmiş en nitelikle insan kaynağını korumak en öncelikli ulusal güvenlik sorunumuzdur. 12 yıldır uygulanan Kentsel dönüşüm, zemin etüdü yapılmadan, binanın olduğu yerde tekrar yapımına odaklandığı için, Marmara Bölgesi’nde ve fay hattı üzerindeki diğer yerleşim birimlerinde deprem için “istenildiği ölçüde” kalkan vazifesi görmekten uzak olduğun değerlendiriyorum.