Depremler de tarih gibi tekerrürd en ibaret mi olmalı?

Sadi ÖZDEMİR
Sadi ÖZDEMİR EKONOMİDE SAĞDUYU

17 Ağustos 1999 Gölcük merkezli depremde resmi kayıtlara göre 17 bin 460 vatandaşımız vefat etti. Sonra depremler olmaya devam etti. Onlar olurken ve vatandaşlarımız ölürken yönetmelikleri değiştirdik.

Yeni imar düzenlemeleri yaptık. 2012’de kentsel dönüşümü hızlandırmak ve en fazla 10 yıl içinde başarmak için kanun çıkardık. Kanun, Anayasa Mahkemesi’ne götürüldü ve kentsel dönüşüme karşı davalar çığ gibi büyüdü. Yapı stoku yenilenmesi gereken şehirler, ilçeler ve mahallelerde bırakın 10 yılda dönüşümü tamamlamayı, 12 yıldır ilk büyük dönüşümler için imzalar bile tamamlanamadı.

Bu arada 6 Şubat 2023’te ülkemiz Kahramanmaraş merkezli çok sayıda deprem ile sarsıldı. Bu defa da 53 bin 537 vatandaşımız yıkılan binaların altında can verdi. Şu anda bu son depremlerle yok olan yaklaşık 800 bin bağımsız birimin yeniden inşası için hummalı bir inşaat süreci devam ediyor. 100 milyar doların üzerinde maliyet yükleyen bu son depremlerin ardın ne yapsak da yitip giden canlarımız geri gelmeyecek. Belki binalarını kısmen de olsa yeniden yapabileceğiz.

Hepimiz bir çatı altındayız

Ülkemizde ne yazık ki ‘en can alıcı’ konularda bile ortak akıl oluşturulamıyor. Tamamına yakını yüksek deprem riski altındaki ülkemizde siyasetçilerin ve bürokratların kentsel dönüşümü (ülkenin kötü yapı stokunu süratle yenilemeyi) bir seferberlik anlayışı ile kabullenmesi gerekiyor. 6 Şubat depremlerinden sonra 11 ilimizde depremzede vatandaşlarımızı yeniden ev sahibi yapma çabası devam ederken, ülkenin en kritik bölgesi konumundaki İstanbul’da kentsel dönüşüm ne kadar mesafe alabildi? Bu sorunun yanıtı çok da iç açıcı değil. Marmara Bölgesi’nin nüfusumuzdaki ve ekonomimizdeki yeri dikkate alındığında ne kadar büyük bir riskle yaşadığımızı anlamak bu kadar mı zor? Kentsel dönüşümü bir ‘milli güvenlik sorunu’ olarak görmek gerektiğini söyleyen siyasilerimiz oldu ama sözler uçtu kötü yapı stoku kaldı. Şu bölge bu bölge ya da riski yüksek illerimiz diye anlatmak ve saymak da anlamsız. Çünkü ‘hepimiz bir çatı altındayız ve bu çatıların kaç tanesi 6 ve üzeri şiddetteki depremde yıkılmayacak’ diye sorduğumuzda yanıt hala hiç iç açıcı değil.

Neden yürümüyor, ne yapmalı?

Hem tarih hem de depremlerimiz tekerrürden ibaret olduğuna göre ve bütün yıkıcılığına rağmen en son olandan ders alınmadığına göre ortada büyük bir anlamazlıktan gelme sorunu var. Önce ‘Bina yenileme değil kentsel dönüşüm olsun, bu vesile ile mükemmel mahallelerimiz ve şehirlerimiz olsun her şey yeniden kurulsun’ diyerek dönüşümü geciktirenler şimdi ‘bina yenilemeye’ de razı gibi görünüyor. Vatandaş halen var olan birine iki ya da üç istiyor. Hatta öyle olmayacaksa olmasın havasında. Devletin bir tarafı mali kaynak da ayırdı ve bir seferberlik havasında dönüşümün sürmesini isterken bir tarafı da (bürokrasi) meseleye sırtını dönebiliyor. Müteahhit, konut satışının neredeyse imkansız olduğu bir dönemde yüzde 50 ile girebileceği dönüşüm projelerinden ya uzak duruyor ya da en küçük projeleri kabulleniyor. Bu tabloyu değiştirmek için kamunun katalizörlüğünün artması ve kentsel dönüşüme finansmanı büyütmesi şart. Ayrıca Proje GYO’lar ve Kamu Özel Sektör Ortaklığı (KÖİ) modelleriyle kentsel dönüşüm için bir metodoloji ve yol haritası çıkarılmalı. Bütün bunların yanına son derece katı kurallara bağlı ve sadece kentsel dönüşüm için kullanılacak yüklüce uluslararası finansman imkanları devreye alınmalı.

Sanayimizin yapı stoku ne durumda biliyor muyuz?

Deprem ve kentsel dönüşüm konuşulurken genellikle ‘fabrikalar ve iş yerleri’ ikinci planda kalıyor. Oysa onlar da bir çatı altında ve 17 Ağustos Gölcük depreminde ve 6 Şubat depremlerinde gördüğümüz gibi sanayi yoğun bölgelerde yaşanan depremler insanlarla beraber, fabrikaları, üretimi, ihracatı ve iş gücünü de öldürüyor. Bütün bu alt başlıklarda durumu eski haline döndürmek yıllar alıyor bazen mümkün de olmuyor. Batan batıyor, yaşayabilen iş gücü bile bambaşka bir yere ya da sektöre göç ediyor. Bu konuda da yeteri kadar ‘musibet’ yaşamadık mı? Öyleyse bir an önce ülkemiz genelinde ve özellikle de sanayisi, turizmi canlı illerimizde fabrika ve iş yerlerimizin, limanlarımızın, otellerimizin de ‘yapı risklerini’ ayrıntılı şekilde kayıt altına almalıyız. Bir deprem olmadan bu konuda da ‘dönüşümü’ başlatmalı ve kolaylaştırmalıyız.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar