Deniz, rüzgâr ve efsaneler…

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK

Dört bin senedir yüz binlerce kez güneşli günler, rüzgârlar, fırtınalar, yağmurlar, karlar, donlar, dolunaylar yaşanmış, ben yeni keşfettim! Yağmur sonrası çok rüzgârlı, kocaman dalgalı bir akşamüstüydü. Dalgaların ve rüzgârın korkunç uğultusu bana derin bir uçurumu, insanı yutuveren burgaçları anımsatıyordu… Ya dalgalar beni de içine çekerse! Pervane de sonunda ateşe dokunur, yanmaz mı? Yanardı elbette… Dalgalar da beni çağırıyordu. Edgar Allan Poe’nun “Maelstrom’e Düşüş”ünü anımsayacaktım:

“En yüksek kayalığın tepesine varmıştık artık.

İhtiyar adam birkaç dakika için konuşamayacak kadar bitkin göründü.

‘Çok da eskiden değil’ dedi sonunda, ‘birkaç yıl öncesine kadar, bu yollarda en küçük oğlum gibi hiç yorulmadan rehberlik edebilirdim sana. Ama üç yıl kadar önce başıma öyle bir iş geldi ki benden başka hiçbir insanın başına gelmemiştir. Gelmiş olsa bile hiçbiri sağ kalmamış, gördüklerini anlatamamıştır. O altı saat boyunca yaşadığım ölümcül korku bende ne beden ne de ruh bıraktı.

Çok yaşlı bir adam olduğumu düşünebilirsin, ama değilim. Simsiyah saçlarımın böyle beyazlaması, sinirlerimin harap olması bütün bunlar tek bir günde oldu. Şimdilerde kendimi biraz olsun yorulsam titremeye başlıyorum, bir gölge görsem korkuyorum. Şu küçük uçuruma bile başım dönmeden bakamıyorum biliyor musun?’”

Maelstrom’e yani girdaba düşmüştü… Deniz onu açtığı kuyunun ta en dibine çekmişti, ama şans eseri kurtulmuştu işte! Bedeli, birkaç dakikada onlarca yıl yaşlanmaktı!

Ordu’da, Yason Burnu’ndayım. Bir tarafımda sahili döven hırçın dalgalar, diğerinde ise sakin bir deniz… Ama rüzgâr her yerde. Denizin kokusunu getiriyor, sıkıntıları, üzüntüleri bir süreliğine dahi olsa üfürüp geçiyor, bu masalsı dünya hayaller kurduruyor…

Burnun en ucundaki deniz fenerine doğru yürüyorum. Güneş bulutlar arasından denize doğru yönelmiş, battı batacak. Ama karanlığa daha çok var. Keşke gece gelseydim, onun ışığını da görebilseydim diye düşünüyorum. Jules Verne’nin “Dünyanın Bir Ucundaki Fener”i, Virgiana Woolf’un “Deniz Feneri”, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın aynı adlı şiiri geçiyor aklımdan. Okuduklarım, hafızama nakşolanlar: “Bir deniz fenerinin kendi ekseni etrafında dönen ışığını andırır” hayatlar, belki de bu nedenle seviyoruz deniz fenerlerini…  

Jules Verne'in “Dünyanın Bir Ucundaki Fener”ini okuduğum gün müydü onlara ilgi duymaya başladığım an, doğrusu anımsayamıyorum. Dünyanın güney ucunda ıssız bir adadaki fenerin çevresinde gelişen olayları anlatılıyordu o kitapta. Fenere üç bekçi bırakılmıştır. Kendilerini bekleyen tehlikelerden habersizlerdir. Korsanların, batan gemilerin, azgın denizin dev dalgalarının, fırtınaların kahramanları arasında bulunduğu kitap, o uçsuz bucaksız macera dünyası beni Jules Verne'in diğer romanları gibi büyülemişti. Ve nerede bir fener görsem, dakikalarca onu seyretmekten kendimi alamadığım zamanlar başlamıştı...

Fenerin yanına geldim işte. Bembeyaz yükseliyor; denize, rüzgâra tüm doğa olaylarına meydan okuyor. Paris’te Vendome Kulesi’nin tepesindeki adam gibi!

Denizin dalgalı ve sükûnetli yönünü görebileceğim bir piknik masasına oturuyor, dört bin yıl öncesini hayal ediyorum:

Buranın antik dönemdeki ismi “İasonia Akte”ymiş. M.Ö 1700’lü yıllardan Hitit döneminden beri bir yerleşim yeri. Daha önce varolan bir tapınağın yerine 1868 yılında yaptırılan ve 2004 yılında restore edilen kilise hemen girişte. Ben, bir manastıra ait olduğu düşünülen bir yapı kalıntısının daha doğrusu çukurun yakınındayım. Yason Burnu’nun Antik çağlardan terk edildiği döneme kadar kutsal alan olarak kullanıldığı, törenler düzenlendiği düşünülüyor.

Adını bir prensten alıyor: İason… Mitolojide Altın Post’u ele geçirmek için Argo isimli 50 kürekli bir gemiyle Yunan anakarasından denize açılarak Karadeniz’in doğu ucundaki Kolkhis ülkesine doğru zorlu bir yolculuğa çıkan 50 kahramanın (Argonaut’lar) önderi. İason’un kaptanı olduğu Argonotlar, gemileri Argo ile İstanbul Boğazı’nı geçerek Karadeniz’e açılır, Yason Burnu’nda dinlenirler. Kolkhis’te hiç uyumayan bir yılanın başını beklediği ve bir meşe ağacına asılı zenginliği ve iktidarı temsil eden bir altın post bulunmaktadır. Argonotlar bunu ne pahasına olursa olsun Kolkhis Kralı Aietes’in elinden almaya ant içmişlerdir. Böylece dünyanın en ünlü efsanelerinden biri doğacaktır…

Doğanın eşlik ettiği bölük pörçük düşünceler sayesinde zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyorum. Sırada Yarımada'nın hemen 300 metre batısında bulunun başka bir burun, Yalancı Yason Burnu var, Sülü Burnu diye biliniyor. Buradaki manzara -belki de bana öyle geliyor- bir başka… Dalgaların kocaman kayalara vurup milyonlarca köpük olarak geri dönüşünü izliyorum… Deniz o kadar büyüleyici ki… Sahilde, doğal kayalardan oluşmuş bir havuzda bir heykel duruyor.

Fata morgana olmalı bu diyorum az önce Yason Burnu’nda da yaşamıştım! Hollandalı ressam Hieronymus Bosch’un Dünyevi Zevkler Bahçesi isimli üçlemesini anımsatıyor… Ordu’da bulunmamın nedeni, Alper Aydın'ın ilk kişisel sergisi. Gördüğüm de onun eserlerinden biri. Sergi, adını, “Fata Morgana” denilen bir hava olayından alıyor; bir çeşit serap etkisi… Yok, ben serap görmüyorum. Biliyorum ki sergilenen eserler gerçek ve başlıbaşına bir yazı konusu olacak. Onları önümüzdeki günlerde anlatacağım…

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Hamburg izlenimleri 22 Kasım 2024
Benim Yalvaç’ım(*) 01 Kasım 2024