Demokrasinin zor günleri
Kendisi için "demokratik değerlerin koruyucusu" sıfatını kullanan ABD'de, iki yıl önce demokrasinin beşiği Kongre binası basılmıştı. Amerikalılar, ne olayın şokunu atlatabildiler, ne de yargılama süreciyle işin içinden çıkabildiler bugüne kadar.
ABD daha baskının yaralarını saramadan, bu kez bir başka Amerika kıtası ülkesinde, Brezilya'da benzer bir olay yaşandı; Seçimle iktidarı kaybeden Devlet Başkanı Bolsonaro, görevi yeni seçilen Cumhurbaşkanı Lula'ya devretmeden iki gün önce ülkeden kaçtı. Ve -hiç de sürpriz olmayan bir şekilde- ABD'ye sığındı.
Lula Brezilya'da yemin edip göreve başladı başlamasına ama, daha iktidarının ilk günlerinde müthiş bir kalkışmayla karşı karşıya kaldı.
"Seçim sonuçlarını tanımadığını" açıklayan Bolsonaro'nun yanlıları hafta sonunda "demokratik hukuk devleti" kavramının somut kurumları olan Parlamento ve Yüksek Mahkeme binalarını bastı, Başkanlık Sarayı'na kadar girip, ellerine geçirdikleri herşeyi parçaladı, yok etti.
BOLSONARO'NUN ATADIĞI POLİSLER "SEYRETTİ"
Bolsonaro görevde olduğu sürece ülkede müthiş yolsuz bir yönetime başkanlık etmişti. Yönetimini korumak için yolsuzluğu elbette ülkenin güvenlik güçlerine de bulaştırdı; Bazı generaller "sivil" hale getirilip, çeşitli bakanlıklara yönetici olarak atandılar. Polis teşkilatının üst düzeyi bizzat Bolsonaro tarafından şekillendirildi.
Durum böyle olunca da, Bolsonaro yanlıları parlamentoyu, Yüksek Mahkeme'yi, Saray'ı basarken, polislerinin çoğunun onlarla şakalaştığı, hatta fotoğraflar çektirdiği görüntüler yansıdı tüm dünya ekranlarına.
AMAÇ; KAOS VE ASKERİ DARBE
Covid-19 salgını sırasında bilime inanmadığı ortaya çıkan, popülist politikalarla ülke ekonomisini iflasa sürükleyen Bolsonaro'nun yandaşları, belli ki bir kaos ortamı yaratıp, Brezilya siyasi geleneğinde eksik olmayan askeri darbeyi tetiklemek istediler; Askerler yönetime el koyduktan sonra, Bolsonaro da ülkenin başına geri çağırılır umuduyla.
Başkent Brasil bu darbe girişimiyle sarsılırken, başka bir kentte, Sao Paolo'da resmi bir ziyarette olan Cumhurbaşkanı Lula da orduya güvendi kalkışmayı durdurmak için; Ve Lula daha Başkent Brasil'e dönmeden, Bolsonaro yandaşları etkisiz hale getirilip, gözaltına alınmaya başlandılar.
Brezilya da, tıpkı ABD'de iki yıl önce olduğu gibi, -şimdilik- kurtarmış görünüyor demokratik gelenek ve değerleri.
Amerika kıtasında yaşanan bu iki olay şunu gösteriyor;
Popülist , diktatöryel eğilimli liderler iktidarı bırakmak istemiyorlar. Bunun için kimi zaman siyasi cinayetlerden, kimi zaman terörden, kimi zaman yandaş yargı eliyle muhalifleri baskılamaktan da çekinmiyorlar. Hatta iktidarı kaybetmemek için ülkeyi yakmaya bile razı olabiliyorlar. Ancak ülkede az da olsa bir demokrasi geleneği varsa, amaçlarına ulaşamıyorlar.
Yakında seçim için sandık başına gidecek ülkelerin popülist/diktatöryel eğilimli liderlerinin ABD ve Brezilya örneklerinden çıkaracakları çok ders var....