Demokrasi Zirvesi mi, kuru gürültü mü?
Donald Trump’ın “hükümdarlığı” sırasında Amerikan “demokrasisinin” karşılaştığı ve henüz bertaraf edildiği kesin olmayan meydan okuma sonrasında, Başkan Biden’in uluslararası bir toplantı düzenlemeden önce kendi ülkesinde bir demokrasi zirvesi düzenlemesi beklenirdi. Sık dile getirilen bir görüşe göre, Amerikan başkanları kısa sürede ülkenin iç politikasında çok etkili olamadıklarını görmekte ve uluslararası alanda icraata yönelmektedirler. Bir ihtimal, Bay Biden’in ülkesinde demokrasinin yaşadığı sorunlara eğilmeden önce başka ülkelerde demokrasiyi yaygınlaştırma mücadelesine girişmesinde bu mantık egemen olmuştur. Toplantının dünyada demokratik yönetişim üzerinde ne oranda etkili olacağını görmek için ise beklemek gerekecektir.
Acaba hangi saikler Başkan Biden’ı bir demokrasi zirvesi düzenlemeye yöneltmiştir? Kendisinin demokrasiye bağlılığını sorgulamamakla birlikte, yönetimindeki Amerika’nın dünyada demokratik yönetişimi yeniden inşa etmeyi birinci siyasi hedef olarak benimsediğini destekleyecek fazla kanıt bulunmamaktadır. Amerikan yönetimleri, Amerikan çıkarlarıyla uyumlu davranan fakat demokrasiden nasibini almamış ülkelere her zaman iyi davranmışlardır. Bu bakımdan Biden yönetimi bir istisna teşkil etmiyor. Dolayısıyla, zirvenin neden yapıldığının sırrını çözmek için başka saikleri araştırmamız gerekiyor. Birbiriyle bağlantılı iki dürtü akla geliyor. İlkin, Soğuk Savaş sonrasında Batı dünyasının liderliği konumu aşınmaya başlayan Amerika, Trump’ın Avrupa’yı savunmaktan uzak duracağını açık etmesiyle ciddi bir darbe yemişti. Biden, göreve başlamasından başlayarak Avrupa ile zedelenen ilişkileri tamir etmeye ve ülkesinin Batı güvenlik camiasındaki önderliğini yeniden kurmaya çalışmıştır. İkinci olarak, nasıl Soğuk Savaşı Batı-Sovyet rekabeti belirlemişse, şimdi de bunun yerini tedricen bir Çin-Amerikan çatışması almaktadır. Rusya da bu çatışmaya bir hasım olarak eklemlenmektedir. Birleşik Devletler, Çin ve Rusya’ya karşı yürüttüğü kampanyaya destek aramakta, böylece yeniden “demokratik” dünyanın liderliğini üstlenmek istemektedir.
Zirvenin Amerikan planlarına ve çıkarların hizmet edip etmeyeceği de bir başka soru. Sanıyorum şu ana kadar bu Amerikan fikrini heyecanla sahiplenen bir ülke olmadı. Avrupa Birliği nazikçe desteklese de konuya ihtiyatla yaklaşır gözüküyor. Bazı Afrika ülkeleri sosyo-ekonomik sorunların ele alınmasını ümit ettiklerini ifade etmişler, diğer bazıları ise davetliler listesindeki eksikliklerden şikayetçi olmuşlardır. Zaten kimin davet edildiği başlı başına bir sorun alanıdır. Davetliler listesine keyfiliğin hakim olduğu üzerinde hemen herkes birleşmektedir. Macaristan davet edilmezken, birçok bakımdan bu ülke ile aynı kategoride görülen Polonya davetliler arasındadır. Aynı şekilde, Pakistan davet edilirken (daveti kabul etmedi) Bangladeş edilmemiştir. Tabii, benzer durumdaki ülkeler davet edilirken, Türkiye’nin davet edilmemiş olmasının isabeti de sorgulanabilir. Anlaşılabildiği kadar davetli listesi belirli demokratik olma kriterleri belirlenip, davet edileceklerin bunlara ne kadar uydukları ölçülerek oluşturulmamıştır. Amerikan kararlarını uluslararası politikada iyi bilinen bir saikle, kibarca ifade edecek olursak, ulusal çıkarlarını ön plana alma dürtüsü yönlendirmiştir.
Şurası muhakkak ki, şu anda uygulandığı biçimiyle, ilk geliştiği ve hiçbir zaman tehdit altına girmeyeceği düşünülen ülkelerde bile demokrasiye meydan okunmaktadır. Buna karşılık, İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika’nın Almanya ve Japonya’da demokrasinin inşa edilmesine katkıları inkar edilemese de, demokrasi inşa etmek bahanesi ile dünyanın orasına, burasına gönderilen ve hükümetleri deviren Amerikan askeri gücünün hiç bir yerde demokrasi kurmayı başaramadığı da bilinmektedir. Buna ilaveten, demokrasi yolunda ilerlediği düşünülen birçok ülkenin ise daha otoriter yönetim biçimlerine kaydığı gözlemlenmektedir. Böyle bir durumda, demokrasiye değer veren ve bunu küresel bir sisteme dönüştürmek isteyen siyasi liderlerin önce işlerin neden rast gitmediğini, demokrasinin kurumsal yapısında ne gibi değişikliklere ihtiyaç olduğunu, demokrasiyi destekleyen altyapı koşullarının nasıl oluşturulabileceğini, ya da kısaca, demokrasinin kaderini iyiye çevirme yollarını araştırmaları gerekmektedir.
Böyle düşünüldüğünde, bir bölümü zaten örnek alınabilecek demokrasilerden gelmeyen bir dizi liderin çevrimiçi bir toplantıda bir araya gelmelerini önermek gereksiz bir acelecilik olarak nitelenebilir. Toplumların demokratikleşmeleri için ufuk açıcı bir fikir jimnastiği fırsatı oluşturmak ve devlet işlerini yönetmeye kılavuzluk etmek bir yana, böyle bir eylemin yerinde bir halkla ilişkiler girişimi olduğu bile şüphelidir. Muhtemelen gelip geçecek ve olsa olsa, Bay Biden’in sebep olduğu demokratik bir kuru gürültü olarak hatırlanacaktır.