Demokrasi ve kalkınma, kökler ve kanatların sentezi ile gerçekleşir
Faruk Türkoğlu
Amerikalı gazeteci Hodding Carter bir zamanlar “Çocuklarıma bırakabileceğim en önemli iki miras kökler ve kanatlardır” demişti. Carter, geleceğe hazırlanan çocukların ve gençlerin ihtiyaç duydukları gücü, ancak geçmişin değerlerinden alabileceğini düşünüyordu. Bireylerde ve toplumlarda köklerin ve kanatların sentezi, ilerlemenin, huzurun ve mutluluğun başlıca kaynağıdır. Kökler, aileyi, geleneği, yüzyıllardan süzülüp gelen değer ve inançları temsil eder. Kökler, dündür. İnsanın köklerini bilmesi, kimlik duygusunu ve özgüvenini güçlendirir ve yere sağlam basmasını sağlar. Kanatlar ise geleceği anlatır. Araştırmanın, öğrenmenin ve bilmenin verdiği güçle süzülen kanatlar daha iyi bir geleceğe doğru yol alır. Köklerde inanç ve duygular, kanatlarda bilgi ve özgürlük egemendir. Kökler nakil, kanatlar akıldır.
Kökleri ve kanatları tek bir kişilikte birleştirmek epey zor görünür. Geçmişin değerlerine sımsıkı sarıldığımızda bugünü ve geleceği elimizden kaçırabiliriz. Geçen zamana ve değişime direnen kökler insafsızca hırpalanır. Yalnız kanatlanmayı düşündüğümüzde ise engin denizlerin üzerinde kaybolma tehlikesi vardır. Kökleri, dikkate almayan değişim çabaları derine nüfuz edemez. Kabuk değişir ama öz hep aynı kalır. Kanatsız kök, durağanlığa yol açar. Köksüz kanat ise kısır döngülerden kurtulamaz. Ailedeki ve okuldaki eğitimin temel amacı, geçmişle ilgili bağlantılardan doğan kimlik duygusunu, özgürlük ve keşif tutkusu ile bütünleştirmek olmalıdır.
YALNIZ KANATLAR YETMEDİ
Çocukların ve gençlerin eğitimi için geçerli olan kök ve kanat benzetmesi, ülkeler için de geçerlidir. Bir ülkenin kalkınması için iç dinamizmin mümkün olduğu kadar köklerden kaynaklanması gerekir. Kalkınma umudu yalnız dış dinamiklere bağlandığı takdirde sonuç alınamaz. IMF ve AB kriterlerine uyum ile başka kültürlerin ürünü yasaların tercüme edilip uygulanması kalıcı bir kalkınma ivmesi sağlayamaz. Sosyal bünyeye dışarıdan monte edilen kanatlar ilerlemeyi ancak geçici bir süre için gerçekleştirebilir. Küçülen ve küreselleşen dünyada yalnız köklerden gelen güç ile kalkınmak da artık mümkün değildir.
Türkiye’de köklerin ve kanatların akılcı bir sentezinin gecikmesi, çağdaş uygarlığa yetişmek için verilen 200 yıllık uğraşın sonuçsuz kalmasına neden oldu. AB’nin bekleme odasında geçen 45 yıla rağmen, tam üyeliğin henüz ufukta olmaması da aynı nedenden kaynaklandı.
KÖKLERE DÖNÜŞ ÇABALARI
Osmanlı İmparatorluğu döneminde hükümetler, köklerinden aldığı gücü kanatlara taşıyamadı. Bunun nedenini iktisat tarihçisi Ahmet Tabakoğlu, şöyle açıklıyor: “Osmanlı sisteminde tecrübe birikimini değerlendirerek en mükemmele ulaşılacağı kanaati hâkimdir. Buna göre de değişme ancak bozulma yönünde olabilir ve bunun çaresi de ‘kanun-ı kadim’e yani asıl sisteme dönüştür.”
Bugünün sorunlarına ancak geçmişte iyi sonuç vermiş yol ve yöntemlerin uygulanmasıyla çözülebileceği inancı bugün de düşünce dünyamızı bir ölçüde etkisi altında tutuyor. Bu görüşe göre olumsuzluklar, geçmişte başarılı olmuş yöntemlerden sapıldığı için ortaya çıkmıştır.
Bu ortamda kişi, kurutuluşun köklere dönüşte olduğunu düşünür, hep geçmişteki bir “altın çağ»a özlem duyar. Günün koşullarına uyum gösteren yeni bir atılım ruhu oluşturmaya çabalamak yerine hep geçmiş dönem yüceltilir. Altın çağ, bazen 1453 veya 1946, bazen de 1923 veya 1968’dir. Koşullar değiştiği için ne 46 ruhunu çağırma seansları bir sonuç verir, ne de 68 ruhunu...
KUTUPLAŞMA SORUNU
Geçmiş dönemlerde kökleri dikkate almadan kanatlanma çabaları, toplumun geniş kesimlerinde değişime karşı bir direnç ve tepki oluşturdu. Köklere aşırı bağlılığa dayanan bu tepki, islahat ve reform çalışmalarını daha da zorlaştırdı. Bu kutuplaşma 19. yüzyılın başlarından itibaren siyasi ve sosyal hayatımıza damgasını vurdu. Kutuplaşmanın aşılması için ufuk açıcı görüşleri ile topluma seslenen düşünürler ve liderler ise çok azdı.
. Örneğin Mecelle’yi hazırlayan Cevdet Paşa, geleneklere bağlılığı toplumu dönüştürecek bir ekonomik ve teknolojik atılım azmi ile birleştiremedi. Mustafa Reşit Paşa ve Mithat Paşa gibi liderler ise reform gayretlerini, toplumun tümünü saran bir kalkınma heyecanına dönüştüremedi.
Bu kutuplaşma son 60 yılda da olumsuz etkilerini gösterdi. Köklere bağlılığı ön planda gören merkez sağ ve sağ partiler, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal yapısını dönüştüremedi.
Yalnızca kanatlara öncelik veren sosyal demokrat ve sol partiler ise bu süre içinde tek başına iktidara gelemedi. Bu kilitlenme nedeniyle 1950’den bu yana Türkiye’deki refah düzeyi, örneğin ABD’deki refah düzeyinin dörtte birini hiçbir zaman aşamadı.
EKONOMİSİZ BİR TOPLUM
Gelenekler ile yenilikler arasındaki çelişkiler, çoğunlukla ekonomi ve teknolojideki gelişmelerin yarattığı etkilerle azaltılır, çözüme kavuşturulur. Üretim tarzındaki ve üretim güçlerindeki değişim, toplumları içten içe değiştirir. Derece derece ortaya çıkan bu değişim, belirli tarihsel dönemde, olay ve olguları kaplayan çatıda nitel değişmeleri ortaya çıkarır. Değişimi olumlu gözle bakılması, paradigma değişiminin sancısız olmasını sağlar.
Bizde ise ekonominin bu rolü yeterince dikkate alınmadığı için, siyasi ve sosyal görüşlerin kaynağı çoğu kez, şiirler ve duygulardır. Ekonomik yapının derinlemesine analizini içermeyen siyasi görüşler arasındaki tartışmalar sık sık kör dövüşüne dönüşür. Ekonominin ve toplumun geleceği ait gerçekçi ama iddialı bir vizyona sahip olmayan liderler, kalkınmayı hızlandıracak adımlar atamaz.
DEMOKRASİNİN SIĞLIĞI
Geçmiş dönemlerde demokrasinin derinleştirilmesi önündeki engeller, farklı düşünenleri ve yeni düşünceleri baskı altında tuttu. Görüşlerin tekörnekleşmesi yönündeki gayretler, toplumu kanatlandıracak bir düşünce zenginliğini önledi. Fikir özgürlüğünün ve gerçek demokrasinin “Henüz zamanı değil” ve “Bizim için erken” gerekçeleri ile sürekli ertelenmesi, bizi düşünce fakirliğine mahkûm etti. Öneri, eleştiri ve uyarıların dönem dönem yasaklanması değişimi sürecini yavaşlattı.
Sığlaşmış bir demokraside yalnız geçmişten kopamayanlarla acil değişim isteyenlerin sesi yükseldi. Sağlıklı bir tartışma ortamı kurulamadığı için, toplumu ilerletecek yeni stratejiler ve politikalar üretilemedi. “Yalnız bizim için demokrasi” anlayışı ise krizlere ve darbeler yol açtı.
DİĞER ENGELLER
Gelişmiş ülkelerde kökler ve kanatlar arasındaki sentezi kolaylaştıran faktörler, Türkiye’de pek ortaya çıkmadığı gibi bazı siyasi ve sosyal faktörler bu sentezi zorlaştırdı. Bu faktörleri şöyle sıralamak mümkün:
-Eğitim düzeyinin batı ülkelerinin gerisinde kalması, bireylerde ekonomiyi dönüştürecek donanımın oluşmasına imkân vermedi. Eğitim yöntemlerinin ezber ağırlıklı olması, gençlerin yeni sorunlara yeni çözümler bulma yeteneğini dumura uğrattı. İtaata dayanan disiplin anlayışı genç beyinlerin coşkusunu söndürdü.
-Bilim ve teknolojinin geliştirilmesi için, ya dışarıdan uzman getirildi, ya da yurt dışına uzman gönderildi. Eğitim sisteminde ve sanayide teknoloji üretimi çalışmaları on yıllar boyu ihmal edildi.
-Kalkınma faaliyeti hep Ankara’dan ve tepeden inme yöntemlerle yönetilmek istendi. Bu yaklaşım yerel girişkenliği ve girişimciliği köreltti.
YENİ ARAYIŞLAR
Türk ve İslam dünyası özellikle 13.ve 15. yüzyıllar arasında kökler ve kanatlar arasındaki sentezi en iyi şekilde gerçekleştirmiş, bilim, sanat, kültür ve siyasette başarılı olmuştu. Sonraki yüzyıllarda bu sentezin büyüsü bozulmuş toplum, bağnazlık ile umutsuzca sürdürülen reform çabaları arasında gidip gelmişti.
Türkiye’de kökleri ve kanatları temsil eden düşünceleri tek bir sentez içinde birleştiren düşünce akımları bugüne kadar ortaya çıkamadı. Mehmet Akif ’in azgelişmişliğe isyanı, sonraki kuşaklardaki gelenekçiler tarafından benimsenmedi. Son yıllarda Bosnalı din bilgini Mustafa Çeriç’in “ kökler ve kanatları bir sentez içinde eritme” çalışmaları da henüz diğer ülkelerde umulan yankıyı bulamadı.
Türkiye, yeni dönemde iç dinamiklere ağırlık veren bir kalkınma ve dönüşüm stratejisi izlediği takdirde köklerin gücünü ve kanatların enerjisini birleştirebilir. Bunun için demokrasinin derinleştirilmesi ve kendi sorunlarımıza yine kendimizin çözüm aramamız gereklidir.