Dayanıklı ekonominin az sorgulanan yönleri:1
Kişinin varlıklarını koruma güvencesi
Yaşanab büyük krizde “geçiş sürecini yönetme” konusunda, insanlarımız uzmanlık alanlarında alınması gereken önlemlerle ilgili önerileri tartışıyor. Tartışmalar iki ana eksen üzerinde sürdürülüyor. Piyasa üst göstergelerini oluşturan döviz hareketleri, faizlerin düzeyi ve borsa hareketleri öne çıkıyor. Yazılı ve görsel medyada tartışmaların yüzde 98’i piyasa üst göstergelerine odaklanıyor.
Buzdağının bir de su altında kalan, asıl büyük kitleyi temsil eden yanı var. UNCTAD Genel Sekreteri Mukhisa Kituyi’ nin çağrısında sosyo-ekonomik sorunların kök nedenlerine, dip dalgalarına da dikkat çekiliyor. Türkiye dahil birçok ülkede, stratejik ekonomik hedeflere odaklanmak için krizin yarattığı fırsatların iyi değerlendirilmesi gerektiğini de söyledi. Ekonomilerin “eski normal” koşullarına geri dönmesi çok ivedi sorun olduğu için büyük çoğunluğun dikkati oralara odaklanıyor. Bir yandan da, hiç bir şeyin artık eskisi gibi olmayacağı, “yeni normal” koşullarının geçerli olacağı da net olarak görülüyor. Sağlıklı bir gelecek inşa etmek isteyen bütün toplumların tartışma gündeminde, “kısa dönemli rahatlama” önlemleri var. Kituyu’nin de işaret ettiği “uzun dönemli dayanıklılık artırma hedeflerini” tartışmazsak, “geçiş süreçlerini” iyi yönetemez, sağlıklı gelecek inşa edemeyiz.
Uzun dönemli dayanıklılık artırma önlemlerini, birbirini bütünleyen üç yönüyle tartışmamız gerekiyo. Birincisi, “kişisel varlıkların güvencesini’ artırarak, servet ve sermayenin gömülü alanlardan çıkarak üretken yatırıma yönelmesini özendirecek önlemleri kapsıyor. İkincisi, “ortak varlıkların değerlendirmeyle” ilgili algıların yatırım iştahını beslemesini içeriyor. Üçüncüsü de, “ortak geleceğin inşası” konusunda yaratılacak “toplumsal güven” sorunlarını kapsıyor.
”Kişisel varlıkların güvencesini” sağlayacak servet ve sermayenin durağan alanlardan gelir akışlarını hızlandıracak alanlara kaydırılmasıyla ilgili önlemler önemli. Önce, “ileri düzeyde hukuki güvence” yaratılmasının, kaynakları gelişme yaratacak alanlara bağlamayı özendirmedeki rolü üzerinde duracağız.Bir sonraki alt başlıkta “fırsat eşitliği ve eşit haklar güvencesinin” servet ve sermayenin üretken yatırımları nasıl etkilediğini sorgulayacağız. “Mehmet’le memleketin yararlarını dengeleyen yönetişim uygulamalarının” yatırımları özendirici etkilerini ayrı bir başlıkta tartışacağız. “Herkesin hesap verebilir olmasının” uzun dönemli dayanıklılık artırım hedeflerine katkılarını son alt başlıkta ele alacağız.
Güven sihirli anahtardır
Güvenin toplumsal yaşamın bütün alanlarında belirleyici etken olduğunu tartışmaya açmak bile fazla.Bir anımsatma olsun diye Matt Ridley’in “Erdemin Kökenleri” eserinin bitiriş paragrafını paylaşalım: “ Toplumsal düzenin kökleri, kusursuzca uyumlu ve erdemli bir toplum olmasa da, günümüzdeki mevcut toplumlardan daha iyisini yaratmaya yönelik içgüdüsel kapasitemizi barındıran kafalarımızın içindedir. Kurumlarımızı, bu içgüdüleri canlandıracak biçimde inşa etmeliyiz.Bunun içerdiği en büyük anlam, eşit bireyler arasındaki alışverişi özendirmektir.Tıpkı ülkeler arasındaki ticaretin, dostluğun gelişmesi adına en iyi reçeteyi sunduğu gibi, imtiyaz ve yetki sahibi bireyler arasındaki toplumsal ve maddi alışverişi özendirmeliyiz; zira bu güvenin hammaddesidir ve güven de erdemin temelidir.”
Ray Huang’ın “Çin Tarihi” i kitabının çevirisini yapan Atilla Sönmez de, alışverişin özendirilmesinin başka bir boyutunu “eşdeğerlilik ilkesi” kavramıyla açıklıyor: "Modernleşme, tarımsal ekonomideki geleneksel kurallara dayalı ticaret yerine, eşdeğerlilik ilkesine dayalı ticarete geçiştir. Malların modern ticaretin konusu olabilmesi için, piyasada çeşitli mal ve hizmetlerin değerinin serbestçe belirlenmesi gerekir. Öyle ki, alış-veriş işleminin her iki taraf için verimli olabilmesi, her an için her mal ve hizmetin diğer mal ve hizmetler karşısındaki değerinin bilinmesine bağlıdır. Modern ticaret sisteminin işlemesi için mal ve hizmetlerin eşdeğerliliğinin yargı organlarınca, gerektiğinde zorla kabul ettirilmesi gerekir. Bu da arkasında, sözleşmelerin herkes için bağlayıcılığı ilkesini getirir. Bu sadece yasalar ve yargı sisteminin modernleşmesini değil, kanun önünde eşitlik ilkesini de beraberinde getirir. Vatandaşların kanun önünde eşitliği ilkesinin kabulü kaçınılmaz olarak bütün siyasal sistemi, devlet organlarının kuruluş ve işleyişini modernleştirir".
Alışveriş güvenin temeli, güven de erdemin hammaddesi ise, e-ticaretin gelişmesinden ve platform yapılarındaki değişikliğinden bağımsız gelecek inşa etmeyi tartışmamız eksikli olur.Yeni ticaret yapılanmaları kendi içinde ayrı bir inceleme konusudur.Burada, ister organik enerji döneminde olsun, ister sanayi çağında, isterseniz yari iletken teknolojisinin yarattığı ve dijital uygulamalarda hayat bulan yeni yapılanmalarda ele alan içinde insan olan her şeyin dayanıklılığını artıran kök nedenlere değinilecektir.
Kişisel varlıkları koruma güvencesi, insan icadı olmayan, ama içinde insan olan ekonomide uzun dönemli dayanıklılıkları artıran önemli etkenlerden biridir. Kişisel varlıkların korunmasının temel etkeni, “yüksek düzeyde hukuki güvence” sağlamaktır.
Toplumların biriktirdikleri varlıklarını üretken yatırımlara dönüştürmesinin kök nedeninin yüksek düzeyde hukuki güvence yaratılması olduğunu herkes biliyor ve onaylıyor. Onaylıyor, ama uygulamaya gelindiğinde birçok ülke yönetimleri hukuk yerine popülist sloganların selinde sürükleniyor. Fukuyama’nın bir makalesinde anlattığı gibi, “Kısı dönemde kitle desteği alarak, uzun dönemde sürdürülmesi mümkün olmayan politik üretenler” siyasi iktidarı denetim altına alabiliyor.Ayrıca, “nüfusun tamamını dikkate almaktansa, belli ırk, etnik köken ve inanç odaklı insanları halk olarak tanımlama” ve ötekileri dışlama tutumu karşılık bulabiliyor. Daha önemlisi, “ Kendisi etrafında kişisel bir kült geliştirerek siyasi partilerden bağımsız siyasi figürler” öne çıkabiliyor. Bütün bu popülist beslenmeler, “yüksek düzeyde hukuk güvencesi” yaratma yerine, eşitsizlik, adaletsizlik, kayırma, ayrıştırma gibi toplumsal enerjinin verimini düşüren sonuçlar doğuruyor.
Eski normal koşullarına dönmek, yeni normal koşullarında da ayakları üstüne sağlam basan bir ekonomi yaratmak istiyorsak, önce yüksek düzeyde hukuki güvence yaratılmasının önündeki engelleri sorgulamalı ve kaldırmalıyız: Kanun önünde herkesin eşit olduğu algısını toplumun bütün derinliklerine yayabilmeliyiz. Ülke hakimlerinin başta bilgi ve uzmanlık alanında, sonra gelir düzeylerinde ve atamalarında bağımsız olduklarına toplumun büyük çoğunluğunu inandırmalıyız. Bir de konumu ve durumu ne olursa olsun, herkesin yasaları eleştirme hakkı olduğunu, ama uymama hakkı olmadığını zayıflatacak tutum ve davranışlardan kaçınmalıyız.
Sadece hukuk devleti ilkelerini uygulamak da yetmez. Hızlı ve güvenli karar veren ihtisas mahkemelerini çalıştırmak da önemli. Gecikmeyen adalet yaratmanın yanında, hukuk sisteminin uluslararası alanda yargılamaya açık olduğu algısını da insanların zihnine yerleştirmek gerek koşullardan biri.Biraz daha ileri giderek, ülkeyi yönetmekten sorumlu herkesin özü, sözü ve davranışlarıyla da hukukun her şeyin ve herkesin üstünde yer aldığı algısını pekiştirecek sorumluluk gerektiriyor. Ancak o zaman insanlar ellerinin menzili altında olan servet sermayelerini daha güvenli ama düşük verimli alanlardan, riskli ama gelir yaratma katsayısı yüksek alanlara yatırmaya yönelebilir.
Fırsat eşitliği ve eşit haklar geliştirir
Lord Robert May on beş yıl önce bütün insanlığı uyarıyor: “Zorlu dönemlerden geçiyoruz. Dış dünyanın gerçekliklerinden kaynaklı ciddi sorunlarımız var. İklim değişikliği, biyolojik çeşitliliğin kaybı, yeni ve yeniden ortaya çıkan hastalıklar ve dahası. Bunların birçoğu bizleri şu anda tehdit etmese de lineer olmayan özellikleri nedeniyle bugün harekete geçmemiz şart”.Bugünlerde yaşadığımız virüs salgınına ilişkin bir erken uyarı. Bu gibi uyarıların gerektirdiği “öngörme ve önlem alma disiplinine” ancak iyi yetişmiş güçlü yurttaşlar ile iyi örgütlenmiş güçlü devlet örgütlenmeleri karşılık verebiliyor.
Güçlü yurttaşların toplumun uzun dönemli dayanaklılık hedeflerine katkı yapabilmeleri için oluşturdukları gücün “kritik çoğunluğa” ulaşmasını gerektiriyor. Bir toplum, “fırsat eşitliği ve eşit hakların” önünü açık tutarsa; işinin hakkını veren, kendi hakkını bilerek savunan, haklarını güçlü şekilde koruyan ve haklarını sürekli geliştiren güçlü yurttaşların sayısı artıyor; yönetimin kararlarını etkileyebilecek kritik sayıya ulaşabiliyor.
Elenin menzilindeki entelektüel sermaye başta olmak üzere diğer servet ve sermayenin gömülü alanlardan üretken alanlara geçişini özendirmek gerekiyor. Ayrıca beyin göçü ile gurbeti sıla etmeye yönelen insanımıza gerekçe yaratmamak da yönetimlerin sorumluğu. Servet ve sermayenin verimsiz güvenli limanlardan çıkıp, gelir akışlarını hızlandıran alanlara kayması için insanlarda “çalışırsam kazanırım algısını” güçlendirmek de yönetimlerin temel sorumluluğu. Kısa, orta ve uzun dönemde alınacak önlemlerin bizi eski normal koşullarına geri getirmesini, yeni normal koşullarına taşımasını istiyorsak, hepimiz insanların serbest ve adil piyasada şans eşitliğinin olduğuna inanmasına katkı yapmalıyız. İçten ve dıştan gelecek olağanüstü etkilere karşı dayanıklı bir ekonominin yaratılmasında kişilerin “çalışırsam kazanırım algısının” biriken etkisi son derece önemli. İnsanlar içinde bulundukları sistemin “negatif seleksiyon” yaptığına kendilerini inandırırlarsa, toplumun en büyük gücü olan “girişimci insan enerjisinin” harekete geçirmede tereddüt ederler. Güvensizlik içinde olan insanlar da krizlerin tehlikelerini en az maliyetle savuşturma, fırsatlarından en üst düzeyde yararlanma konusunda potansiyellerini değerlendirmezler.
Uzun dönemle dayanıklılığı artıran, fırsat eşitliği ve eşit haklar uygulamasının beslediği algı , insanların ”servet ve sermayemi korurum güvencesini” hissetmenin ötesinde kendilerini inandırmalarına bağlı. İnsanların yasal yollarla edindikleri servet ve sermayenin korunacağı düşüncesinde herhangi bir kuşkunun gölgesi düşmemelidir. Yönetimlerin hiç bir uygulaması “keyfilik” algısı bulmamalı; yönetimde keyfilik algısını güçlendirecek her türlü tutum ve davranışlar kaçınma özlemi herkes tarafından hissedilmelidir.
Batı’nın ilerlemesini, Ortadoğu ve Doğu toplumlarının gerileme sürecini hızlandıran etkenleri araştıranlar, insanların servet ve sermayelerine keyfi el konulması uygulamalarına dikkat çekiyor. Victor Davis Hanson‘un “Batı Neden Kazandı?” kitabında İnebahtı Deniz Savaşı’nı kaybeden Kaptan-ı Derya Müezzinzade Ali Paşa’nın “Sultan” adlı sancak gemisini ele geçiren düşmanların 150 bin sikke altına el koyduğunu yazıyor. Ayrıca diğer Osmanlı amirallerinin kadırgalarında da ona yakın servetin ele geçirildiğini kaydediyor. Bir deniz savaşının kazanılması kadar yitirilmesi olasılığı çok açık olduğu halde bu servetin amirallerin yanında bulunmasının nedeni, gözden düşdükleri zaman Osmanlı bürokratlarının mallarına el konulmasının yaygın bir uygulama olmasına bağlanıyor. Ayrıca, sermayelerini saklayacakları güvenceli sistemlerin bulunmamasına ad işaret ediliyor.
Yargı kararı olmadan, yönetime bağlı birimlerin istihbaratına dayalı kararlarla, servet ve sermayenin insanların elinden alındığı düşüncesinin filizlenmesine izin verecek en küçük bir tutum dayanıklı gelecek yaratmanın önünü kesiyor.
Düşünce ve inançların özgürlüğü uyumu güçlendirir
Uzun dönemde dayanıklılığı artıran temel etkenlerden biri de “düşünce özgürlüğü ile inanç özgürlüğünün” dengelenmesidir. Dayanıklı ekonominin kurumlarının içine hayat katan insanlar, “inanç ve düşüncelerimden ötürü zarar görürüm” düşüncesini bırakınız yaşamayı, akıllarından bile geçirmemelidir ki birikimlerini maddi ve kültürel zenginlik üretimine dönüştürebilsin.
Batı’da din savaşları, dinlerin kendi iç sorunları olan mezhepler ayrılıklarının çatışmaları önemli varlıkların israfına neden oldu. İnsanların gereksiz ve haksız yere canlarına kıyıldı. Oysa, birkaç paragraf sonra açıklanacak olan , gelişmenin itici güçlerinden birinin “dışa ve dünyaya açılama” deneyimleri, çok seslilik, çok kültürlülük ve çok odaklı üretimin yarattığı zenginliğin, inanç ve düşünce özgürlüğünü de güven altına aldığı kanıtladı.
Herhangi bir toplumda, insanların kim olduklarıyla fazla meşgul olunuyor da, ne yaptıkları sorgulanmıyorsa, orada düşünce ve inanç özgürlükleri de dengelenemiyor. Düşünce özgürlüğünün önüne inançlar koyulduğu zaman kırılganlıklar artıyor. Başkalarının kolay kaşıyabileceği çatışmalar için ortam ve iklim yaratılıyor.
Piyasa üst göstergelerinin döviz, faiz ve borsa hareketleri kadar, uzun dönemli dayanıklılık artırıcı etken olan “inanç ve düşünce özgürlüklerin dengelenmesini ” de tartışmalıyız. Hünere akıl katmak olan yaratıcılığı geliştirmek, dönüştürücü inovasyonun sağlıklı gelecekler inşasına katkısını artırmak için düşünce ve inanç sistemleri dengelemesinin hayati önemini kavramalıyız.
Çağımızı yönlendiren eğilimlerden biri olan "dönüştürücü inovasyonun" toplum tarafından içselleştirilmesi, yaşam tarzı haline getirilmesi gerekiyor. İnovasyonun yaygınlaşması için sosyal alanın genişlemesinin önündeki engellerin kaldırılması da önemli. Yaşam alanının genişlemesi, yaşam koşullarının iyileştirilmesi mal ve hizmet talebini yükseltir. Talep de kendi arzını yaratarak gelişmenin önünü açar.
İleri düzeyde hukuk güvencesi, fırsat eşitliği ve eşit haklar dönüştürücü inovasyonunu hızlandır. İnovasyon rekabet gücü yaratmada sizi bir adım öne geçirerek, mal ve hizmet üretimini ve gelir akışlarını hızlandırarak refahın yükseltilmesine katkı yapar.
Mehmet’le memleketin yararlarının dengelenmesi özendirir
Kaliteli yönetişim, “Mehmet’le memleketin çıkarlarını dengelemeyi” becermektir. Güçlü yurttaşı olmayan, güçlü devlet olamıyor. Güçlü devlet olmadan da olağan koşullarda istikrarlı büyüme, olağanüstü koşulları en düşük maliyetle atlatılamıyor.
Güçlü yurttaş, öğretim ve öğrenimde, girişimcilikte fırsat eşitliği ile yaratılır. Öğrenim ve öğretim sistemleri toplumun en zayıf kesimlerine ulaşırsa, kim olduğunu, haklarını ve sorumluklarını bilen; haksızlık karşısında direnen yurttaşların sayıları artar.
Yurttaşların bireysel olarak öğrenim ve öğretim fırsatlarından yararlanmaları, iş ve mesleki örgütlere aktif olarak katılmalarını güçlendirilir. Mesleki örgütler, ortak bilgilerini, tutarlı gerekçelere dayalı taleplere dönüştürür. Güçlü bireyin güçlü sivil toplum örgütleri, ilerde değineceğimiz toplumun ortak varlıklarını etken değerlendirmeyi sağlar. Güçlü STK’ların yaygınlaşması, siyasi iradelerin keyfi karar almalarını engeller; birikimlerin kısa dönemli amaçlar için kullanılması engellenerek, uzun dönemli dayanıklılığı artıran alanlara yöneltilmesinin önünü açar.
Mehmet’in çıkarları ile memleketin çıkarlarını dengeleme; yurttaşın edilgen olmaktan çıkarak, etken olmasına bağlıdır. Dilenci anlayışı ile her şeyi devletten bekleyen yurttaş, devlet denen örgütün elinde sihirli değnek bulunmadığını bilmelidir.Yurttaş ne kadar zenginlik üretirse, devleti de o kadar zengin olur. Daron Acemoğlu ve arkadaşlarının “Dar Koridor” kitabında ayrıntılandırdıkları“ prangalanmış bürokrasinin” kalkınmanın dar koridoruna ülkeyi sokması, yurttaşın asıl patron kendisinin olduğu bilincindeki yükselmeye bağlıdır.
Herkesin “hesap verebilir” olması güvenin harcıdır
Kişisel varlık güvencesinin bir başka boyutu herkesin açık ve şeffaf ortamlarda “hesap verebilir” olmasıdır. Kişilerin, kuruluşların ve kurumların “ilkeli gizlilikle” korunmaları gereken değerleri vardır. Kişinin kendini ilgilendiren “mahremiyetine saygı” esastır, ama toplumla ilgili olan ve toplumsal yararı ilgilendiren her alanda “hesap verebilir” olması gerekir.
Bütün insanlar işin hakkını vermeli, kendi hakkını bilmeli, hakkını sonuna kadar korumalı ve geliştirmelidir ki, güçlü yurttaş olabilsin. İnsanlar, hesap verebilmelidir ki, ortak varlıklardan haksız kazanç peşinde koşmasın.
Kişisel varlıkların güvencesine ilişkin toplumsal algı, insanların yeni zenginlikler üretmesinin önemli motivasyon aracıdır. Yüksek hukuk güvencesi, fırsat eşitliği ve eşit haklar, düşünce ve inanç özgürlüğü, Mehmet’le memleket yararlarının dengelenmesi, herkesin hesap verebilir olması konusundaki eksiklikler, boşluklar, yanlışlıklar ve ezberler yazı insanın mücadele alanıdır.
Uzun dönemde dayanıklılık hedefleri, dengeli ve birleştirici bir sosyal yaşam sağlam bir ekonomi gerektirir. Ekonominin de sosyal yaşamın da arkasında öncelikle “kişisel varlıkların güvencesi” vardır.
Bir sonraki yazı: Toplumun ortak varlıklarını koruma güvencesi