Dayanıklı ekonominin az sorgulanan yönleri: 3
Ortak Geleceğin Güvencesi
"Bilimsel düşüncenin önündeki en büyük engel,
siyasi ve hiyerarşik kökenli olanlarıdır. İçte ve dışta
meydan okuyan değişmelerle yüzleşmeyen
toplumlarda, köklü değişmelerin gereksizliğine
inanılan kültürlerde ‘icat çıkaranların görüşleri’ gerekli
desteği bulmakta zorlanır. Tersine, aykırılıklar
tehlikeli ilan edilebilir; düşünce kemikleştirilir; yetkiyi
elinde tutanların görüşlerine karşı çıkışlara
yaptırımlarını artabilir."
-Carl Sagan-
Kişi varlıklarının ve ortak varlıkların güvencesini sağlayarak, uzun dönemli dayanıklılık artırmanın başarılı biçimde yönetilmesi için "ortak gelecek" üzerinde çoğunluğun birbirini anladığı ve anlaştığı birleşmelerin etkileyici sonuçları olur.
Tartışma gündemimizde, "gelecek tasavvuru ve kendimize biçtiğimiz rol" öncelikle yerini almalı. "Zihni modellerimizin sorgulanması ve yeniden kurgulanması" yol gösterici çaba olur. Üçüncüsü " uygun yapıların" oluşturulmasıdır". Dördüncüsü, "geri bildirim döngüsüyle" kendimizi yeniden üretmeyi güven altına alması.
1- Gelecek tasavvuru ve kendimize rol biçmek
Sağlıklı bir gelecek inşa etmek için, toplumun kanaat önderlerine de bir "medeniyet tasavvuru" olmalıdır. Bu tasavvur uygun biçimde "kurgulanan stratejiye" yansımalıdır. Medeniyet tasavvuru ve strateji, toplumdaki kişilerin varlıkları kadar, ortak varlıklarını etkin ve verimli kullanmanın önünü açar. Bu bağlamıyla ele alarak, gelecek tasavvurunun neden uzun dönemli dayanıklılık hedeflerine ulaştırdığını tartışabiliriz.
Medeniyet tasavvuru
"Medeniyet" kavramı çok geniş kapsamlıdır: Topun düşünce ve inanç sistemlerini, tarihsel birikimlerini ve ilişkilerin kapsar. İbn Haldûn da medeniyet kavramını "umran" sözcüğüyle anlatır. Medeniyetler arası ilişki, iç ve dış çatışmalarda medeniyet anlayışının etkileri, medeniyetlerin dönüşümü toplumsal yaşamın derinliklerini etkiler.
Değişik medeniyetleri tanımlarken "küresel norm eksikliğine" dikkat çekilir. Bazı düşünce insanları " açık ve kapalı medeniyetlerden" söz eder. Açık medeniyetler kendilerinden başka medeniyetlere de hayat hakkı tanır. Kapalı medeniyetler ise kendileri dışında kalanları yok etme eğilimindedir.Bu ikincilerin "tek doğru benimkidir" saplantısı insanları ve grupları çok tehlikeli hale getirir. Batı’da da, Doğu’da da bu eğilimden etkilenmiş, ölümlerle ve kıyımlara neden olmuş çok acılar yaşanmıştır.
Günlük dilde medeni insan kavramı, görgülü, bilgili, başkaları ile olan ilişkilerine ayar veren, karşısındakinin beklediklerine göre rolünü oynayan anlamında kullanılır. Bir başka anlatımla medeniyet kavramı bilimde, teknolojide, ticarette, hukuk düzeninin işleyişinde, yönetişimin etkinliğinde gelişmiş olmayı anlatır.
Çok genel anlamıyla medeniyet tasavvuru, düşünce ve inanca verilen değeri anlatır. Bilim ve teknoloji düzeyinin göstergesidir. Başta ticaret olmak üzere finans ve diğer ekonomik bileşenlerin iyi örgütlenmesi demektir. Siyasette kullanılan dili, aykırı düşünceye verilen önemi, sosyal ve sınıfsal bakıştaki kapsayıcılığı, hukuk sistemine verilen önemi ve yönetim anlayışının liyakata ve yetkinliğine uyması anlamına da gelir.
Şafak Ural’ın tanımına göre medeniyet, "Bir kültürün ortaya koyduğu kavramlar sayesinde, diğer kültürlerin de kabul edebileceği bir genelliğe ve genişliğe ulaşmasıdır".
Medeniyet algımız, zihni modelimizin varsayımlarını etkiler; kültürün değerler ve ögelerini kapsar; o nedenle birikimlerimizi yönlendirir, bilincimizi ayarlar ve bakış açılarımızı belirler. Eğer bir toplumun, medeniyet tasavvuru yoksa, toplumun çoğunluğu bir medeniyet tasavvurunu zihninde netleştirmemişse önyargıların, yerleşik doğruların ve kalıp düşüncelerin tuzaklarına yakalanabilir. Uzun dönemli dayanıklı yapıların oluşturulmasında zorlanabilir. Kapalı bir medeniyet anlayışımız varsa, içte ve dışta "tek tip düşünce" peşinde sürüklenen yönetimler kolaylıkla otoriterliğe kayarak, işleyen kurumlar yaratılmasını engelleyebilir. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, geleceğin güvencesiyle medeniyet tasavvurumuz arasında sıkı bağlantılar vardır.
Gelecek inşası stratejimiz
Ortak geleceğin yaratılmasında medeniyet tasavvuru, "gelecek inşaa etmenin stratejisini " de yönlendirir. Strateji, önce de belirtildi; eğilimlerin yarattığı fırsatları ve tehlikeleri, erişebildiğimiz olanaklarımızı ve karşılaştığımız engelleri dengeleyerek, rakiplerimize göre "farklı gelişme düzeyi" yaratabilmenin yol ve yöntemleridir.
Herhangi bir işte başlangıç noktasına hassas bağlılık ilkesine uyarak, fırsatlar, tehlikeler, olanaklar ve kısıtlar iyi incelenerek erişilen verilere göre strateji kurgulanırsa, "net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma" ilkesi hayata taşınabilir.
Gelecek "büyük ve küçük verinin" temel girdi olduğu bir aşamaya doğru hızla ilerliyor. Değişmeler doğrusal değil, üstel büyüme gösteriyor. Süreçleri uçtan uca izlemek ve kaydetmek mümkün oluyor. Mobil iletişim, insanlık tarihinde hiç yaşanmamış bağlantı potansiyelleri yaratıyor. Dil engeli başta olmak üzere iletişimin engelleri kalkıyor. İşbirlikleri, sadece yakınımızdaki insanlarla değil, herhangi bir iletişim aracının erişebildiği küresel ölçekte bir olgu haline geliyor.
Uzun dönemde dayanıklı yapılar oluşturmak istiyorsak, iç ve dış çevredeki yeni oluşumları, onların potansiyellerini, potansiyelleri hangi ölçüde zenginliğe dönüştürebileceğimizin stratejisini kurgulamak, paylaşmak, içselleştirmek ve gereklerini yerine getirmek zorundayız.
2- Zihni model varsayımlarını sorgulama
Zihni modeller strateji kurgulamamızın araçlarıdır. Modeller, incelenen olay ya da olguların belirli bileşenlerini barındıran basit bir versiyonudur. Bir model bir dizi değişkeni içeren varsayımlarla tanımlanır. Modelle gelecekte karşılaşabileceğimiz değişiklikleri öngörebilmek için benzetimler yapılır.
Miho Kaku’nun tanımlamasına göre zeka, " Gelecek benzetimlerinin karmaşıklığı olarak görülebilir". Benzetimlerle deneyler yapar ve deneyimler kazanır. Sonuç olarak bilincin ilk aşaması ekosistemde canımızı koruyacak ve neslimizi sürdürecek tepkiler verebilmektir. Bilincin ikinci aşaması, toplumsal varlıkların kendi cinsleriyle sosyal, mekansal, zamansal, deneysel ve psikolojik mesafelerini ayarlamadır. Bilincin üçüncü düzeyi, gelecekle ilgili öngörüler yaparak alternatif tepki biçimlerini öngörmek ve uygulamaktır. Bir başka anlatımla, zihni modeller yöneticilerin etkin araçlarıdır.
Medeniyet tasavvurumuz çağımıza uyumlu, zihni modelimizin varsayımları da fırsatlar, tehlikeler, olanaklar ve kısıtlar arasında denge kuracak yeterlikte ise uzun dönemli dayanıklılık hedeflerine ulaşabiliriz.
Ünlü yönetim bilimcisi Peter F.Drucker, krizlerin temel nedeninin işlerin kötü yapılması olmadığını söyler. Krizleri yaratan yanlış şeylerin yapılması da değildir. Aslında çoğunlukla doğru şeyler yapılmaktadır. O halde kriz koşulları neden oluşuyor? Krizler, örgütlerin üzerinde yükseldiği ve yürüdüğü varsayımlar günün gerçekliklerine uymadığı için ortaya çıkıyor. Varsayımlar yeni koşullara uyumlu olmadıkları için neleri yapılması, nelerin yapılmaması gerektiğine ilişkin anlamlı olabilecek iç görülere ulaşılamıyor.
3- Uygun yapıların oluşturulması
Bir medeniyet tasavvuruna dayalı zihni modellerinizin yarattığı beklentileri zihinde netleştiririz. Düşüncelerimizi büyük ve küçük veriyi bilgiye dönüştürerek kaliteli fikirler haline getiririz. Fikirlerimizi projelendirerek ne kadar uygulanabilir ve yapılabilir olduğunu somutlaştırırız. Projeleri uygulamaya koymak için yapılar oluştururuz.
Bu yazı çerçevesinde konuyu daha da açmamız mümkün değil, ama yapılardan söz edeceksek " fiziki varlıklarımızın" bir envanteri elimizin altında olmalı. "Ekonomik üretim yöntemleri ve ürünler" hakkında bilgi sahibi olmak da gerekli. İşimize hayat katmak için erişebileceğimiz "finansal araçların" işleyişi hakkında gerekli bilgimiz de birikmeli. Bizi çerçeveleyen "hukuk sisteminin" işimizle ilgili etkileşimini kavramış olmalıyız. Sosyal ve kültürel olanak ve kısıtları bilmeliyiz. Bilimsel ve teknolojik düzeyin katkılarını netleştirmeliyiz. Siyasi sistemin işleyişini ve etkilerini dikkate almalıyız. Bütün bunlar yapacağımız için süreçlerine hakim olmak anlamını taşır.
Süreçlerin işleyişi hakkında gerekli donanım bize içinde bulunduğumuz "ekosistemin" bütün etkileşimleri hakkında bilgi ve fikir verir. Biz bir yandan örgütleme gücümüzü, öte yaddan teknolojik donanımlarımızı, daha geniş anlamda ekonomik sistemin ağ yapısını dikkate alan ihtiyaçları dikkate alarak yapı dengelerini kurabiliriz. Bu dengeleri kurduğumuz zaman da uzun dönemli dayanıklılık hedeflerine sağlam adımlarla ilerleyebiliriz.
4- Geri bildirim döngüsü
Uzun dönemde iç ve dış etkilere dayanıklı bir kurum yaratmak istiyorsak, yönetişim anlayışında inançtan düşünceye geçmiş olmalıyız. Görgüye dayılı değil, neden-sonuç ilişkisini arayan bilimsel düşünmeyi içselleştirmemeliyiz. İşlerimizi alışkanlıkla değil, analizle yapmalıyız. İşimizin bütün verilerini iyi saptamalı, kaydetmeli ve analiz etmeliyiz. En büyük desteğimiz olan çalışanların birikimlerini etkin kullanmak için liyakata önem veren ve negatif seleksiyon yapmayan uygulamaları da benliğimize sindirmeliyiz. Çok sesliliği ,çok kültürlülüğü, dışa ve dünyaya açık olmayı benimseyip, tek tip düşünceden uzak durmalıyız. Topluluktan toplum aşamasına geçeceksek, güçlü yurttaşı yaratmalıyız. Demokrasinin kuvvetler ayrılığını uygulayarak prangalanmış bürokrasi ile demokratik yapıyı güçlendiren STK’ların gelişmesini sağlamalıyız. Bütün bunlara yapabilirsek, taklitten yaratıcılığa geçer, zaman ve mekanı etkin kullanarak işlerimizi yapabiliriz.
Geri bildirim döngüsünü iyi işletir, işimizdeki sapmaları analizle belirler, gerekli ayarlamaları yaparak ilerlersek, kendimizi yeniden üretmeyi güven altına alırız. Fırsat eşitliği ve eşit haklara sahip çıkarsak yaratıcı insan enerjisinden yararlanırız. Paylaşımcı olursak deneyimlerimiz benliğimizin derinliklerine siner. Entelektüel ve sistem kapasitesini dikkate alırsak, birikim yeteneklerini koruyan ve uzun dönemli geleceğini güven altına alan bir yapı oluşturabiliriz.
Ptirjof Capra ve Ugo Mmattel’in Hukuk Ekolojisi/ Doğa ve Topluma Uyumlu Bir Hukuk Sistemine Doğru kitaplarını Ebru Kılıç dilimize aktardı. Diyorlar ki, " Ekosistemler ve insanların oluşturduğu arasında birçok farklılık vardır". Bir adım öne geçenler ise, "ekosistemin öz bilincinin olmadığını" kavrayanlar; dilini ve kültürünü olgunlaştıranlar; adalet kaygılarına uzak durmayanlar. demokrasiyi kendine dert edinenler. açgözlülük ve sorumsuzluk tuzaklarına yakalanmayanlar. kendinle aşırı meşgul olmayanlar, kibir ve üstünlük inancına kendini kaptırmayanlar, kendine ayna tutmasını bilenler dayanıklı gelecek yaratıyor.
Ali Bardakoğlu’un altını çizdiği, "Dini bilgi üretiminde metot kalmadı. Serbest pazar mantığıyla fetva arayanlar, müşteri memnuniyetine göre fetva verenler kapladı ortalığı". O zaman inanç sistemimiz kendinden bekleneni veremez duruma geldi. Saptama inanç sistemi için ne kadar doğru ise düşünce ve üretim sistemleri için de geçerli. Kararlar alırken, yapılar oluştururken, "net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma" ilkesini unutmamalıyız. Net bilgiye ulaştıran metot sorununu azla ihmal etmemeliyiz.
Sonuç
Büyük bilgin Bernard Levis, tarihin amacını anlatırken, "…En azından genel amacın bir parçası olarak, muğlak olanı sarih hale getirmelidir." diyor. Muğlak olanının sarih hale gelmesinin yolu, açık ortamlarda tartışmaktır. Burada yazdıklarımın virgülü bile tartışmaya açıktır. Yazılanların eksikleri tamamlanır, yanlışları düzelirse ;daha sağlam bir zemine oturur. Herkes, ülkenin geleceğini daha dayanıklı sosyo-ekonomik temeller üzerinde yükseltmeye katkı yapar. Ozanca söylersek, "Özünüzde var ise vazgeçilmez ideal/ Kendine kitleyi katmalı da behemehal / Azınlık yeteneği arşı-ı âlaya çıksa /Bilesin ki güçleri hem eksikli, hem topal". İşin kolayına kaçmayalım, "yanılabilme özgürlüğünü’ sonun kadar kullanalım. Ve diyelim ki, "İnsan için yakınma yolların en kolayı/ Yakınma unutturur gerçek özü, olayı / Kamil insan yekinir zorlu zamanlarında/ Bir mum yak karanlığa görelim biz dünyayı"…