Dayanıklı ekonominin az sorgulanan yönleri: 2

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Ortak varlıkların güvencesi
“Kurallar kişiler ve yapılar tarafından belirlenir.
Kapsayıcı kurumlar tarafından uygulanır. Türkiye
şu anda bir kurumlar arası dengenin yeniden tesisi
sürecine giriyor. Bu süreçte güç, köklü holdinglerden
ve devlet bürokrasisinden toplumun farklı kesimlerine
kayıyor.Bu kaçınılmazdı ve tarihten öğrendiğimize göre
bu tür geçişler zor ve inişli çıkışlı olur. Şu anda sürecin
iniş kısmında olduğumuzu, ama zaman içinde
kurumların güçleneceğini düşünüyorum. Burada önemli
olan şudur: Kurumsal güçlenme bir partinin güçlenmesi
ya da bir partinin gidip diğerlerinin gelmesiyle olmaz. Ben sivil
toplum tarafından kontrol edilen, tüm partilere iş kollarına
ve bürokratlara eşit mesafede olan
bir kurumsal yapılanmadan söz ediyorum.”

Daron Acemoğlu, Radikal, 5 Mayıs 2015


Sosyal yaşantımızın ve ekonomimizin uzun dönemli dayanıklılığını artırma hedeflerini tartışırken, önce “kişisel varlıkların korunması güvencesiyle” ilgili özen gösterilmesi gereken hususları sorguladık: İleri düzeyde hukuk güvencesinin, fırsat eşitliği ve eşit hakların korunmasının, düşünce ve inanç özgürlüklerinin , Mehmet’in çıkarları ile memleket çıkarlarının dengelenmesinin ve herkesin hesap verebilir olmasının dayanıklı yapılar oluşturmadaki etkilerini ele aldık. Çalışmamızın bu ikinci bölümünde, dayanıklı yapılar oluşturmada “ortak varlıkların güvencesini” sorgulayacağız. Önce, “ fiziki koşulların değerlendirilmesinin” anlamı ve önemi üzerinde duracağız. “Etkin yapılar oluşturmanın” önemini anlatmaya çalışacağız. “İşleyen kurumların” oluşturulması ve işleyişinin dayanıklı yapılardaki rolünü ele alacağız.”Sosyo-kültürel oluşumların” etkileri üzerinde durduktan sonar, “etkin yönetişim uygulamalarının” etkilerini irdeleyeceğiz.

1 - Fiziki koşulların değerlendirilmesi

Toplumun “ortak varlıklarının” verimli biçimde değerlendirildiği algısı da uzun dönemli dayanıklılıkları artırma hedeflerine ulaşılmasını kolaylaştırır. Toplumda bitki ve canlı popülasyonunun korunduğu algısı yatırım iştahını besliyor ve gelecek güvencesi algısını da güçlendiriyor. Burada, değişkenleri çok fazla yaygınlaştırmadan, fiziki koşulların değerlendirmesi bağlamında üç alana değineceğiz: Merkezi coğrafi konumun önemi, ileri düzeyde gelişmiş altyapıların özendiriciliği ve iklim değişikliğinin etkileri.

Merkezi coğrafi konumun önemi

Toplumlar ortak varlıklar üzerine kuruludur. Bir toplumun zenginleşmesinin temel etkenlerinden biri “merkezi coğrafi konumu”dur. Yaygın anlatımıyla “coğrafya kaderdir”. Ülkemizin coğrafyasından kaynaklanan “merkezi konumu” potansiyelini besleyen bir etkendir .İstanbul Doğu Roma’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi başkentidir; Cumhuriyet Dönemi’nin ekonomik merkezi.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Doğu Avrupa Ülkeleri insanlarının buluşma noktası İstanbul olmuştur. Komşularla ilişkilerin düzgün yönetildiği dönemlerde, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Doğu Avrupa Ülkeleri insanları İstanbul’u yönelmiştir; güvenin kaynağı olan alış-veriş de iyi bir dönem geçirmiştir.

Gelecekte olası iç ve dış etkenlere karşı dayanıklı yapılar oluşturmak itiyorsak, merkezi coğrafi konumun gerektirdiği iletişim ve işbirliklerine özen göstermek gerekir. Toplumun ortak varlıklarından biri olan merkezi coğrafi konumun potansiyellerini değerlendirecek stratejiler, politikalar belirlenmiş ve kitlelerle paylaşılmış olmalıdır

Tartışmalarda merkezi coğrafi konuma değinmeler olsa da, kritik büyüklükte kitle desteği yaratacak yaygın tartışmalar yapılmıyor. Sadece slogan olarak söyleniyor; arka plan örgütlenmesinin nasıl olması gerektiği üzerinde yeterince durulmuyor.

İleri düzeyde gelişmiş altyapı

Uzun dönemde sosyo-ekonomik dayanıklılık yaratacak bir başka ortak varlık “ileri düzeyde gelişmiş altyapılara” sahip olmaktır.

Ürettiğimiz mal ve hizmetlerin “değere” dönüşmesi için bir tüketiciye ulaşması, tüketicinin bir bedel ödemesi gerekir. Dayanıklı bir ekonomide, yeterli arz yaratan üretim akışının sürdürülebilirliği kadar, ulaştırma sistemlerinin “erişebilirlik” sağlaması da önemlidir. Alışverişin sürdürülebilirliği de karşılıklı “etkileşimin” nitelik ve niceliğinden beslenir.

Üretim, ulaşım ve iletişim teknolojilerinde hızlı değişmelerin yaşandığı günümüzde, sürdürülebilir üretimin “ileri düzeyde gelişmiş altyapı” ihtiyacı da yeniden tanımlanmaktadır.

Mobil iletişimde küresel ölçekte tartışma gündeminin ilk sıralarına oturan 5G standardını düşünelim. Teknolojideki gelişme, önce veriye ulaşmayı kolaylaştırdı; verileri aktarmanın kapasitelerini artırdı. Ayrıca, “Kutup Kodları” konusunda Prof. Erdal Arıkan’ın da katkısıyla veri iletme kanallarında kirlilikten ve gürültüden arındırılmış veri aktarma kapasiteleri artırıldı. Bu gelişme Qualcomm ve Huawei ilişkileri bağlamında “ticaret savaşlarının” merkezine de yerleşti.

Gelecek 10 yılda, mobil iletişimde 5G standardı bağlantı yapılarını değiştirecek. İletişimin nicelik ve niteliğini farklılaştıracak. Küresel ölçekte yeni “işbirlikleri” üretimdeki iş bölümünü yeniden yapılandıracak. Bütün bu gelişmeleri, “ileri düzeyde gelişmiş altyapı” bağlamında alabildiğine sorgulamak, öngörülerde bulunmak ve önlem almak gerekir. Mobil iletişimin 5G standardının işlemcilerini, baz istasyonlarını, işletim sistemlerini bir bütün olarak ele alan altyapı yatırımlarını zamanda yaparak uzun dönemli dayanıklılık yaratılabilecek. Benzer adımların diğer altyapılarda da atılması gerekecek.

Bölünmüş yollardan otoyollara, konteyner limanlarından, demir yolu ağlarına, yeni nesil OSB’lere uzanan bütün altyapıları, teknolojinin yarattığı yeni ekosistemler bağlamında planlamazsak, kırılgan ekonomiler yaratırız; uzun dönemli dayanıklılık hedeflerine ulaşmamız zorlaşır.

Değişen iklim koşullarının etkisi

Toplum ortak varlıklarının güvencesi, ciddi bir öngörme ve önlem alma disiplini gerektiriyor. İnsanların servet ve sermayelerini üretken alanlara yatırması ortak varlıkların da verimli ve etkin kullanıldığı algısının güçlenmesinden besleniyor.

Yakın gelecekte yatırımları özendiren ya da caydıran ortak varlık bağlamındaki “iklim değişikliği” olacaktır. Yarının ne olacağından kaygılanan ve korkan insanların sayısı her geçen gün artıyor. Tsunami etkisi, sahilleri suların basması, kuraklık ve su sorunu, sıcaklığın sınır derecenin üstüne çıkması gibi sorunlar insanların geleceğe yatırım yapma iştahını azaltıyor.

Merkezi coğrafi konumun yarattığı olumlu katkı, ileri düzeyde gelişmiş altyapıların serbest ve adil piyasada rekabette şans eşitliği yaratması gibi, iklim değişikliği de uzun dönemde dayanıklılık artıran yatırımlarda temel bir “değişken” olarak daha önemli hale geliyor.

COVİD-19 sonrasında, uzun dönemde dayanıklılık yaratacak yatırımlar yapılırken, “iklim değişikliği” etkeni ağırlık kazanacaktır. Toplumun “ortak varlıklarının güvencesi” iklim değişikliğinden ileri düzeyde etkilenmektedir. İklim değişikliği giderek artan biçimde sorgulanacaktır.

2 - Etkin yapıların oluşturulması

Uzun dönemde dayanıklı sosyo-ekonomik yapılar oluşturmayı etkileyen değişkenleri bu bölümde ele alıyoruz: “Kapsayıcı kurumların” sürdürebilir kalkınmadaki etkilerine değineceğiz. Ülkemizde uzun yıllar sürdürülen mekan odaklı ve sektör bazlı teşvik sistemleri yerine “proje-odaklı teşvik sistemlerine” geçişin önemi üzerinde duracağız. Özellikle virüs salgını sonrasında, olağanüstü durumlara göre “sağlık sisteminin örgütlenmesinin” gündemdeki yerini sorgulayacağız. Tarım ve hayvancılık sektörü bağlamında “gıda arzının yeterliliği” konusuna değinmeler yapacağız. Sürdürülebilir “enerji arzı ve kalitesi” konusunun dayanıklı yapılar oluşturmadaki etkilerini irdeleyeceğiz. Ayrıca, “içme, kullanma ve sanayi suyu” konularının gelecek açısından önemiyle ilgili görüşlerimizi paylaşacağız.

Kapsayıcı kurumların önemi

Uzun dönemli dayanıklılığı “kapsayıcı kurumların” oluşturulması, korunması ve geliştirilmesi yaratır. Kapsayıcı kurumlar toplumun “ortak varlıklarının güvencesidir” .

Kapsıyıcı kurum dediğimiz zaman yüklememiz gereken ilk değer “açık ve demokratik ilişkileri” olan yapıdır. İkinci bileşen “hesap verebilirlik” özgüvenidir. Diğer bileşenleri ise, “liyakata dayalı pozitif seleksiyon” yapması, “yönetimin negatif ayırım” yapmaması, “fikri ve sınai hakların korunması”, “hukuk sisteminin işlerliği”, “fırsat eşitliği” yaratması gibi insanları girişimciliğe özendiren etkenleri içerir.

Kapsayıcı kurumların ayırt edici özelliği “geri bildirim döngüsünü işletmesi ve sapmaları şeffaf ortamda tartışabilme özgüvenine” sahip olmalarıdır. Kapsayıcı kurum, ortak varlıkları, hesaba kitaba dayalı kullanan, yaptıklarının da hesabını açık verebilen yapılardır.

Var olan kurumlarımızın ne kadar kapsayıcı olduğunu korkunun gölgesini düşürmeden sorgulayamıyor ve savunamıyorsak, uzun dönemli dayanıklılık yaratmamız o kadar zorlaşır. Eğer bu konuda örnek verilmesini isteyenler varsa, İsrail’de Haaretz gazetesinin yazarlarını izlemeli. Gidon Levi’nin ülkenin başta ordusu olmak üzere bütün diğer kurumlarına yönelttiği eleştirileri izlemeli, sonra da sormalıyız: “Benim ülkemde bu eleştirileri yapabilir miyim?”

Sorulan yorumun yanıtı “evet” ise ülkenin sosyo-ekonomik geleceğinin dayanıklı olduğunu söyleyebiliriz. Soruya “hayır” yanıtını veriyorsak, özgüveni olan kapsayıcı kurumları artırmanın yol ve yöntemlerini aramamızın ve hareket geçmemizin tam zamanıdır.

Proje odaklı teşvik sistemleri

Teşvik sistemleri biriken servet ve sermayenin dönüştürülmesinde etkin araçlardan biridir. Teşvik sistemleri, ülkenin stratejik ürünlerinin korunması ve geliştirilmesi için verilir. Teşvik sitemi, var olan ürünleri koruma ve geliştirme amacına yönelik olabileceği gibi, gelecek açısından önemli görülen yeni ürünleri ekleyerek ürün desenlerini dayanıklılık artıracak biçimde geliştirmeyi de öngörebilir.

Teşvik sistemleri, toplumun birikmiş ortak varlıklarını belli alanlara aktararak “cazibe” yaratma anlayışından hareket eder. Ülkemizde çok uzun zamandır teşvik sistemleri bölgeler arasında gelişmişlik farkını kapatmaya odaklı tasarlanmıştır. Bu yaklaşım, “cazibe bölgeleri” yaratmak için birçok ülkede da “anonsu kendinden büyük projeleri” gündeme getirmiştir. Bizde en tanınmışı olanı GAP’dır. Bildiğimiz kadarıyla başarılı olmuş olanı da pek yoktur.

Kalkınmanın “küresel ekosisteminin” beslemediği teşvik sistemleri başarısız olmuştur. Uzun dönemli dayanıklılık hedeflerine ulaşmaya katkı yapacak olan, “ulusal stratejiler bağlamında proje-odaklı teşvik sistemleri” yürürlüğe koyulmalıdır. Ülkemizde teşvik sistemleri sınırlı entelektüel dışında medyamızın, hatta ihtisas medyamızın gündeminde bile olması gereken yoğunlukta ele alınmamaktadır. Teşvik sistemlerinin sorgulanması, geleceğin ihtiyaçlarına göre yeniden tasarlanması uzun dönemli dayanıklılığı artırmanın vazgeçilmez önlemlerinden biridir.

Sağlık sisteminin yeterliliği

Her toplumun kendi koşullarına göre “hassas sektörleri” vardır. Sağlık sistemlerinin örgütlenmesini “stratejik” olarak değerlendirmiyorum. Strateji kavramı, “fark yaratan ve öne geçiren yolu” işaret eder. Sağlık sisteminizi tıpkı bir turizm gibi, gelir akışını artıracak dışa açık yapıda belirlemişseniz, “stratejik sektör” diyebilirsiniz. Ülke halkının ihtiyacını gözetiyorsanız, o sosyal sorumluk alanında kalır. Bizim burada tartıştığımız toplumun “sosyo-ekonomik dayanıklılığı” bağlamıdır. Sağlık sektörü, çevre koşullarınızda dikkate alarak “ net döviz katma değeri pozitif” sektör olarak da örgütlenmesi de merkezi coğrafi konumun potansiyelidir.

Sağlık sistemini örgütlenme sorumluluğu, yurttaşların, COVİD-19 gibi bir salgın durumunda üst düzeyde koruyabilecek yapıya kavuşturulmasıdır. Teknik anlatımıyla “ ihtiyacın pik yaptığı” duruma göre kapasite ve teknik olanakların planlanmasıdır. Kent içi ulaşımda olduğu gibi, sabah işe gidiş ve akşam dönüş ihtiyaçlarına göre kapasite yaratmak gibi.

Eğer insanınızın sağlığını odak alan bir yaklaşımla sağlık sistemini örgütleyecekseniz, yatırımın geri dönüşünü “kârlılık hesabına ” göre değil de “fayda/maliyet hesaplarına” göre yapmak gerekir.

Son çözümlemede, sosyo-ekonomik yapının dayanıklılığını artıracak ortak varlıklardan biri de sağlık sisteminin örgütlenmesi, yeterliliği ve yurttaşlara güven vermesidir.

Gıda arzının yeterliliği

Yaşadığımız kriz sonrasının önemli gündem maddelerinden biri de “gıda arzının güvencesini” sağlamaktır. Gıda üretimi de birey ve toplulukların kendi başlarına çözemeyecekleri bir sorundur.
Gıda arzının güvencesi, ortak varlıkların değerlendirilmesi çerçevesinde ele alınmalıdır.

Sürdürebilir gıda arzını güvence altına olacak olan da tarım ve hayvancılık alanının yapılandırılmasıdır. Gıda arzının güvencesi için tarım ve hayvancılık alanında yapılması gerekenleri özetle şöyle tanımlayabiliriz:

Birincisi, tarım ve hayvancılık bir ülkenin kalkınmasında “gerek şart midir, yeter şar mi?” Bu sorunun yanıtını net vermeliyiz ki, geçmişten getirdiğimiz ezberlerin peşine takılmayalım; kaynaklarımızı yanlış yerlere bağlamayalım.

İkincisi, toprakların “özel mülkiyeti” konusundaki algıları sorgulamalıyız. Bugün kırsal kesimde rekabet edebilir ölçekte, rekabet edebilir teknolojik donanımlı, rekabet edebilir yönetişimle yönlendirilen bir tarımsal işyeri kurmanız kültürel nedenlerle çok sınırlıdır. İster toprağını sat, ister ortak ol, istersen kiraya ver formülü ile bir proje geliştirin, optimum ölçekte tarımsal işletme kuracak büyükte toprakları bir araya getiremiyorsunuz. O zaman, “topraktan geçinmeyen, toprakla ilgili bakım işlemlerini yapma sorumluluğu taşımayan mülk sahipliğinin yarattığı olumsuz dışsallıkları dikkate alan önlemler almak gerekir.

Üçüncüsü, özel mülkiyeti koruyarak “toprak kullanımına” ilişkin düzenlemeleri yapılması gerekiyor. “Hizmette Birleşme Yasası” konusunda iktidar ve muhalefet yoğun bir ön çalışma ile uzlaşmalı. Bu yasa, topraktan geçinmeyen, toprağını işlemeyen, bakımsızlık nedeniyle komşuda toprağını işleyene de zarar veren bugünkü durumu engellemelidir. Topraktan geçinmeyen ve toprağa bakım yapmayana “teşvikler” engellenmelidir. Toprakların durumuna , ürünün stratejik niteliğine, ulusal ölçekte tarımsal üretim stratejilerine göre, tarım ve hayvancılığın “gerek şart” tanımlarına göre toprak kullanmanın düzenlemeleri yapılmalıdır.

Dördüncüsü, rekabet edebilir ölçekteki işletmelerde her türlü çalışmanın “gözetim ve denetim şekli” açıkça tanımlanmış kooperatifleşmeyle değerlendirmenin önü açılmalıdır. İtalya, İspanya, Fransa ve başka ülkelerin uygulamaları da dikkate alınarak, mülkiyet sahibi ve toprak işletmecilerinin çıkarlarını dengeleyen kurallar konmalıdır.

Beşincisi de, ürün çeşitleri ise “Tarım ve Hayvancılık Uzun Dönemli Dayanıklılık Artırma Stratejisi” bağlamında belirlenmeli, geri bildirimlerle alınan sonuçların verdiği değerler dikkate alınarak, en az 5 yıllık programlar ortaya konmalıdır

Enerji arzı ve kalitesi

Enerji arzı ve kalitesi de bir “ortak varlıklar güvencesi” sorunudur. Toplumun girişimci insanları, enerji konusunda da sürdürebilir bir arz ve kalite güvencesi kadar, rakipleriyle eş düzey fiyatlandırma talep eder.

Enerji konusu toplumsallaşmış konulardan biridir; akademik çevrelerden ticaret sistemine, entelektüellerden uygulamacılara kadar gerektiği gibi tartışılan konulardan biridir: Yenilenebilir kaynaklara dayalı enerji arzı önemli. Enerji kullanımında optimum verimlilik özeni başka bir alan.

Bizim burada anlatmak istediklerimiz bağlamında enerji kullanımı “toplumsal varlıkların güvencesi” kapsamında, girişimci insanı motive edici olmalıdır. İnsanlar servet ve sermayelerini yatıracakları zaman enerji maliyetleri nedeniyle işletme dönemlerinde sorun yaşamayacaklarından emin olmalıdır.

İçme, kullanma ve sanayi suyu

Su sorunu kriz sonrası yeni normali oluşturmanın gündeminde yerini alacak. Joı-Shing Yan’ın su konusundaki kapsamlı yazısı Turquie Diplomatque’nin Kasım 2019 sayısında yayınlandı. Sözünü ettiğimiz araştırma gibi daha birçok bağımsız araştırmacı su konusunun uzun dönemli dayanıklılık yaratma gündeminin önemli konularından biri olduğu kanıtlıyor.

Citigroup su konusunda 10 eğilime dikkat çekiyor: 1) Tuzdan arındırma sistemleri, 2) Suyun yeniden kullanımını sağlayacak teknolojilerin geliştirilmesi, 3) Üretilmiş su ve su tesislerine yatırım, 4)Filtreleme, 5) Ultraviyole(UV) dezenfekte işlemleri, 6) Balast suyu işleme teknolojileri,7) Tuzdan arındırılmada kullanılan ileri ozmoz,8) Su etkinliği teknolojileri ve ürünleri. 9) Kullanım noktası işleme sistemleri ve 10) Su’da Çinli rakiplerin durumu

Deutsch Bank Danışmanları da suyu “iklim yatırımlarının stratejisinin bir parçası olarak” görüyor: Suyun dağıtım ve yönetiminde, su arındırmada, su talebinin gelişmesinde, su ve beslenme alanında kapsamlı bir yeniden yapılanma ihtiyacına vurgu yapıyor.

Ülkemizde su sorunu da sınırlı çevrelerde ele alınan bir konu. Suyun bir “ortak varlıklar güvencesi” olduğu bilinci yeterince yaygınlaşmış değil. Birikim yeteneklerini koruyarak, uzun dönemli geleceği güven altına almada su sorununun yapılandırılması da yeni normal koşullarını yaratmanın gündemi.

3 - Yetişkin insan kaynağı arzı

Birikim yetkinliğimizi koruyarak uzun dönemli geleceğimizi güven altına almanın “ortak varlık güvencesi” yaratma değişkenlerinden biri de “insan kaynağının” yetiştirilmesidir. Bu konuyu dört alt başlıkta özetleyeceğiz: Bilim ve teknoloji düzeyi, eğitim sisteminin etkinliği, ileri düzeyde kalifiye işgücü arzı ve yaratıcı insan kaynağının yeterliliği.

Bilim ve teknoloji düzeyi

Bilimin temel amacı, soru sormak, kök nedeni bulmak, sabitler ile değişenler arasındaki ilişkiyi, hızı ve yönü açıklamaktır. Teknoloji ise, insanın çıplak gücüyle yapamadıklarını, aklını kullanarak bulduğu araç-gereç ve metotlarda yapmaktır. Bilimin kök nedeni bulup kesin söz söyleyemediği yerde spekülasyonlar yapılmaktadır. COVİD-19 salgınında, ABD’den Singapur’a, Japonya’dan Türkiye’ye bilimin ve teknolojinin insanlık yaşamındaki yerini ve önemini bir kez daha kavradık.

Bilim ve teknik alandaki toplumun birikimlerinin örgütlenişi ve değerlendirme biçimi de dayanıklılık hedeflerine ulaştıran araçlardan biri. Bilim ve teknolojinin desteğini almadan, sağlıklı gelecekler inşa etmemiz zor.

Eğitim sisteminin etkinliği

Eğitim öğretimin etkin ve verimli olabilmesinin ilk ve temel şartı, “ düşünce özgürlüğü ile inanç özgürlüğünü” birbiriyle yarıştırmamaktır. Carl Sagan’ın özlü anlatımıyla dünyada her şey sabit olsaydı, hiç değişmeseydi bilim olmazdı. Her şey hiç anlayamadığımız kadar kaos içinde oysaydı yine bilim olmazdı. Yaşadığımız evrende, özgür düşünür; Merak ve heyecanlarımızı baskı altına almadan bilmenin, anlamanın ve anlamlandırmanın peşinde koşarsak işlerimizi sağlam kılarız. O zaman dayanıklı yapılar oluşturur; nitelikle yönetişimle içlerine hayat doldurur; zenginlik üreterek insanımızın refahını artırabiliriz.

Eğitim öğretimde inanç ve düşünce sistemleri yarıştırılmaz, eğitimin düşüncenin özgürlüğünden beslenen özüne saygı duyulursa, Diyanet İşleri Eski Başkanı Prof. Yazıcıoğlu’nun altını çizdiği gibi, “takdir-i ilahi” anlayışına sığınmaz; bize verilen aklın sorgulama sorumluluğunu yerine getiririz. Akıl, çözüm üretmek için vardır. Bir eğitim sistemi, aklın önünü açarak, sorgulamayı öne çıkararak çözüm arama sorumluluğu olan insan kaynağı yetiştirirse, uzun dönemli gelecek güven altına alınır.

Eğitim sistemi, eski kavramlarla söylersek, insanların merakları peşinde koşarak “müşahede” eden; sorunu çözmek için “mukabeleden” çekinmeyen; güçlükler karşısında “mücadeleden” yılmayan, çevredeki bilen insanlarla ‘muşavereyi” yaşam biçimi haline getiren. yaptıklarını hem kendisi hem başkalarının “murakabesi” için açık tutan özgüven aşılarsa, o insanlar dayanıklı kurumlar oluşturur . Eğitim sistemi de sürdürülebilirlik için gerekli katkı yapmış olur.

İleri düzeyde kaliteli insan işgücü arzı

Dayanıklı toplum, güçlü yurttaş ve güçlü devleti yaratacak olan “ileri düzeyde nitelikli insan göçü” olacaktır. Kruger ve Dunning araştırmalarında niteliksiz insanların gerçekte ne ölçüde niteliksiz olduklarının farkında olmadıklarını saptıyorlar. Üstelik, niteliksiz insanların niteliklerini abartma eğiliminde olduklarını da belirliyorlar. Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanları görüp onları anlamakta da yetersiz kalıyorlar. Eğitimle insanların nitelikleri belli ölçüde artırıldığında, niteliksizliklerinin farkına varılıyor.

Niteliksiz insanların kendilerini abartması, Cornell Üniversitesinde öğrencilerin sınavlarında yapılan bir deneyle de doğrulanıyor.

Yönetici pozisyonunda olanlar nitelikleri bakımından ileri düzeyde değilse, gerçek anlamda ileri düzeyde nitelikli insanın dayanıklı yapılar oluşturmadaki rolünü kavramaları, ona göre önlemler almaları da zor.

Paşabahçe Cam Fabrikası’nda el-imalatı cam ev eşyası yapan Yusuf Görmüş’ün tanımını bir kez daha anımsayalım: “Usta, sabahtan akşama bütün bildiklerini çırak ve kalfalarına öreten, ertesi gün öğretecek yeni şeyler bulan insandır” . Tanım dayanıklı yapılar oluşturmanın iki özelliğine vurgu yapıyor: Biri, kendi alanında bilinenlerin en ileri düzeyine erişme olan “hünere” ve hünere akıl katarak “yeniliklere” erişebilen insana . Usta, hünere akıl kattığı için, kendini abartmadan ya da küçümsemeden değelendirir; bildiklerini de çevresine aktararak, işiyle yarışı girer. O zaman küresel ölçeklerde rekabet eleklerinin üstünde kalabilen işlere imza atılır.

İş dünyasında karmaşıklığın artması, ileri düzeyde uzmanlık ve kalite gerektiren işgücü gerektiriyor; bu gerekleri yerine getirmeden uzun dönemli dayanıklılık yaratılamıyor. Başta veri derlenmesi ve işlemesi olmak üzere bütün üretim alanlarında “derin bilgi” ihtiyacı, dayanıklılık hedeflerinin temel sorunlarından biri.

Yaratıcı insan kaynağı yeterliliği

İleri düzeyde nitelikli işgücü de geleceğin dayanıklı yapılarını oluşturmada yeterli olmayabilir. Eğitim sisteminin yaratıcı insan kaynağını da beslemelidir. Eğer eğitim sistemimiz kendini yeniden üreten insan sayısını kritik çoğunluğa eriştirirse kurumların içine hayat doldurma düzeyi yükselir.

Paulo Coelho’nun anlatımıyla, “ Yaşam değişmektir ve mevsimler bize bu dersi tekrar tekrar öğretir. Değişim bir depresyon döneminden geçmek demektir. Eskiden olduğun şeyi unutmak zorundasınızdır ve yeni geleni de bilemezsiniz.Ama biraz sabırlı olursak bahar sonunda mutlaka gelir ve o zaman çaresizce geçirdiğiniz kışı unutursunuz. Değişim ve yenilenme hayatın kanunlarıdır. Sadece bize mutluluk getirmeleri için var olan iki şey yüzünden acı çekmektense onlara alışmak daha iyidir”

Yaratıcılık, hünere akil katmaktır. İleri derece nitelikli işgücü, hüner yaratmak için gereklidir. Günümüz dünyasında hünere erişmek kolaylaştığı için rekabet gücü yaratmıyor. Rekabet gücü yaratan ise kendini sürekli yeniden üreten “ustaların” çoğalması, “yaratıcı insan kaynağının” yeterli düzeylere erişmesidir.

Ustalık ve uzmanlık bilgi-temelli davranışlar ortaya çıkarır; M.L. Cummings’in anlatımıyla ustalık ve uzmanlık “Belirsizliğin en yüksek olduğu anlarda tipik olarak karşılaşılan en ileri bilişsel mantık yürütme şeklidir”.

Eğit sistemi ezbere dayalıysa, tartışmayı ve güvenmeyi öğretmiyorsa; ezber toplumu yönetenleri otoriterliğe, yurttaşları da otoriteye boyun eğmeye götürür. O zaman ne ileri düzeyde nitelikli işgücü yeterli düzeyde yetiştirilebilir ne de yaratıcı insan kaynağının küresel ölçekte rekabete imza atmasının önü açılır. Ne de uzun dönemde dayanıklı olan yapılar kurulup içine hayat katılabilir.

4 - Sosyo-kültürel oluşumların değerlendirilmesi

Uzun dönemli dayanıklılık artırmanın sosyo-kültürel boyunu da ihmal etmemeliyiz. Bu alanda da gündemde olan altı konu üzerinde duracağız: 1) Güçlü orta sınıfın oluşması, 2) Gelir dağılımının dengesi, 3) Hane halkı gelir akımının güçlendirilmesi, 4) Herkese geçimini sağlayacağı bir iş yaratma, 5) Herkesi barınabileceği bir konuta kavuşturam, 6) Hızlı, güvenli ve konforlu ulaşımın erişebilirlik yaratması.

Güçlü orta sınıfın oluşması

Alışverişin artması, gelir akışlarının hızlanması tüketim kalıplarını değiştir. Bir toplumda günlük getiri 20 dolar ile 100 dolar arasında olan insanlar “orta sınıf” olarak tanımlanır. Orta sınıfın tanımlanmasında başka ölçüler de vardır, ama kolay anlaşılabilir bu ölçüyle yetinelim.

Orta sınıf çekirdek aile kurumuna dayanır. Kadının iş yaşamına girmesi anlamına gelir. Çocukların eğitimi, ev sahibi olma, yaz tatillerin gitme, akşam ev sohbetleri gibi kendine özgü bir yaşam biçimi ve tarzı oluşturur. Orta sınıfın g üçlenmesi ve sürdürülmesi mal ve hizmet talebinin sürdürülmesi anlamına gelir.

Uzun dönemde dayanıklı sosyo-ekonomik yaşamı ancak orta sınıfın güçlenmesi sağlar. Bu açıdan, kriz koşullarında işini yiten, gelir akışları aksayan orta sınıfın satın alma gücü azalınca arz cephesi de sıkıntılı hale gelir.

Ülkemizde orta sınıf konusuna göndermeler yapılmakla birlikte, sağlıklı verilere dayalı analizler yaygın değildir. Orta sınıfın toplumsal gelişmenin dayanıklılığını artırma işlevini güçlendirmek için önce toplumun bu kesinin durumu netleştirilmelidir. Güçlü orta sınıfın yaratılması ve sürdürülmesi tartışmalarının kapsamı ve içerikleri yeniden gözden geçirilmeli, dinamik bir envanter hazırlanarak gelişmeler sürekli izlenmelidir ki, sağlıklı bir gelecek inşa edebilelim.

Gelir dağılımının dengesi

Uzun dönemli dayanıklılık hedeflerine ulaşmanın temel değişkenlerinden biri olan orta sınıfın güçlenmesi, gelir dağılımın dengeli olmasına bağlıdır.

Dünya genelinde gelir eşitsizliği giderek artmaktadır. Yerleşik tarım ekonomisinde gelirler arasındaki fark yaygın biçimde üç-beş kat iken, sanayileşmeden sonra gelir eşitsizlikleri giderek artmıştır. Bilgi Çağında ise daha da hızlanmıştır. Toplumların çok küçük azınlıkları, gelirlerin büyük bir bölümüne sahip olmaktadır.

Orta sınıfın güçlendirilmesi ve gelirin tabana yayılması zaman zaman alevlenen tartışma gündemine yerleşmektedir. Tartışmaların yaratılmak istenen sonuca ulaştırmamasının nedeni, tartışma metotları yeterince sorgulanmamakta, verilerin sağlıklılığı üzerinde kararlı biçimde durulmamaktadır.

Özellikle STK’ların güçlü olmaması, yurttaşın ve kurumların devlete aşırı bağımlılığı, toplumun derinliklerine sinen programların siyasi otoriteye dayatılma gücüne erişememektedir. Bu nedenle, herkes bildiği ve yakındığı halde kayıt dışı uygulamalar olması gereken düzeye inememektedir.

Gelir dağılımındaki dengeleri bozan etkenler, gelecek günlerde gündeme gelecektir. Geçmiş dönemlerden farklı olarak tartışmaların bizi yaratmak istediğimiz sonuçlara taşıyabilmesi için metodumuzu gözden geçirmemiz gerekir.

İş, aş barınma ve erişilebilirlik sorumluluğu

Çağdaş devletin üç işlevi var: Birincisi, herkese geçimini sağlayabileceği bir iş olanağı yaratmak. Herkesi barınabileceği bir konut sahibi yapmak. Konutla iş ve yaşam alanlarına hızlı, konforlu ulaşım olanakları sunmak.

Yeni normal koşullarında uzun dönemli dayanıklılık yaratmak için piyasa üst göstergeleri kadar, iş, barınma ve ulaşımın erişilebilirlik sağlayan yapısının da derinliğine sorgulanması gerekir.

Yeni dönemde meslek edinme konusu çok önemli olduğu halde gündemimizde yeteri kadar yer edinmiş değil. Anne-babalık becerileri konusunda eğitimimizin nicelik ve niteliğini yeterli göremeyiz. Bireyleri güçlü yurttaş yapabilecek danışmanlık programları tartışma gündemimize hiç girmiyor. Suç işleyenlerin topluma kazandırılması gibi konular çok zayıf biçimde ele alınıyor. Kent ve kentlilik sorunları, kentlerin özendirici ve kıskandırıcı etkilerinin mesafe ayarına etkilerin yeterince sorgulamaktan uzaklardayız

5 - Etkin yönetişim uygulamaları

Son çözümlemede odakta her zaman insan var. İnsan toplumsal yaşayan bir canlı. İnsanların ilişkilerini sosyal, zamansal, mekansal, deneysel ve psikolojik mesafeler belirliyor. Bizler kendimize bir rol biçiyor; başkalarında bizim onlardan beklediğimiz rolleri oynamasın arzuluyoruz Toplumsal yaşamımızda aileden başlayarak devlete kadar uzanan bir dizi kurumlar devreye giriyor. Canımızı korumak, neslimizi sürdürmek, değişmelere uyum göstermek, malımıza sahip çıkmak sonunda da kendi değer yargılarımıza göre yaşamak istiyoruz. İnsanın diğer insanlarla ve kurumlarla olan ilişkilerinin düzenlenmesi yönetişimle güven altına alınıyor. Yönetişim konusunu da uzun dönemli dayanıklı yapıların içine hayat dolduran bir etkinlik. Etkin yönetiş dediğimizde, katılımcı ve kapsayıcı kurumların, strateji-odaklı iş yapmanın, dışa ve dünyaya açıklık olmanın, öngörme ve önlem alma disiplinin, gözetim ve denetimle sapmaları düzelterek kendimizi yeniden üretmenin sürecindeki etkileşimi anlıyoruz.

Kalıtımcı ve kapsayıcı kararların alınması

Değer, bilgi, insan doğası, öğrenme, aktarım, toplum, fırsat ve uzlaşma gibi birbirimizi “anlamanın” zihinsel araçları iki yolla öğrenilir: Biri meta analizi dediğimiz, daha önce yapılan çalışmaları inceleyerek öğrenmedir. Bu öğrenme biçimi zihinsel diyalektik öğrenmedir. Bu öğrenme biçimi bizi bilgi sahibi yapar, ama o bilginin benliğe sindirilmesi zordur. Diğeri, katılarak, paylaşarak, elini taşın altına koyarak bütün benliğiyle öğrenme sürecidir; bu tür bilgilenme benliğimizi değiştirir; uyumumuzu güçlendirir.

Toplumsal ve ekonomik yaşamımızı iç ve dıştan gelen etkilere karşı dayanıklı hale getirmenin etkili yollarından biri de katılımcı ve kapsayıcı kararlar almaktadır. Katılımcı ve kapsayıcı kararlar, ilgili olanların düşüncelerini alarak “bana sorulmadı”, “kimse beni önemsemedi” deyip, karşısındakinin beklenen rolü oynamasına sığınan bahaneler üretilmesini önler.

Katılımcı ve kapsayıcı karar alınmasının bir başka zenginlik üreten yanı, çok sesliliğin ayrıntılara inme alanını açmasıdır. Katılımcı ve kapsayıcı kararlar, şeytanın ayrıntıda saklı olmasının pozitif sonuçlarını öne çıkar. Beklenmedik bir katılımcıdan, öylesine önemli bir öneri çıkar ki, işimizin gidişatını değiştirir.

Stratejilerin tasarlanması ve paylaşılması

Dayanıklılık artıran bir başak zihinsel araç,” stratejinin tasarlanması ve paylaşılmasıdır”. Stratejinin tasarlanmasında, eğilimlerin yarattığı fırsat ve tehlikeler ile kendimizin olanak ve kısıtlarını kapsayıcı bir anlayışla tartıştığımızda, abartmadın ya da küçümsemeden ne yapacağımızın tanımını net olarak yapma olasılığı yüksektir.

Stratejinin tasarlanması ve paylaşılması “amaç, hedef, yol ve yöntem netliği” ve “ortak dilin yarattığı zihin berraklığı” oluşturur.

Strateji, bizi rakiplerimizin bir adım önüne geçirecek ve farklılık yaratacağım araçtır. Kavramın özünde “fark yaratma” vardır. Fark yaratmak için de bütün güçlerimizi birleştirmemiz, doğru yerde, doğru zamanda ve doğru uygulamalara yönetmemiz gerekir. Küçük ya da büyük, tanımlanmış ya da tanımlanmamış stratejisi olmayan her işin rastlantıya bağımlılığı artar.

Dışa ve dünya açık gelişme

Dışa dönük olmak, yaptığımız işleri kapalı alanlarda değil, ülke, bölge ve küresel ölçekte satabilir kalite ve maliyette sunabilmektir. Dünya açılmak ise, tasarım, albeni, kalite ve fiyat uygunluğu ile dünyanın diğer bölgelerindeki insana uygun üretim yapabilmektir.

Büyük kırılma dönemlerinde her zaman “içe kapanma”, dar alanda “kendini yalıtarak korumaya alma” eğilimleri güç kazanmıştır. Normal koşullarda ise, dışa ve dünyaya açılanlar kazançlı çıkmıştır.

İçe kapanma hiçbir dönemde uzun soluklu bir tutum olmamıştır. Normal koşullarda uzun dönemli dayama gücünü hedefi açıklık gerektirir.

Öngörme ve önlem alma disiplini

Uzun dönemli dayanıklılığın gerek koşulları arasında “öngörme ve önlem alma disiplini” de hayatidir. Dünya genelindeki “büyük veriyi” ehlileştirerek, işe yayanını ve yaramayanını ayıklamak bilgi mühendisliğinin görevidir. Çevre analizleri yaparak, kendi işimizle ilgili verilere ulaşıp, onları ayıklayarak işleme hazır hale getirmek dayanıklı gelecek yaratmanın ilk adımıdır. İkinci adımı kendi işimizle ilgili “küçük verilerin” yeterli olmasıdır. Küçük verinin analizi “olanak ve kısıtlarımızı anlamamızı” sağlar.

Büyük verinin yarattığı fırsat ve tehlikeleri bilir; küçük verinin olanak ve kısıtlarını net anlarsak, ne yaparsak başarılı olabileceğimizi de öngörebiliriz. Bir başka anlatımla “palan ve bütçe” yaparak, alışkanlıkla iş yapmayı, analizle iş yapmaya taşırsak, oluşturacağımız yapılar ve içlerine dolduracağımız hayat uzun soluklu olabilir.

Gözetim ve denetim disiplini

Dayanıklılık yapıların sürdürülebilirliğini sağlar. Bir iş yeri öngörme ve önlem alma disipliniyle zamanın ekosistemine uygun ölçeklendirme yaparsa, bütçe-kontrol mekanizmalarıyla ödünsüz gözetim ve denetimle yüzleşme özgüvenine sahip olursa, uzun dış ve iç etkenlere karşı dayanıklılığı artar.

Toplumların sahip oldukları ortak varlıkların kullanılma biçimi, ilke ve kurallara dayalı yaratılacak “güvenirlilik” uzun soluklu dayanıklılık hedeflerine bizi götürür. Çok genel bir özetle, ortak varlıkların güvencesi ve girişimci insanının servet ve sermayesini üretken alanlara aktarması konularına değindik. Paylaştığımız konuların toplumsallaştırılması için gerekli tartışmaları yapmadığımızı düşünüyorum. Konuları, uzman çevrelerde tartışırsak, günlük popülist anlatımların tehlikelerinden de uzaklaşırız.

Bir sonraki yazı: Ortak gelecek yaratma güvencesi

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar