COVID-19 tedbirleri ve istikrar arayan bir ekonomi politikası

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM

COVID-19 aşısıyla ilgili olumlu haberler gelmeye devam ederken, maalesef tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de vaka sayısında ciddi bir artış söz konusu. Yayımlanan resmi verilerin tam gerçeği yansıtmadığı iddia edilmekte. Eğer gerçekten de veriler düşük tutuluyorsa, buradaki mantığı anlamakta zorlandığımı belirtmeliyim. Yaz aylarında vaka sayısının gerçekten az olmasının yanı sıra, açıkçası bizim için önemli bir gelir kaynağı olan turistleri ürkütmemek açısından düşük göstermenin bir mantığı vardı. Ancak kış aylarına girmek üzere olduğumuz bugünlerde zaten mevsimsel olarak turizm gelirleri çok düşer. Ayrıca, vaka sayısı dünyanın her yerinde artıyorken, zaten ne turist gelir, ne de biz turist gelmesini isteriz. Bu nedenle rakamları daha gerçekçi bir şekilde açıklamanın hiç bir zararı olmaz. Aksine yüksek rakamlar insanları tedirgin edeceği için COVID tedbirlerine uyum da artar. (Mamafih artık vakalar herkesin yakın çevresinde de görülmeye başladığı için tedirginlik de doğal olarak artıyor). Son getirilen tedbirlerin yeterliliği de oldukça tartışma konusu. Özellikle bulaş riskinin en yüksek olduğu çarşı ve pazarlarla ilgili somut bir tedbir henüz alınmış değil. Bilineni tekrarlamaya gerek yok ama burada kritik olan yoğun bakım hasta sayısının hastane kapasitelerini geçmemesi.

Son dönemde makro-ekonomik istikrarı bozan en önemli etken artan enflasyonist ortama karşın Ağustos ayına kadar reel faizlerin aşırı negatif seviyelerde sürdürülmesi ve kamu bankaları öncülüğünde anormal yüksek bir kredi ivmesi yaratılmasıydı. Bu da beklendiği gibi cari açığı artırırken enflasyonun da gerek kur, gerekse de iç talep kanalıyla daha da artmasına neden oldu. Yapılan en önemli hata kredi ivmesi sağlamak için faizlerin aşırı düşürülmesiydi. Halbuki, Türkiye’de kredi faizinin örneğin yüzde 9 veya 13 olması kredi talebini çok etkilemez. (Teknik tabiriyle faiz oranı esnekliğinin düşük olması). Daha etkili olan doğrudan bankaların değişik risk gruplarına kredi açma istekliliğidir (kredi erişimi). Bu durum zaten büyük ölçüde kamu bankaları vasıtasıyla aşıldı. Yüksek faiz esnekliğinin tek örneği ise konut kredileri olabilir. Bu tip kredilerde de genel faizleri düşürmeden bazı endirekt teşvik uygulamalarına gidilebilirdi. (Bütün kredi risklerini bankaların üzerine atan Aktif Rasyosu ise teşvik değil zorlama oldu.)

MB Başkanı ve Maliye Bakanı değişikliği sonrasında Hükümetin makro-ekonomik istikrarı önceleyen söylemleri piyasalarda oldukça etkili oldu. Tabii ki, herkesin beklentisi bu söylemlerin eyleme dönüşmesi. Bunun ilk sınavını da bugünkü MB faiz kararında göreceğiz. Piyasanın beklentisi politika faizinin 4.5 puan artışla en az bugünkü ortalama fonlama faizi seviyesine getirilmesi. Daha altında bir artış negatif, üstündeki artış ise pozitif olarak algılanacak. Şunu da özellikle vurgulamak gerekiyor: 4.5 puanlık artış piyasa faizlerinin artacağı anlamına gelmiyor. Aksine, böyle bir artış Merkez Bankası’nın enflasyonu ciddiye aldığını göstererek ilk aşamada uzun vadeli faizlerin gerilemesini de beraberinde getirecektir.

Öte yandan, kısa vadeli faizlerdeki artışlar ve COVID tedbirleri ekonomik aktivitede daralmayı da beraberinde getirecektir. (Henüz rakamlara yansımasa da hem kredi hacmi artışındaki durulma, hem de tüketici güven endeksindeki gerileme bunun işaretini vermekte.) Bu da içilmesi gereken acı ilaç. Ancak, özellikle MB’nın politika faizini reel olarak pozitif seviyelere çıkarması ellerinde bol likidite olan yabancı yatırmcıların Türkiye’ye yeniden girmesi için bir sebep oluşturacaktır. (Esasen sıcak para hareketlerine sıcak bakmayan biri olarak bugünkü konjonktürde bu türden yatırımlara kapımızı açmamız gerekliliğini de yadsıyamam doğrusu.) Aynı zamanda kur artışı beklentilerinin kırılmasıyla da DTH’lardan TL mevduatlara doğru bir hareketlenme beklenebilir. Bu olası gelişmeler ilacın acı tadını bir miktar azaltabileceği gibi, etkinliğini de artırabilir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar