Corona salgını ve ekonomimiz
Salgının ne kadar süreceği ve ne kadar yayılacağı hakkında büyük bir belirsizlik var. Bir yandan aşı bulma çalışmaları bir yandan da en uygun tedavi yöntemini saptama araştırmaları büyük bir hızla sürüyor. Umulan, her iki çabanın da bir an önce olumlu sonuç vermesi.
Kötü senaryoyu temel alalım. Salgının yayılacağını ve şiddetini yıl ortasına kadar –yaklaşık dört ay daha- sürdüreceğini düşünelim. Dünya ticaret hacminin, taşımacılık ve turizm faaliyetlerinin büyük yara alacağı açık. Dolayısıyla dünya büyüme hızının belirgin biçimde düşmesi beklenir.
Bu olumsuz tabloyu daha olumsuz kılan şu: Salgının merkez üssü Çin, dünyanın ikinci büyük ekonomisi. Ona ihracat yapan bir dolu ülke var. Aynı zamanda Çin, çok sayıda ülkenin ürettiği ürünlerde kullanılan girdilerin ana tedarikçisi. Corona salgını kıtalararası salgına dönüşmeseydi, sadece Çin’in sınırlarına hapsolsaydı bile bu olgu her iki yolla dünya ekonomisini kötü etkileyecekti.
Çin en çok ithalat yaptığımız ülkeler sıralamasında ya birinci ya ikinci geliyor. 2015-2018 döneminde birinci (ortalama 23.6 milyar dolar), 2019’da ikinci sırada: 18.5 milyar dolar. Toplam ithalatımızın yüzde 10’u Çin’den. Buna karşın, ihracatımızın Çin’e olan kısmı az. Mesela 2019’da Çin’e 2.6 milyar dolar ihracat yapmışız (on yedinci sırada). 2015-2018 ortalama ihracatımız da aynı düzeyde. Toplam ihracatımızın yüzde 2’si bile değil.
Bu salgının Türkiye ekonomisine hem olumsuz yönde hem de olumlu yönde etkileri olacak/oluyor. Birincisi, dünya ticaret hacminin düşmesi daha az ihracat yapmamız anlamına geliyor. İkincisi, bizim üreticilerimiz de Çin’den ara malı tedarik ediyorlar; tedarik zincirindeki aksama bazı sektörlerimizi olumsuz etkiliyor. Üçüncüsü, seyahatlerin azalması turizm gelirlerimizi düşürme potansiyeline sahip. Bunlar, büyüme oranımızın tahminlerin altına düşmesi riski demek. Ne kadar altına? Söylemek zor.
ABD’nin güvenli liman olarak görülmesi dolara değer kazandırıyor. Dünya para birimleri dolar karşısında değer yitiriyorlar. Bu, birincisi, bizim açımızdan enflasyona yukarı doğru baskı anlamına geliyor. Doların değer kazanması, ikinci olarak, döviz cinsinden borçları ile döviz cinsinden alacakları arasında önemli düzeyde fark olanların bilançolarının bozulması demek. Bu da üretimimizi olumsuz etkileme potansiyeline sahip.
Enflasyon açısından tek etki kur artışı değil. Şirketlerimizin yurtiçine arz etme kapasitelerini azaltan Çin’den girdi teminindeki zorlukların da enflasyona olumsuz etkisi olması beklenir. Olumlu etkiler de söz konusu. Süreç içinde dünya üretimi düştüğü için emtia fiyatları da düşüyor. Üretim maliyetlerimizi aşağı çekecek bir gelişme. Keza, büyüme oranımızın aşağıya düşmesine neden olacak talep yönlü etkiler de enflasyonu düşürecek. Net etki, büyük ihtimalle döviz kurundaki gelişmenin ağır basmasıyla enflasyonu artıracak yönde olur.
Dünya ekonomisindeki olumsuz gelişme, büyük merkez bankalarının para politikasını gevşetmelerini tetikler. Yurtdışı faiz oranlarının düşmesi anlamına gelir. Bizim gibi ülkeler açısından olumlu bir gelişme olur. Ancak burada analizi zorlaştıran bir olgu var. Şu sırada ABD güvenli liman olarak görülüyor. Bu nedenle ABD tahvillerinin faizi düşerken dolar değer kazanıyor. Büyük merkez bankalarının faiz düşürmelerinin bizim finansman maliyetimizi düşürmesi için güvenli liman arayışının son bulması gerekir. O da salgının yıl ortasına kadar süreceği senaryosu altında pek mümkün görünmüyor.