COP 26’nın başarısını nasıl ölçmek lazım
Birleşmiş Milletler’in iklim değişikliği toplantısı COP-26 sona erdi. İklim aktivistlerine göre, bazı kazanımlara rağmen toplantı eyleme geçilmesi açısından başarısız. 1,5 derece hedefi hala bir nevi hayal. Ama benim anladığım COP-26 iklim değişikliği gündeminde değişeni göstermek açısından son derece başarılı oldu. COP-26, dünya iklim değişikliği gündeminde konuşmaktan yapmaya geçildikten sonra yapılan ilk toplantı oldu.
Bu yıl toplantıya katılan, Amerikan Hazine Bakanı Janet Yellen, İngiliz gazetesi Financial Times’ın editörlerinden Gillian Tett’e “Ben COP tarihinde bu toplantılara katılan ilk Amerikan Hazine bakanıyım” derken işte tam da değişeni anlatıyordu. Yine toplantının müdavimlerinden Jules Kortenhurst aynı gazeteye, COP-26’da bundan önceki on beş yılın toplam on iklim zirvesinde gördüğünden daha fazla Fortune 100 CEO’su ile karşılaştığını ifade ederken benzer bir tespiti yapıyordu.
Suudi Arabistan dünyanın hidrojen üretim merkezi olmak istiyor
Türkiye de artık iklim değişikliği gündeminde konuşmaktan yapmaya geçiyor. Ne demek? Artık kapsamlı bir yapısal reform programı düşünmeye başlamamız lazım. Para ve maliye politikasından eğitim politikasına, sanayi politikasından ticaret politikasına. Her şey değişecek. Peki, biz ne yapıyoruz? Bekliyoruz. Dünyadan bihaber, dünyada harekete geçen iklim değişikliği gündemini, öyle seyir halindeki bir trene bakar gibi izliyoruz, hareketsiz. Üzücü bir durum.
Nereden çıkarıyorum? İki haberden elbette. Öncelikle Suudi Arabistan, Avrupa’nın ve dünyanın yeşil hidrojen üretimi merkezi olmak için harekete geçtiğini davul zurnayla duyurdu COP-26’da. Özellikle metan gazı salımını da sınırlandırma tartışması, Avrupa Birliği öncülüğünde, başlamışken bu aralar kimse doğal gaza dayalı mavi hidrojen üretimini ağzına almıyor sanki, yeşil hidrojen üretimi işi ön planda.
Suudi Arabistan yenilenebilir enerjiye dayalı hidrojen üretimi için hazırlıklarını anlatırken, yalnızca üretimden bahsetmiyor. Bu amaçla bizim TÜBİTAK benzeri bir yapı ile hem bilimsel araştırmaları hem de ARGE faaliyetlerini destekleyeceğini de duyuruyor. Yeni teknolojilerin önemi COP-26’da en çok üzerinde durulan konulardan biriydi aslında. İşte tam da ona uygun.
Doğrusu Avrupa Birliği bünyesinde, Avrupa’nın Yeşil Mutabakat çerçevesinde, ileride ihtiyaç duyacağı, hidrojen ithalatını nereden yapacağı tartışılırken, Türkiye’nin değil de Suudi Arabistan’ın harekete geçmiş olması bana ilginç geldi. Neden? Suudi Arabistan değişenin farkında, Türkiye lay lay lom.
Geleyim dünyadan kopukluğumuzun ikinci örneğine. Burada iki farklı haberi birbirine bağlayayım. İklim değişikliği gündeminin harekete geçmesi bizim gibi ülkelerde yaşayanlar için ek maliyet demek. Önce bir emisyon ticaret sistemi kurup, karbonu maliyetlendireceğiz. Sonra özellikle elektrik üretiminde kömürden bir an önce çıkacağız. Hem hidrokarbon fiyatları artacak hem de kömür madenlerinin olduğu yerlerde yaşayanlar işlerini kaybedecekler.
Tam da bu nedenle Dünya Bankası gelişmekte olan ülkelerde kömürden çıkışın düzenli bir biçimde organize edilebilmesi için CIF destekli 2,5 milyar dolarlık bir proje başlattı. Şimdi Türkiye’de yakında 2030 ya da 2033 için kömürden çıkış tarihi belirleyecek. Neden? 2053 yılının net sıfır yılı olduğunu söyleyip ilk adımı attığımız için elbette. Mevcut 2,5 milyar dolarlık fon içinde Hindistan, Filipinler, Güney Afrika ve Endonezya var. Kömüre dayalı salımların yüzde 15’i buradan.
Türkiye yok. Neden? Enerji Bakanlığımız yine burnunun dikine gidip, kendi başına memleketin ekonomi politikasından sorumlu olduğunu zannettiği ve Dünya Bankası’nın bu fonuna başvurmadığı için elbette. Komik ama böyle. Galiba aynı Almanya’da olduğu gibi enerji üretimi ile ilgili birimleri ekonomi politikalarından sorumlu bakanlığın içine yerleştirecek bir düzenlemeye ihtiyacımız var. Özellikle iklim değişikliği gündemi, iklim eylemi gündemine dönüşürken. Hazır yeni hükümet tartışılırken not edeyim, unutmayalım.
Halbuki, fondan faydalanacaklar arasında yer alan, Hindistan daha geçen gün COP 26’da “bu iş böyle olmaz, gelişmekte olan ülkelerin kömürden çıkış süreci için gelişmiş ülkelerin daha fazla destek sağlaması gerekir” diyordu. Halbuki, Hindistan COP-26’da Avrupa Birliği’nin 2050, Çin’in 2060, Türkiye’nin 2053 olarak belirlediği net sıfır yılını 2070 olarak açıkladı. Sürecin içinde yani. Bir yandan müzakerelerde kömürden çıkışla ilgili daha ciddi kararların alınmasını engellerken, kömürden çıkışa ilişkin bir söz vermezken diğer taraftan da bu çıkışın hazırlığını destekleyen fonlardan en fazla yararlanma vizyonuna sahip. Türkiye lay lay lom.
Peki, 3,2 milyar dolar bu işe yeter mi?
Herkes sürecin içinde kalıp, ortada gürül gürül akan kaynaklardan faydalanmak için azami çaba harcarken, Türkiye ne yapıyor? Önce “gelişmiş ülke listesinde kalırsak, yeterli kaynak alamayız” diye yan gelip yatırıyorduk Enerji Bakanlığı sayesinde, şimdi ortadaki kaynaktan yararlanmayı reddediyoruz. Neden? Bilmem. Tespitlerinin isabetsiz çıktığını bile bile o tespitlerde ısrarlı olmayı anlamak kolay değil doğrusu. Halbuki geçen gün bana “Türkiye’ye 3,2 milyar dolar yeter mi?” diye sordular. Yetmez elbette.
Malum Türkiye 2016’da ilk imzacılarından olduğumuz, Paris İklim Anlaşması’nı Ekim 2021’de nihayet onayladı. Bu arada, 2053’ün net sıfır yılımız olduğunu da açıkladık. Bu çerçevede, Türkiye’nin Almanya, Fransa ve İngiltere ile Dünya Bankası’nın sağlayacağı 3,2 milyar dolarlık kaynaktan yararlanacağı da açıklandı. Yeter mi denilen bu işte. Hayır, yetmez.
Şimdi önce emisyon ticaret sistemimizi kurarak, karbon fiyatlamasına başlayacağız. Sonra öyle ya da böyle 2053 ile uyumlu olarak 2030 ya da 2033’ü kömürden çıkış yılı ilan edeceğiz. Bu amaçla, kömür bölgeleri için yerel kalkınma planları ve bütçeleri ile sosyal korunma ağı açıklayacağız. Devlet, şirketlere ve millete yaptığı planlar, hazırladığı bütçeler ve belirlediği tarihlerle yol gösterecek. Yoksa Türkiye rekabet gücü kaybına uğrayacak.
Paris sözlerini tutmamanın bir yaptırımı yok, ama artık standartlar da geliyor
Aslında Paris İklim Anlaşması ile verilen sözleri tutmamanın görünür bir maliyeti yok. Bu açıdan COP 21 sonrası başlayan süreç, Kyoto sürecinden farklı. Ortada bağlayıcı hedefler yok. Her ülke 1,5 derece hedefine kendi katkısı kendisi niyet beyanı biçiminde açıklıyor. Şimdi Türkiye’nin 2053 iddialı hedefi ile tutarlı yeni bir niyet (NDC- Nationally Determined Contribution) beyan etmesi gerekiyor. Uymazsak? Ayıp olur elbette.
Ama öyle görünüyor ki, yakında şirketlerin de niyet beyan etmesi gerekecek. Mesela IFRS (International Financial Reporting Standards-Uluslararası Finansal Raporlama Standartları Kurulu) bundan böyle bir Uluslararası Sürdürülebilirlik Standartları Kurulu (ISS-International Sustainability Standards Board) kurulacağını açıkladı. Raporlama standartları geliyor, birileri çetele tutmaya başlayacak. Bu dönemin farkı ne? İşbirliği olmadan çözülemeyecek bir sorunumuz var bugün.
Şimdi hemen “bak Çin kömür üretimine hız verdi zaten sözünü tutmuyor bile” demeyin. 2009 yılında Çin’in elektrik üretiminin yüzde 70’i kömüre dayalıydı. 2020 itibariyle kömürün elektrik üretimindeki payını yüzde 57’e gerilettiler. Çin, iklim değişikliği gündemi söz konusu olduğunda konuşmuyor yapıyor, Türkiye lay lay lom.
COP-26’da Çin ve Amerikan heyetleri ortak açıklama yaparak, harekete geçen iklim değişikliği gündemine birlikte sahip çıktılar. Herhalde bu pazartesi Amerikan ve Çin liderleri sanal bir toplantıda bir araya gelip, benzer bir güç birliği açıklaması yapacaklar. Neden? Çin ve Amerika küresel ekonominin iki kanadı. Biri dursa küresel büyüme de duruyor. Rekabet tamam ama Çin Küresel ekonominin ayrılmaz bir parçası. Çin, Sovyetler Birliği gibi değil. Soğuk savaş bekleyenlere bir daha duyurayım.
Doğrusu ben, COP-26’nın, hareket halindeki iklim değişikliği gündemine uygun bir toplantı olduğunu düşünüyorum. Top bundan böyle sadece iklim aktivistlerinde olmayacak artık. İşin romantik kısmı bitti, artık mesele ana akımlaştı. Şimdi gezegene verdiğimiz hasarı önlemek için pamuk eller cebe dönemine giriyoruz. İşin zor kısmı şimdi başlıyor.
COP-26 ile birlikte doğru soru artık “gezegenimize verdiğimiz hasar sizi üzüyor mu?” değil. Doğru soru artık “gezegenimize verdiğimiz hasarı önlemek için bu ay kaç lira verirsiniz” oluyor.
Millet şimdi ne diyecek? Dünyaya biz değil, şirketler hasar verdi. Ödenmesi gereken bedeli şirketler üstlensin. Sahiden öyle mi? Hayır. Hepimiz oradaydık.