Clarke kanunları
Yenidünya, yeni ekonomi, yeni iş modeli gibi kavramlarından bahsetmeyi pek seviyoruz. Ama yeni olanı hayata geçirmeye gelince, işler çetrefil hale geliyor. Gelin bu hafta, İngiliz yazar ve mucit Arthur C. Clarke’ın üç kanunuyla ‘yeni’yi konuşalım.
BİRİNCİ KANUN: ‘Ünlü ve yaş almış bir bilim insanı bir şeyin mümkün olduğunu iddia ediyorsa, neredeyse kesinlikle haklıdır. Aynı kişi bir şeyin imkânsız olduğunu iddia ettiğinde ise, büyük olasılıkla yanılıyordur.’
Sadece şu iki anekdot bile Clarke’ı doğruluyor. İngiliz Bilimler Akademisi Başkanı Lord Kelvin 1895’de ‘Havadan daha ağır makinelerin uçması imkânsızdır' demiş. Dört yıl sonra Amerikan Patent Dairesi Başkanı Charles Duell eklemiş: ‘Artık yeni hiçbir şey yok. İcat edilebilecek her şey icat edildi’.
Kelvin ve Duell’i haksız çıkaran bu kanun bilim insanları ve teknolojinin ötesinde alanlar için de geçerli. Şirket yönetim kurullarında veya strateji toplantılarında ‘bir şeyin neden mümkün olmadığını’ anlatmaya hevesli öyle çok kişiye rastladım ki! İnsanın kendini sınırlamasının muhtelif sebepleri var: bilinmeyenden korku, güvenli alanda kalma arzusu, düşünsel tembellik, yepyeni şartlar karşısında eski tecrübelere sarılma arzusu… Bence genel olarak bir şeyin neden yapılamayacağını değil, nasıl yapılabileceğini anlatanlara kulak vermekte yarar var.
İKİNCİ KANUN: ‘Mümkün olanın sınırlarını keşfetmenin tek yolu, imkânsız alana taarruza geçmektir.’
‘Yeni’nin mümkün olduğuna bir kez inanınca, onu hayata geçirmek gerekiyor. Ancak ünlü yatırımcı Warren Buffett’ın sözünü unutmamalı: ‘Suyun derinliğini asla iki ayağınızla ölçmeye kalkmayın!’. Odaklı ve ucuz denemeler yapmak, ‘yeni’ye en az maliyetle ulaşmak için iyi bir çözüm. Örneğin sektördeki dönüşümlerin içinde olmak için start-up şirketlere yatırım yapmak veya kampanyaların etkinliğini denemek için hedef müşterilere göre farklılaştırılmış web siteleri sunmak. Ancak, daha önce de bu köşedeki ‘Masa Başı Yerine Test’ yazısında da belirttiğim bir hususu tekrar vurgulayayım: ‘Deneylerimiz için kontrol grubuna (hangi kararı kiminle test ediyoruz) ve geri besleme mekanizmasına (aldığımız sonuca göre ne karar vereceğiz) çok dikkat etmemiz gerekiyor. Zira bu iki alanın dikkatsizce tasarlanması boşa efor harcama, hatta yanlış karar almayla sonuçlanabilir.’
ÜÇÜNCÜ KANUN: ‘Yeterince gelişmiş bir teknoloji, sihirden ayırt edilemez.’
Radyo, telefon ve televizyon, çıktıkları devirde, geniş toplum kesimleri için mucizeden farksızdı. Anlaşılmayan bir teknolojinin toplumun geniş kesimlerice ‘sihir’ gibi görülmesi gayet makul. Ancak günümüzde bu dinamik tersine de işliyor: nasıl çalıştığı besbelli olan ürünlerin lansmanı mistik bir havada yapılıyor. Bunun neticesi, bazı girişimcilere uzaylı/ biyonik insan yakıştırması yapılması veya yeni çıkan bir cep telefonunu bir an önce satın alabilmek için saatlerce sırada bekleyen insanlar. Tüketicilerin bazı ürünlere rasyonel faydanın ötesinde, ‘sihirli’ bir anlam yüklemesi, çeşitli sektörlerdeki şirketlerin göz önünde bulundurması gereken bir husus.
Bu haftaki sohbetimizi Clarke’ın kanunlarından biri olmasa da çok beğendiğim bir sözüyle bitirelim: ‘Yeni fikirlerin üç devri olur: 1. Bu yapılamaz. 2. Belki yapılabilir ama yapmaya değmez 3. Başından beri iyi bir fikir olduğunu biliyordum!’