Çin’in “dönüşü”…
ABD Başkanı Joe Biden’ın göreve başladıktan sonra yaptığı konuşmalarda en çok kullandığı cümle “Amerika geri döndü- America is back” olmuştu. Biden bu cümleyi, Trump dönemindeki içe kapanma ve müttefiklerle tartışma sürecinin tamamlandığını vurgulamak için çokça kullandı. “America is back” diyerek, Çin’in ekonomik ve siyasi yükselişine karşı ABD öncülüğünde kurulacak ittifakta, müttefiklerle birlikte hareket edeceğini taahhüt altına aldı. Ancak ABD yönetimi Çin’e karşı “safları sıkılaştırmaya” çalışırken, Pekin yönetimi de boş durmadı elbette;
Türk basınında fazla yer bulmadı ama Çin’de geçen hafta tarihi gelişmeler yaşandı. Çin Komünist Partisi dört günlük toplantının ardından bir karar/deklarasyon yayınladı. Karar, Çin Komünist Partisi’nin 100 yıllık ideolojik geçmişine yönelik bir değerlendirme niteliğinde. Şeytan ayrıntıda gizlidir; Çin Komünist Partisi’nin kararında da ülkenin yakın geleceğine ve politikalarına ilişkin, kritik önemde pek çok ayrıntı vardı;
DEVLET BAŞKANI Şİ’YE ÜÇÜNCÜ DÖNEM YOLU AÇILDI
Kararda doğrudan ifade edilmese de, 2 dönemdir Çin Komünist Partisi Genel Sekreteri ve Devlet Başkanı’nı yürüten Şi Cinping’in üçüncü dönem yönetiminin de önü açıldı. Komünist Parti kararındaki “Parti’nin çekirdek lideri konumundaki Şi Cinping etrafında kenetlenme” çağrısı da bu sürecin somut işareti olarak ortaya çıktı.
“NASIL BAŞARILI OLDUK”, “BAŞARIYI NASIL DEVAM ETTİREBİLİRİZ”
Komünist Parti’nin manifesto niteliğindeki kararında, Çin’in izlediği ekonomik sistemin “başarısına” çokça atıf yapıldı. Kararda, Çin’in, “bu noktaya nereden geldiği”, “nasıl bu kadar başarılı olduğu” ve “ bu başarının gelecekte nasıl devam ettirebileceğine” ilişkin ideolojik açıklamalar da yer aldı.
Dikkat çekici olan ise, Çin Komünist Partisi’nin 100 yılı değerlendirilirken, halen görevde olan Şi’nin ülkenin iki efsanevi lideri, kurucu Mao Zedung ve reformcu lider Deng Şiaoping ile yine aynı kategoride – anılması oldu. Çin Komünist Partisi daha önce 2017’de de Şi’yi, tıpkı Mao ve Deng gibi “düşünce kurucu önder” olarak nitelemişti. Geçen haftaki bildiri ile bu durum iyiden iyiye pekiştirildi.
DAHA AGRESİF DIŞ POLİTİKA BEKLENTİSİ
Çin’de siyasi gücün iyiden iyiye merkezileşip, doğrudan Şi’nin eline geçmesi, Beijing’in izleyeceği dış politikanın da daha agresif olması bekleniyor. İçeride görece sağlanan ekonomik refah, gelir dağılımında şehir/köy dengesinde yaşanan ilerlemeler de Çin’i daha yayılmacı olmaya iten etkenler arasında bulunuyor. Şi’nin bırakmayı planladığı miras da bu çerçevede, geçmişte zayıflık anlarında kaybettiklerini yeniden ele geçirmiş uluslararası alanda çok daha söz sahibi bir Çin olarak ortaya çıkıyor. Hong Kong’daki İngiliz yönetimine son verilmesinin ardından Çin’in ilk hedefleri arasında Taiwan göze çarpıyor.
Nitekim ABD ve müttefikleri de bunu engellemek adına hamle üzerine hamle yapıyorlar bugünlerde; Bizzat ABD Başkanı Joe Biden’ın Taiwan’ın korunacağına dair açıklamaları, Amerikan donanmasının Pasifik’e yaptığı yığınak, İngiltere ve Almanya’nın bölgeye savaş gemileri göndermeleri, Hindistan’ı Batı kampına alabilmek için aşırı milliyetçi Başbakan Modi’nin demokrasi ya da insan haklarına aykırı politikalarının görmezden gelinmesi bunun işaretleri.
Ortadoğu ve Afrika’da ise Çin ile Batılı ülkeler arasında kıyasıya bir ekonomik/siyasi rekabet yaşanıyor. Çin Dışişleri Bakanı’nın yaz aylarında Ortadoğu’ya yaptığı diplomatik çıkartma, İran’la imzalanan 25 yıllık anlaşma, Araplararası sorunlarda bile arabuluculuğa soyunulması, Beijing’in bölgedeki ağırlığını giderek arttırıyor. Çinli firmalar Suriye’de bir biri ardına enerji santrali inşaatı ya da altyapı projesi almaya devam ediyor.
Afrika’da keza, Çin’in kendi sınırları dışındaki ilk deniz üssünü Cibuti’de kurarak, yüklü miktarda kredi ya da hibe vererek Afrika ekonomisine doğrudan girmesi de Batı’yı hareket geçirmiş durumda. ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın bu hafta çıktığı Afrika turunun bir ayağını bölgedeki tansiyonu düşürmek, diğer ayağını ise Beijing’in etkisini silmek oluşturuyor. Çin’in dış politikadaki söylemi de son dönemde dikkat çekici şekilde değişmiş durumda;
Tüm dünyadaki Çinli Büyükelçiler bugünlerde Sincan’da Uygur azınlığa yönelik insan hakları ihlalleri, Taiwan ya da Hong Kong konusunda gelen en küçük eleştiriye bile cevap yetiştiriyorlar. Çin’in daha önceki, eleştirilere karşı sessiz kalma politikasıyla karşılaştırıldığında, bugünlerde Çinli Büyükelçiler’in eleştirileri karşılamak adına görev yaptıkları ülkelerin siyasetçileriyle ağız dalaşına girmeye bile başlamaları dikkat çekici. Türkiye de bu trenden nasibini, Uygurlar’a yönelik insan hakları ihlallerini sürekli gündeme getirmekten vazgeçmeyen İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener almış, Çin’in Ankara Büyükelçisi Akşener’i kişisel olarak hedef almaktan kaçınmamıştı.
TÜRKİYE “TARAFSIZ” KALABİLİR Mİ?
Belli ki Devlet Başkanı Şi gücünü arttırdıkça, Çin’in dış politikadaki agresifliği de artacak. Bu durum Türkiye’yi de etkilemeye aday; Yaşanan ekonomik kriz ve Beijing’den beklenen potansiyel yatırım ve krediler çerçevesinde, Batı-Çin gerginliğinde olabildiğince tarafsız durmaya çalışan AK Parti hükümeti, son günlerde bunu değiştirmeye başladı. Uygur meselesi konusunda uluslararası alanda sessiz sedasız Batı ile birlikte hareket eden AK Parti hükümetine Çin’in tepkisi de hiç beklenmedik yerden, Suriye’den geldi.
Çinli yetkililerin birbiri ardına Türkiye’yi Suriye’de “işgalci” olarak niteleyen açıklamaları bu durumun ilk işaretleri. Belli ki Ankara Batı’ya yaklaştıkça, Çin’in tavrı da sertleşecek. “Tarafsızlık” çok süremeyecek gibi...