Çin’in büyümesi eksen değiştirirken (5)

Serbest Kürsü
Serbest Kürsü

Kurtuluş Gemici

Bu serinin son yazısına Çin’in nasıl 1978 ile 2018 arasında neredeyse yüzde 10 gibi bir hızla büyüdüğünü hatırlayarak başlayalım. Bu büyümenin ana motoru bir önceki yazımda belirttiğim gibi kırsal kesimden kıyı bölgelerindeki daha verimli şehir ekonomilerine gerçekleşen işgücü göçü idi. Çin bu toplumsal dinamik sayesinde endüstriyel alanda gelişmiş ülkeleri yakalayabildi.  Küresel serbest ticaret ise Çin’in dünyanın üretim merkezi haline gelmesi aracılığı ile bu kalkınma motorunun 2008 krizine kadar son sürat çalışmasını ve 2008’den sonra yavaşlasa bile hâlâ hatırı sayılır bir büyüme ivmesi koruması sonucunu doğurdu.

Üç farklı büyüme senaryosu

Önümüzde duran soru bundan sonraki 30–40 yılda büyümenin nasıl ve ne hızda olacağı. Çin ekonomisi gelecek 30–40 yılda ortalama yüzde 3 ile mi büyüyecek? Yoksa yüzde 5 veya 7 ile mi? Kaba bir hesap ile bu ilk bakışta ufak görünebilecek farkların 2050 yılına geldiğimizde ABD ile kıyas yaparak neye tekabül edeceğini ifade edeyim. ABD 2000 ile 2020 arasında yüzde 1,7 ile büyüdü. ABD’nin 2050’ye kadar ortalama yüzde 2 ile büyüyeceğini varsayalım. Eğer Çin 2050’ye kadar yüzde 3 ile büyürse gayrisafi millî hasılada ABD’yi 2040’lerde yakalıyor ve 2050’de ABD’den yüzde 10 daha büyük bir ekonomi haline geliyor. Eğer yüzde 5 ile büyürse ABD’yi 2030 yılında yakalıyor ve 2050’de ABD’den yüzde 40 daha büyük bir ekonomi haline geliyor. Yüzde 7 ile büyümek ise ki ben olası olduğunu hiç düşünmüyorum, Çin ekonomisini 2050’de ABD gayrisafi millî hasılasının üç katına taşıyor ve Çin’i uluslararası alandaki ağırlığı tartışılmaz bir hegemon haline getiriyor.

Bu senaryoların hangisinin daha olası olduğu ise gayet yetkin ekonomistlerin ve Çin uzmanlarının pek de üzerine anlaşamadığı bir konu. Çin’in büyümesinin yavaşlayacağı aşağı yukarı herkes tarafından kabul edilen bir kanı. Anlaşmazlığın olduğu nokta bu yavaşlamanın boyutu ve nedenleri.

Yavaşlayan büyümenin anatomisi

İlk olarak en karamsar senaryo olan yüzde 2 ile 3 arasında bir büyüme patikasına bakalım. Bu senaryoyu olası görenlerin sıraladığı en önemli faktörler Çin’in nüfusunun bundan sonra inişe geçeceği ve sabit sermayeye yapılan yatırımlar ile büyümenin hız kesen dünya ticareti ile artık mümkün olmadığı. Bu faktörlere daha önceki yazılarımda değindim. Dünya Bankası’nın gayet gerçekçi tahmini ile 2050 yılında Çin nüfusu azalarak 1,4 milyara düşecek. Ayrıca Çin dünyanın geri kalanına göre yaşlı bir nüfusa sahip olacak. Bu nüfus dinamiğinin büyüme üzerinde ciddi bir olumsuz etkisinin olması kaçınılmaz. Büyüme potansiyeline bir diğer ağır darbe ise dünyanın fabrikası olma yolu ile yaratılan büyümenin toplam büyüme içindeki payının yüzde 30’a kadar düşmüş olması ve düşüş trendinin de son 15 seneden beri devam etmesi. Bu olumsuzluklara daha önceki yazılarımda belirttiğim 2000’li yıllarda yeşeren Çin orta sınıfının alım gücünün düşüklüğü, emlak piyasasındaki balon ve hane halkının hatırı sayılır bir borç yükü altında olduğunu eklersek karamsarlığa kapılmak işten değil. Karamsar tabloyu daha olası görenlerin öngörüsü Çin’in 2020’lerde yüzde 4–5 ile büyüdükten sonra dünya ortalama büyümesi olan yüzde 3 civarında büyüyeceği ve yaşlanan nüfusun çok baskın olacağı 2040’larda dünya ortalamasının da altında büyüyeceği.

Son sürat büyüme kampı

Bu karamsar tablonun tam zıttı olan görüş ise Çin’in nüfus olarak küçülecek olmasının ve dünyanın geri kalanından Çin mallarına olan talebin daralmasının bir handikap olmadığı noktasından yola çıkıyor. Aksine, bu kombinasyonun Çin’i iç pazara yönelteceği ve verimliliği arttırmaya yönelik yaratıcı bir ekonomi haline getireceğini iddia edenlerin sayısı hiç de az değil. Sunulan en önemli argümanlardan biri e-ticaret, dijital teknolojiler, oyun ve otomotiv gibi alanlarda Çin’in dünyanın geri kalanına göre çok büyük bir iç pazarının olduğu ve bu devasa pazarın tarihte başka hızlı kalkınan ekonomilerde görülmemiş ölçek ekonomileri yarattığı. Aslına bakılırsa bu ölçek ekonomileri şimdiden gözle görülür bir olgu haline gelmiş durumda. Mesela 2022’nin ilk 4 ayında Çin’in yazılım sektörü 2021’in aynı dönemine göre yüzde 11 büyüyerek 417 milyar ABD dolarlık bir hacme ulaştı. Yani Çin’in sadece yazılım sektörü Türkiye gibi bir ekonomiden daha büyük hale geldi. Çin’in otomotiv sektörü hem konvansiyonel binek aracı hem de elektrikli araba üretimi alanında dünya çapında rekabet edebilecek firmalardan oluşuyor. Farklı sektörlerden örnekleri çoğaltmak mümkün. Belli bir üretim hacmini yakalamış Çinli firmalar geniş bir iç pazara üreterek küresel düzlemde rekabetçi hale geldiler ve bu trendin devam etmesini beklemek gayet mantıklı. Sonuç olarak ortaya başka kalkınmakta olan ülkelere nasip olmayan bir dinamik çıkıyor. Dünyanın geri kalanı duraksasa bile Çin kendi iç pazarına yaslanarak teknolojik atılımını ve kalkınmasını hızla devam ettirme kapasitesine sahip. Bu görüşte olan Dünya Bankası eski baş ekonomisti Justin Yifu Lin yüzde 7–8 gibi büyüme oranlarını telaffuz etmekten çekinmiyor.

Toplumsal dinamikler ışığında gerçekçi bir büyüme senaryosu

Yukarıda sıraladığım bu iki senaryoyu da gerçekçi bulmadığımı belirtmeliyim. Çin’in dünya ortalama büyümesine doğru hızla yavaşlayacağını iddia edenler Çin’in ne kadar sıra dışı bir ülke olduğunu göz ardı ediyorlar. Bir önceki yazımda değindiğim gibi genelde bu analizlerin çoğu toplumsal dinamikler konusunda sığ görüşlere dayanıyor. En önemlisi Çin’in şehirleşmesinin hâlâ kat edebileceği ciddi bir yol olduğunu ve buna bağlı olarak da şehirlerdeki verimli üretim-tüketim ağlarına entegre olabilecek en azından 150 milyonluk bir nüfusun olduğunu unutuyorlar. Bu şehirleşme potansiyelini göz önüne alan analizler Çin’in sadece kır-şehir ikametgâh sistemi (hukou sistemi, bir önceki yazımda özetlediğim üzere) reformu ile insan sermayesi ve Çin’in iç bölgelerinin kalkınması bakımından bir atağa geçeceğini gösteriyor. Ayrıca bu reformun büyümeye katkısının şu an itibarı ile ihracatın Çin’in büyümesine olan katkısına eş değer bir oran olan yüzde 30’a ulaşacağı tahmin ediliyor.

Çin’in son sürat büyümeye devam edeceğini iddia edenler ise Çin’in sıra dışılığını abartmaktalar. Çin’in çok büyük bir iç pazarının olduğu ve bu pazarda da talebi körükleyecek sayısı yarım milyara varan bir orta sınıfın olduğu doğru. Lakin bu tip analizlerin altını dolduramadığı konu bu pazarın neden ve nasıl yüzde 5’in üzerinde büyümeyi besleyeceği. Asya ülkelerinin geçmişteki tecrübelerinin ve kalkınmış ülkelerin bize gösterdiği bir gerçek var, o da sürekli olarak yüzde 5–6 gibi büyüme oranlarının ancak dünyanın geri kalanından teknoloji getirerek ve dünyanın geri kalanına ciddi meblağlarda ihraç yaparak mümkün olduğu. İhracata ve teknoloji transferine dayalı sanayileşme olanakları tükendiği durumda büyüme dünyanın ortalama büyümesi civarına geriliyor. Buna iyi bir örnek 1960’ların sonuna kadar yüzde 9 gibi bir oranda büyüyen Japonya’nın 1970’lerin stagflasyon ortamında yüzde 3,5 gibi bir büyüme hızına gerilemesi. Ki bu yüzde 3,5 hızında büyüme Japonya’nın teknoloji alanında lokomotif bir ülke konumu olmasına bağlı idi. Yani Çin teknoloji üretebilen lider bir ekonomi olma yönündeki dönüşümünü devam ettirse bile yüzde 5’in üzerinde büyüme oranları gerçekçi değil.

Bana göre Çin’in gelecek otuz yılda dünyanın geri kalanının gıpta ile bakacağı ortalama yüzde 4–5 gibi bir hızla büyümesi çok daha olası. Böyle bir büyümenin ana motoru gayrisafi millî hasıla içinde payı artan bir orta sınıf ve birçok alanda dünya lideri olmaya oynayacak Çinli şirketler olacaktır. Çin son 40 yılda insana, altyapıya ve teknolojiye yaptığı yatırımlar ile bu büyümenin tabanını hazırlamış durumda. Fakat daha önceki yazılarımda belirttiğim üzere hukou sisteminin reformu gibi hâlâ atılması gereken birçok adım ve finansal kırılganlık gibi köşe başlarında bekleyen tehlikeli girdaplar da yok değil.

Benim en olası bulduğum senaryonun gerçekleşmesi durumunda dünya ekonomisinin 2020’lerin sonundan itibaren ciddi anlamda değişeceğini öngörebiliriz. Bu değişimlerin en çarpıcı olanlarından biri Çin’in giderek katma değeri daha yüksek alanlarda üreten ve dünyanın geri kalanından çok daha fazla oranda emek-ağır ve işlenmemiş malları ithal eden bir ekonomi haline gelmesi olacaktır. Bir diğerini ise yazılım, otomotiv ve elektronik gibi alanlarda Çin markalarının hâkimiyetinin artması olarak sıralayabiliriz. Yani gelecekte Huawei telefonları yanında Dongfeng arabaları ve Çin moda markalarını her köşe başında göreceğiz. Fakat belki de en büyük değişimi hem teknoloji hem de tüketim trendleri üzerinde Çin’in etkisinin gayet elle tutulabilir olacağı 2030’larda beklemek lazım.

_____________________________

(*) Doçent Dr., Yüz Yetenek Programı

Sosyoloji ve İdari Bilimler Fakültesi, Zhejiang Üniversitesi

Hangzhou, Zhejiang

Çin Halk Cumhuriyeti

@kurtulus

 

 

 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar