Çin gibi üretken mi, Fin gibi verimli mi?
Geçtiğimiz hafta dünyanın en fazla merak edilen ülkelerinden biri olan Finlandiya’daydım. Zihnimde Nokia… Soğuk ve kuzey ışıkları ile sınırlı olan bu devasa ülkeyi görmenin telaşı aylar önce heyecanımı da artırmıştı. Gördüğüm manzara hayallerimi zorlayacak düzeyde derin izler bıraktı bende. Coğrafyanın kader olduğu düsturu yerine aslında coğrafyanın keder olduğunu bu kısa yolculuk öğretti bana. Zira kadere değil, kedere boyun eğdiğimizi fark ettim özetle.
Ekonomi ve iş dünyası için Kore, Japon mucizelerini gündemimizden düşürmüyoruz. Hatta buna 1980’lerin sonunda başlayan ‘Çin modeli’ni de ekliyoruz. Sıçramayı büyük adımlarla yapan bu ülkeleri hayran hayran izliyoruz ne yazık ki. Ama kaçırdığımız nokta refah, özgür ve verimli bir hayattı: ‘Fin modeli’ydi.
1980’de 7 bin dolar olan kişi başı gelirini 53 bin dolara çıkaran Finlandiya, ekonomisini büyüten bir ülkeden öte, refaha odaklanmış ilginç bir örnek. Tarihi İsveç Krallığı ve Rus Çarlığı sömürgesinden ibaret olan bu ülke, ne komşusu Norveç gibi doğal zenginliğe sahip, ne de Akdeniz ülkeleri gibi tarımdan yana şanslı. Soğuğun insanın ciğerlerini süslediği bu ülkeyi dünyanın en sosyal, en zengin, en ferah ülkesi haline getiren neydi peki?
Ekonomisini kağıt ve orman ürünleri üzerine kuran -ki en büyük markası Nokia da bir kağıt üreticisiydi- Finlandiya’nın toprağı çeşitlilik anlamında o kadar verimsizdi ki, 1867-68 yıllarındaki büyük kıtlık gibi ekonomideki şoklara karşı savunmasız kalmış ve nüfusunun yüzde 15'ini yitirmişti. 1930'lara kadar Finlandiya ekonomisi ağırlıklı olarak tarımsaldı. 1963’e kadar asfalt yolun olmadığı bir ülkeydi.
NÜFUSUN YÜZDE 10’U ORTAOKUL MEZUNUYDU
İkinci Dünya Savaşı’nda büyük yara alan ülke, sanayiye ise 1946’dan sonra adım atabildi. 1960'lı yıllarda Finlandiyalıların sadece yüzde 10'u ortaokul mezunuydu. Toplumun sadece yüzde 7'sinde olan üniversite diploması az sayıdaki aileler tarafından gururla taşınan bir belgeydi.
Atılım 1970’lerden sonra geldi. Zira ülkenin en önemli ihtiyacı sanayi değil, eğitimdi. İnsan sermayesini geliştirmeyi odak noktası haline getiren devlet, 'Peruskoulu' adı verilen 9 yıllık zorunlu eğitim sistemini de eşitlik ve sosyal kapsayıcılık değerleri altında birleştirdi. Finlandiya’nın formülü basitti: “Dünya ne yapıyorsa tam tersini yapmak.” Yüksek sosyal refah düzeyi, çocuklar için eşit fırsatlar, aynı zamanda ücretsiz ve kaliteli öğrenmeyi garantilemek, Finlandiya mucizesinin bir diğer formülüydü. Her ne kadar 140 yıllık bir eğitim sistemine sahip olsa da bu sistemi son 50 senede farklılaştıran Finlandiya’yı en güzel anlatan ise “Reaching Success in Education: The Perspective of Finland” başlıklı seminerler veren Türkiye’nin de yakından tanıdığı bir isim olan bilim insanı Anssi Lindell’di. Finlandiya’da eğitimin sadece anaokul döneminde ücretli olduğunu ve anaokul ücretlerinin ayda 50-300 Euro arasında değiştiğini dile getiren Lindell, anaokul sonrası eğitim hayatının ise tamamen ücretsiz olduğunu belirtiyor. Lindell’e göre devlet, parlamento aracılığıyla müfredatı belirlemek dışında eğitimin nasıl ve hangi yöntemlerle olacağına müdahale edemiyor. Öğrencilerin öğretmenler ve sınıf arkadaşlarıyla interaktif bir ilişki kurduğu sistemde, öğretmenler ders içeriklerini nasıl işleyeceklerine kendilerinin karar veriyor. 1990’dan itibaren hızla gelişen eğitim sistemi, dünyayı şaşırtan bir ekonomiyi doğurdu.
FORMÜL BASİT: EŞİT EĞİTİM, İYİ SAĞLIK VE TAM DESTEK
Hiçbir okulda devletin müfettişlik gibi bir denetimi görev olmadığına da dikkat çeken Lindell, Finlandya’nın PISA sınavlarında dünya genelinde ilk iki ülkeden biri olduğunu vurguluyor. Finlandya’da gazete ve dergi okuma oranlarının çok yüksek olduğunu; nüfusun yüzde 80’nin hala basılı gazete okumayı tercih ettiğini ve ülke genelinde kütüphanelerin son derece donanımlı olup ücretsiz hizmet verdiğini hatırlatıyor.
Finlandya'nın tüm okullarında en zengin iş insanlarının çocuğu ile bir işçinin çocuğu yan yana eğitim görüyor.
Okulların kafeteryalarında öğrencilere geniş bir büfede sağlıklı gıda veriliyor, bütün öğrenciler ücretsiz sağlık hizmetleri ve diş tedavisi alıyor. Okul malzemelerinin hepsi ücretsiz. Çocuk gelişimi uzmanı pedagog ve psikologlar da dikkatle öğrencileri takip ediyor. Öğretmenlerin gün boyu sınıfta ortalama dört saat ders verdiği sistemde haftada iki saat, meslek gelişimleri için eğitimlere ayrılıyor.
Fin sisteminde eğitimin tek yeri var: Okul. Yani öğrencilere ev ödevi verilmiyor. Sosyalleşmeyi öne çıkaran sistemde ilkokul öğrenciler teneffüs dediğimiz ders dışı dönemini 75 dakika kullanıyor. ABD’de bu süre 27, Türkiye’de 45 dakika.
Peki, Fin ekonomisiyle ne ilgisi var bu durumun diye sorabilirsiniz. Dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Finlandya’da ekonominin büyük kısmını hizmet sektörü oluşturuyor. Kaliteyi öne çıkaran ülke, bilgi işlemin, kuluçka şirketlerin yuvası haline geldi. Ağaç satıyorlar ama katma değer yaratarak. Çelik üretiyorlar ama özel kullanımı tercih ediyorlar. Her üründe seçkin, niş ve katma değerli olmayı tercih ediyorlar. Tıpkı eğitimde olduğu gibi. Bizler 1940’lardaki Japonya’nın, 1960’lı yıllardaki Güney Kore’nin, 1970’li yıllardaki Çin’in halini konuşuyoruz, karşılaştırıyoruz. Oysa asıl mucize Çin gibi üretmeyi değil, Fin gibi verimliliği, Çin gibi dönüşümü değil Fin gibi gelişimi hedef haline getiren sistem değil mi?