Çiço
Son dönemde sağlığımla ilgili olarak yaşadığım zorluklarda hep yanımda olan sevgili Melih amcam, biricik eşim, kızım, annem babam, yakın ailem, hekimlerimiz ve beni yalnız bırakmayan dostlarıma kucak dolusu teşekkürlerimi sunuyorum. Çok şanslıyım.
Liverpool da çok şanslı bir takım. Şampiyon olsun olmasın, taraftarlarının “You will never walk alone” tezahüratı kadar güçlü herhangi başka bir moral desteği olabilir mi?
Üzerinde bu tezahüratı taşıyan t-shirtler basılan ve geniş bir hayran kitlesi olan Yedikule Hayvan barınağındaki Çiço da çok şanslıydı. Son yıllarında yalnız yürümedi. Bizim bildiğimiz anlamda yürümek de denemez buna aslında. Daha bebekken ‘köpek’ sözcüğünü küfür olarak kullanan, kendine insan diyenler tarafından tekmelenerek beli kırıldı. Belki de ilahi bir tesadüf sonucu Fatih Belediyesi Yedikule Barınağı’ndan Meral ve Arzu Hanımlar gibi altın kalpli insanlar, kendisini barınağa getirip baktı. Tüm uğraşlara rağmen kendi başına yürüyecek hale gelemeyen Çiço, yürümesi için takılan tekerlek ayak ile hareket etmeye başladı. Dışarıda kendisinin varlığından bile habersiz, haberdar olsa da “sakat ve çirkin” deyip umursamayacaklar yerine sayıca daha az kendisini tam da olduğu gibi seven bir hayran kitlesine bile ulaştı, diğer arkadaşlarıyla koştu eğlendi. Çiço meşhur değildi, cins veya “marka” bir köpek değildi. İnsanlar tarafından daha küçükken beli kırılmış, yürümekte bile zorlanırken azmi ve az ama öz sevenlerinin sevgisi ile hayata sarılmıştı. Aynı, eşimin zamanında aynı barınaktan sahiplendiği ve yıllarca bizimle yaşamış olan ve arka bacakları tutmayan Beşiktaş isimli kedimiz gibi. Beşiktaş da ömrünün sonuna kadar pes etmedi. Aramızdan ayrılana kadar ailemizin yeri değişmez bir parçası oldu.
Açıkçası son haftalarda piyasalara nerdeyse hiç bakmadım. Haber okumadım ve izlemedim. Bu benim için bir nevi mental detoks oldu. Şimdi tekrar piyasalara bakmaya başlıyorum. Düşünüyorum da aradan geçen zamanda bir sürü yeni haber ve veri açıklandı. Kim bilir bu haberler ve veriler doğrultusunda ne tumturaklı yorumlar da yapıldı. Kendinden emin uzmanlar, her söylediklerinin nasıl doğru da çıktığını ballandıra ballandıra anlattı. Hiçbirini özlemedim. Bunları söylemek kulağa antipatik gibi geliyor ama gerçek bu. Geçen sene emtia favori varlık sınıfımız dedik, en iyi performansı o gösterdi. Bu sene yine emtia dedik, yılbaşından bu yana en iyi performans gösteren varlık sınıfı oldu. En iyi performans gösteren hisse senedi sektörü de emtia. Altın ve özellikle altın madencileri dedik, görebildiğim kadarıyla o da güzel gidiyor. Özellikle madenciler diyen başka kişi ve kurum var mıydı? Bunun bir önemi var mı? Yok mu? Yoksa her şey görüntü ve imaj mı?
2020 sonunda 2021’in konusu enflasyon olur dediğimizde bu görüşün alıcısı yoktu 3 ay sonra piyasalarda enflasyon fiyatlaması başladı her yerde ve her zaman enflasyon konuşulur oldu. Birkaç ay önceden bu yana stagflasyona dikkat çekiyoruz. Döndüm bir de ne göreyim? Biriken maillerimin büyük çoğunluğundaki konu stagflasyon. Peki bunun bir önemi var mı? Sizce yok mu? Yok ise başka ne önemli olabilir? Yatırım yaparken amaç eğlenmek veya heyecan duymak ise durum farklı. Veya çok fazla uzman yorumu dinlediğimizde kendimizi daha güvende hissediyor da olabiliriz. Hadi, ona da eyvallah.
Stratejik görüşlerde güncellenmeyi gerektirecek bir şey henüz görmedim. Ana hatlar aynen geçerli ama ince ayar gerekir mi önümüzdeki günlerde buna daha detaylı bakacağım. Çoğu zaman ana hatlara yani trendlere odaklanmak çok daha doğrudur. Ama yine de “daha çok veri daha iyi sonuç yanılgısı içinde” birçok insan kendilerini bilgi ve veri bombardımanına bilerek ve isteyerek maruz bırakıyor. Çok ilginç. Yani belirsizliği tamamen yok edemeyeceğimiz kabul edemiyoruz ve çareyi daha iyi hissedebilmek adına güven uyandıran markalarda arıyoruz. “Şu otorite/ guru ne düşünüyor, yabancılar ne düşünüyor, yabancı raporunda ne yazıyor?” vs. Bunların cevabını bilmiyorum, çok da umursamıyorum. Bildiğim ve umursadığım stratejik görüşlerimiz, şu ana kadar gayet iyi gidiyor ve değiştirmek için bir neden görmüyoruz.
Muhteşem görünümlü safkan kurt köpekleri, marka çoban köpekleri tarafından korunan koyunlar da yürüdükleri yolda kendilerini daha güvende hissediyor. Belki de çoban, coşkuyu artırmak için ‘‘You will never walk alone’’ şarkısını çalıyor yol boyunca. Evet bu marka çoban köpekleri, koyunları kurtlardan koruyor. Fakat çobandan ve daha önce nakit karşılığı iyi bir iskonto veren kasaptan koruyacak mı? Yoksa onlar koyunların değil, kendilerini besleyen çobanın mı çıkarını kolluyor?
Çiço gibilerinin markası yoktur veya safkan değildir. Sokak köpeği onlar, zaten belleri kırılmış. Kendilerine sevgi gösterenlere hayat boyu müteşşekir kalırlar. Az da olsa sevenleri ile güzel vakit geçirirler. Kimlerle yürüdüklerine çok dikkat ederler, daha da önemlisi nereye yürüdüklerine bakarlar. Bu yolda samimi ve iyi niyetli olarak yürüyecek olanlara hayat tecrübelerini, yaptıkları hataları ve tavsiyelerini aktarırlar. Yine de büyük çoğunluk, kendini güvende hissetmek ister. Belirli bir düzen olmalı, bu düzenin güçlü bekçileri ve çobanları olmalı. Sürü komut duymak ister, kesinlik ister. Böylece çoğunluk kendini güven hissi için sürünün sevilen bir üyesi olarak çobanının kulaklarına fısıldadığı hoş şarkılar içinde kasabın bıçağına doğru semire semire ilerler. Arka planda ise Wagner çalıyordur. O sırada Çiço sevenlerden biri ise endişe ve korkularını azaltmak için neredeyse aralıksız City of the Light grubunu ve Bach dinliyordu.
Tabii Çiço’ların hikayesini pek kimse bilmez ama aradan yıllar da geçmiş olsa Lassie deyince milyonlarca insanın aklına aynı adlı bir köpeğin insan ve hayvan dostlarıyla yaşadığı maceraları konu alan dizi gelir. Lassie, insanların kendilerini daha iyi hissetsin diye oluşturulmuş bir yapım, ki amacınız güzel vakit geçirmekse bunda sıkıntı yok. Çiço’yu izlerken , çoğunluk muhtemelen görüntüsünden dahi rahatsız olup hoş vakit geçirmez, Çiço, belki “hiç kimse” ama paylaşabileceği üzücü, neşeli ama hepsi gerçek anıları vardı. “Gerçek ısırır” der ecnebiler. Lassie’nin aksine Çiço gerçekti ve kendisine kötü davrananları da ısırırdı, yani o kadar da dürüsttü.
Tercihler tercihler... Yuval Harari okuyup gelecekte hastalık veya işsizlik kalmayacağı için en büyük sorun artık çalışmak zorunda olmayan insanların nasıl eğleneceğini düşünerek iyice mayışabilirsiniz veya Fernando Solanas’ın işsizlik ve açlık içinde normalde ekranlarda görmeyeceğiniz isimsizlerin ve hiçkimse olan gerçek kahramanların öykülerini anlatan Hiç Kimselerin Onuru (La dignidad de los nadies) isimli çarpıcı belgeseli izleyip rahatsızlık, üzüntü ve utanç gibi hisleri gerçek manada yaşayabilirsiniz. Biri illa ki doğru, diğeri yanlış da değil. Tavşanın Alice’in “hangi yolu takip etmem lazım?” sorusuna verdiği cevap “bu nereye varmak istediğine bağlı” idi.
Birkaç doktor ziyaretine totem olsun diye üzerimde Çiço sweatshirt’u ile gittim. Çiço hep yanımda olan ve köpekleri de çok seven amcam Melih Berk’in “Hiçkimsenin Anıları” kitabında anlattığı anıları hatırlattı nedense. O anılarda hiç hata yapmamış, müthiş fantastik başarılar, iyilik ve cömertlik içinde geçmiş, kuş sütünden yeni çıkmış kar beyazı kaşıklar ve çok önemli müthiş şahsiyetlerin anıları yerine gerçeklerin samimi ifade edilmesini içeriyor.
Kelebek kadar, ömrümüz var
Sevmek lazım, hemen başlayalım
Kaybedecek, daha neyimiz var
-Redd –“Nefes Bile Almadan
“Kendini kendi alevlerinde yakmak istiyor olmalısın: Önce kül olmadan nasıl yeni olmak isteyebilirsin ki?”
-Friedrich Nietzsche
The Reds yani Liverpool’un amblemi kendi küllerinden doğan kırmızı anka kuşlarıdır ve en ateşli tribünü 1905 yılında liman işçileri tarafından kurulmuş olan Kop’tur. Bu sloganın gerçek hayatta en çok yakıştığı canlılardan biri de Çiço idi. “Düşene bir tekme de sen vuracaksın” anlayışına inat tekmeleri göğüsledi, bedeni sakatlandı ama kuyruğu hep dik tuttu. Reds ve Çiço gibiler kendi küllerinden elbet tekrar doğar ama hepimizin yalnız geçmek zorunda olduğu o son kapıya kadar hiç kimse yalnız yürümeye mecbur olmamalı. Önemli olan birlikte yürüdüklerimizin ismi, markası veya imajı değil yüreği, niyeti ve samimiyeti.