Cepheleşmede iki kilit ülke; Rusya ve Hindistan
Uluslararası arenada taşlar yerine oturmaya başladı.
ABD ve müttefikleri, yükselen Çin’e karşı “yeni cepheyi” Hindistan üzerinden açıyorlar.
Washington’da bugünlerde “yükselen değer”- Tıpkı Obama’nın Amerikan Başkanlığı döneminde ılımlı İslam ve Büyük Ortadoğu Projesi için “yükselen değerin” Türkiye’deki AK Parti hükümeti olması gibi- Hindistan.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın taleplerine rağmen eylülde New York’taki BM toplantılarında “ayaküstü bir görüşme” bile yapmayan ABD Başkanı Biden, aynı dönemde Hindistan’ın popülist ve Hindu milliyetçisi Başbakanı Modi’yi Beyaz Saray’da ağırlamıştı.
ABD Dışişleri Bakanı Blinken ise yine eylülde Hindistan, Japonya, Avustralyalı mevkidaşları ile “dörtlü toplantı” yapıp, Çin’e karşı Asya-Pasifik’te oluşturulan ittifakın ilk adımlarını atmıştı.
HİNDİSTAN’IN S-400 ALIMI VE WASHINGTON’UN TAVRI
Ancak Hindistan’ın Washington için ne kadar önemli olduğu asıl S-400 füze alımında ortaya çıktı;
Tıpkı Türkiye gibi, Hindistan da Rusya’dan S-400 füzesi satın aldı.
Türkiye’ye bu alım nedeniyle CAATSA yaptırımı uygulayan, başından beri içinde olduğu F-35 savaş uçağı projesinden atan Washington yönetiminin, Hindistan’a aynı sert tavrı göstermeyeceğinin işaretleri gelmeye başladı.
İlk adımı, Türkiye söz konusu olunca aleyhteki her türlü kararı/yasayı neredeyse dörtte üç çoğunlukla alan ABD Senatosu attı; Amerikalı Senatörler, Hindistan, Avustralya ve Japonya’nın içinde bulunduğu dörtlü ittifak ülkelerinin, Rusya’dan silah almaları halinde CAATSA’dan “muaf tutulmaları” için yasa tasarısı hazırladı.
Senato’daki tasarı –Amerikan Savunma Bütçesi’ne eklenmesi planlanıyor - Hindistan’ın S-400 alımını doğrudan ilgilendirir nitelikte.
Ancak işin bir de Rusya yönü var; Washington’da son dönemde Rusya’ya yönelik işbirliği hamleleri de gözler görünür şekilde artmaya başladı.
RUSYA CEPHELEŞMENİN HANGİ TARAFINDA DURACAK?
Rusya’nın Çin-ABD çekişmesinde hangi tarafta duracağı, yeni “Soğuk Savaş” içinde hangi tarafın öne çıkacağını da belirleyecek.
Bu nedenle Washington yönetiminin Rusya’yı “kazanmak” için son dönemde art arda attığı adımlar da dikkat çekici;
- Afganistan konusunda Rus-ABD işbirliğinin temelleri atılıyor;
ABD ve müttefiklerinin Afganistan’dan çekilmesi, ülkeyi Taliban’ın kontrolünde tam anlamıyla bir kaosa bıraktı. Bu durum, kendi içindeki ayrılıkçı Müslüman hareketleri zor kullanarak bastırmış olan Rusya’yı tedirgin ediyor. Bu tedirginliği kullanan Washington yönetimi ise, Moskova ile Afganistan özelinde “işbirliği” arayışına girdi.
Eylül ayında ABD ve Rusya Genelkurmay Başkanları Helsinki’de bir araya geldi. Görüşme masasının en önemli konusu, ABD’nin Afganistan’ı izleyebilmek için Rusya’nın Orta Asya’daki askeri üslerini kullanma izni istemesiydi. İşin ilginci, sızan haberler Moskova’nın bu teklife çok soğuk yaklaşmadığını gösteriyor.
- Hindistan’ın S-400 satın alımının CAATSA yaptırımlarından muaf tutulması da Rusya’nın elini rahatlatacak bir hamle;
Üstelik ABD Senatosu’ndaki tasarıda, sadece Hindistan’ın değil, Dörtlü ittifakın diğer ülkeleri Japonya ve Avusturya’nın da yaptırım kapsamı dışına çıkarılması, Rusya için bu ülkeleri yeni silah pazarları haline de getirebilir.
- CIA Başkanı Burns hafta başında Moskova’ya gidip, Rus istihbarat yetkilileriyle bir araya geldi.
Böylesine kritik bir temas Rus-ABD ilişkilerinde pek görülür bir olay değil. Bunda, Burns’ün daha önce ABD’nin Moskova Büyükelçisi olarak görev yapmasının da etkisi var. Washington yönetiminin, Rusya’yı en iyi tanıyan ve izleyen bürokratını, CİA Başkanı’nı, Moskova’yla iletişim için sahaya sürmesi, ABD’nin Rusya ile “sorunsuz bir döneme geçişe” ne kadar önem verdiğinin de göstergesi.
- İşin bir de İsrail boyutu var;
ABD’nin en kritik müttefiki İsrail de Rusya’yı Çin’den uzaklaştırmak için hareketlenmiş durumda. İsrail Başbakanı Bennett’in geçen ay Soçi’de Rus Lider Putin’le yaptığı görüşmede Suriye’nin yeniden inşası ele alındı. Görüşmenin en ilginç kısmı ise, Putin’in İsrail Başbakanı’ndan ABD üzerindeki etkisini kullanıp, Suriye’nin yeniden inşa sürecinde Rus firmaların “Amerikan yaptırımlarından muaf tutulmasını” sağlamasını istemesiydi.
ANKARA’NIN “DENGE POLİTİKASININ” SONU
ABD ile Rusya arasındaki bu yakınlaşma, AK Parti hükümetinin özellikle son 5 yıldır izlediği ABD-Rusya rekabetini kullanarak, dış politika yürütme sürecini de baltalayacak gibi görünüyor.
Nitekim New York’ta ABD Başkanı Biden’dan randevu alamayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, hemen ardından gittiği Soçi’de de Ruslar’dan umduğu işbirliğini bulamamış olması bunun işareti.
Roma’da, Türk tarafının uzun ısrarları sonucunda gerçekleşen Erdoğan-Biden görüşmesinden de yine beklediğini bulamadı AK Parti hükümeti. Bu durum, artık Washington yönetiminde Ankara’nın “ABD olmazsa, Rusya’ya yanaşırız” mesajlarının ciddiye alınmadığını net şekilde gösteriyor.
Tüm bunların iç politikaya yansıması ise Erdoğan yönetimi açısından pek hoşnut edici değil;
Uluslararası camianın, anketlerde artık muhalefetin gerisine düştüğü iyice ortaya çıkan AK Parti hükümetine, yeni bir seçim kazanmadan kredi açmayacağı söylemek yanlış olmaz..