Cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla örülmüştür
İngilizce ‘The road to hell is paved with good intentions’ Türkçesi ‘Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir’ diye bir deyiş vardır. Deyişin ilk versiyonunun ‘Cehenneme giden yol, iyi niyetle döşenmiştir’ olduğu sanılıyor. Deyişi kimin bulduğu bilinmemekle beraber oldukça eski olduğu muhakkak. 17. yüzyıldan kaldığı kabullenilir. Oldukça sık kullanılan bu deyiş iyi niyetlerle yapılan bazı düzeltmelerin sonuçlarının düzeltmeye çalıştıkları işten daha beter çıkması üzerine söylenir.
Yaptığımız işlerin, aldığımız kararların olası sonuçlarını iyi düşünerek ona göre hareket etmemiz gerektiğini söylemeye herhalde gerek yok. Buna rağmen öyle kararlar alınıyor öyle işler yapılıyor ki herkesin bu öneriye riayet ettiğini söylemek vallahi zor.
Bakın size meşhur bir örnek: Çin’in kurucusu Mao’nun ‘İleriye Dönük Büyük Sıçrama’ programının bir parçası olan ‘Dört Haşere’ projesi. Evet, doğru okudunuz ‘Dört Haşere.’ Projede adı geçen haşereler sivrisinekler, karasinekler, fareler ve serçeler. Projenin hedefi ise ‘çok iyi niyetli’: Pirinç üretimini olumsuz etkileyen sineklerin, farelerin ve serçelerin Çin’de kökünü kazıyarak bu sorunu çözmek. Projenin uygulamaya konulması sonucu 23 milyon kuş öldürüldükten sonra beklenmedik bir şey oluyor. Birdenbire ortaya böcek sürüleri çıkıyor. Peşinden çekirge istilası ve onun peşinden sümüklüböcek salgını. Kuşların kökü kazınmamış olsa bunları yiyecekler ama ortada kuş kalmamış. Bu ekolojik felaket 1958-1961 arası görülen ve 20-45 milyon Çinlinin açlıktan ölmesine yol açan kıtlığın nedenlerinden biri olarak tarihe yazıldı. Bir yıl sonra Çin Sovyetler Birliği’nden kuş ithal ederek sorunu çözmeye kalktı ama zamanın komünist liderleri projeyi büyük bir başarı olarak lanse etmeyi bırakmadılar.
1919 yılında ABD Hükümeti suç oranının azaltma ve alkol tüketimiyle ilgili diğer sorunları çözme amacıyla adına kısaca ‘yasak’ denilen bir program başlattı. Niyetler iyiydi. Alkol ve alkollü içki satılmayacak bunun sonucu insanlar içip içip suç işlemeyeceklerdi. Sonuçlar tedavinin hastalıktan beter olduğunu gösterdi. Yasak kalktı ama ABD 10-13 sene mafya ile uğraştı.
1970 senesinde kedi-balığı üreticileri sudaki yosun ve plankton ile beslenen ve ‘Asya Sazanı’ olarak bilinen bir balığı havuzları temiz tutarak daha sağlıklı kedi-balığı üretecekleri umuduyla çiftliklerine saldılar. Elli kiloya kadar büyüyebilen ve saldırgan bir balık olan sazanlar çiftlik duvarlarından atlayarak, bazen kazalara sebep olarak yerel-yerli balıkları imha ederek çiftliklerin bulunduğu Mississippi ve Ohio nehirlerini istila ettiler ve kuzeye Büyük Göller bölgesine kadar sarktılar.
Ülkelerin uyuşturucu maddelere karşı açtıkları savaş bir başka örnek. Görüldüğü kadarıyla uyuşturucuyla mücadele milyarlarca dolarlık uyuşturucu ticareti baronları ve aynı derecede para harcayan narkotik polis teşkilatları yaratmaktan başka bir işe de yaramıyor. Birçok uzman dünyada artan uyuşturucu satışı-kullanımı ve bununla ilgili suçların artmasının nedenini ülkelerin uyuşturucuyla mücadelesine bağlıyor.
Ruh ve akıl hastalıklarıyla mücadelede trans yörünge lobotomisi kullanımı mucidine Nobel Tıp ödülü kazandırdı. Ruh ve akıl hastalıklarının zarar görmüş beyin hücreleri nedeniyle ortaya çıktığı, bu hücrelerin ameliyatla alınarak hastanın tedavi edileceği inancına dayalı bu tekniğin yarattığı sonuçlar seneler sonra anlaşıldı ama birçok insan da sakat kaldı. Lobotomiciler hızlarını alamadılar 1998 yılında İsveç'in resmi SVT televizyonundaki bir yayında beynin bir kısmının kesilip çıkarıldığı lobotomi ameliyatı geçiren kişilerin, ‘komünistlikten’ ve ‘eşcinsellikten’ vazgeçtiklerini iddia ettiler.
Niyetlerin iyi, iyi niyetlerle başlatılmış işlerin sonuçları o kadar kötü olabiliyor ki, yazar Vikram Seth’in ‘A Suitable Boy’ kitabında geçen “God save us from people who mean well-Tanrı bizi iyi niyetlilerden korusun” deyişi en az “Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir” deyişi kadar popüler hale geldi. ‘İyi niyetle’ başlatılmış işlerin hepsi yukarıda örneklerini verdiklerim kadar ciddi değil. Bazıları göreceli olarak önemsiz hatta komik.
1980’li yıllarda büyük bir şirketin ‘iyi niyetli’ patronu üst düzey yöneticilerinden birine kızdı. Kızdığı yönetici o zamanlar şirketin en büyük müşterilerinden birine gönderdiği bir yazıda büyük bir pot kırmıştı. O işletmenin patronu kızgın patronun arkadaşıydı. Patron o şirketle hem kendinden habersiz iletişim kurulmasına hem de iletişimde kullanılan lisan ve içeriğine kızmıştı. Bunun sonucu tüm yetkililere bir memorandum yolladı ve bundan böyle kimsenin ‘kendisinden habersiz ve o görmeden’ müşterilerle yazışamayacağını istedi. Bu hareketinde niyeti iyi miydi değil miydi bilmiyorum ama sonuçları tahmin edebilirsiniz. Neyse, çaresiz bir iki hafta sonra oldukça büyük sıkıntılardan sonra bu karar iptal edildi.
Neden “Tanrı bizi iyi niyetlilerden korusun” veya “Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir” deyişleri popüler oluyor? Bunun cevabı belli ve işi karar vermek olan yöneticilerin bu cevabı iyi bilmesi gerekir. İşi karar vermek olan ve bu konuda yetkileri olan yöneticilerin önemli bir sorunları vardır: Cahilin cesareti. Çoğumuz yetkiyle yeteneği kolaylıkla karıştırabiliriz.
Şimdi Mao’nun yarattığı cehenneme bir bakalım. Bugün bırakınız çevrecileri lise öğrencilerine sorsanız size bir çevrede sivrisinek, karasinek, fare ve serçelerin köklerini kazımanın sakıncalı sonuçları olabileceğini size anlatabilirler. Eminin 1950’li yıllarda bile çevreyle bu denli uğraşmanın muhtemel sonuçlarına ilişkin bilgi eğer Çin’de yoksa bir başka yerde mutlaka vardı. Mao’nun niyeti iyi olabilirdi ama yapılacak işin seçim ve tasarımı konusunda bilmediği bir işe karıştığı ortada. Tanrı o yıllarda açlıktan ölen milyonlarca Çinliyi bu ‘iyi niyetli’ kişiden korumamıştı.
Tanrı benzer şekilde yaşamlarının Mississippi ve Ohio nehirlerinden ve Büyük Göller Bölgesi’nden kedibalığı avlayarak kazanan balıkçıları suyu temiz tutacağız diye kedi balığı havuzlarına Asya Sazanı atan balıkçılardan, hapishanelerde yıllar boyu yatan marihuana kullanıcılarını “bu uyuşturucu maddedir” diye yasaklayan politika tasarımcılarından, yüzlerce insanı onları lobotomi yaparak yaşam boyu sakat bırakanlardan da korumamıştı.
Ben görmeden bu şirketten yazı çıkmayacak diye tamim gönderen patrondan Tanrı’nın korumasına gerek kalmamıştı ama eğer kararlarımızın sonuçlarını iyi irdelemezsek sonuçlarının çoğu kez istemediğimiz yere gittiğini görmemiz kimseyi şaşırtmayacaktır. Özellikle kompleks sistemlere yapılacak her müdahalenin ben yaptım oldu, çalışmazsa düzeltiriz diyerek ince eleyip sık dokumadan yapılmasının sonuçları her zaman kötü olmuştur.
İktisatçı Adam Smith daha 1819 yılında kompleks sistemlere yapılan müdahalelere örnek olarak verdiği ‘The law of unintended consequences- istenmeyen sonuçlar kanunu’ başlıklı yazısında adeta Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir deyişine bir örnek veriyordu. Verdiği örnek Avustralya’da alkol tüketimini azaltmak için içkilere yapılan zamdan sonra alkol tüketiminin %10 artması üzerineydi.
Aslında konu o kadar çapraşık değil. Bir sorunun cevabını verirsek olay basitleşecek. Cevaplamamız gereken soru şu: İyi niyet kötü kararların mazereti olarak kabul edilebilir mi? Bana sorarsanız yöneticilik makamında oturan herkes iyi niyetlidir. Tabii iyi niyetli olacak. Kötü niyet çoğu kez zaten suçtur ve kötü niyetliler hesap vermelidirler. İyi niyetli ancak kararlarının sonuçlarını iyice irdelemeden uygulamaya geçen yani cahilin cesaretiyle hareket edenler de sorumluluklarını yüklenmek zorundadırlar.
Ben şahsım adına eğer görürsem “Efendim niyetiniz beni ilgilendirmez. Sayın Mao çok büyük işler başardınız. Saygısızlık etmek istemem ama sonunu düşünmeden uyguladığınız projenin de etkisiyle 25 milyon Çinli açlıktan öldü. Bunun hesabını vermelisiniz” demek isterim.
Mao ile tanışmak fırsatı olmadı. Hala tanışmak fırsatı olabileceğine inandığım biri var ama. 1974 yılında ABD’de doktoramı tamamlamama çeyrek kala bir filim seyretmiştik: Ekim’in Füzeleri-Missiles of October. Konu ABD ile SSCB arasındaki Küba krizi. Filmin bir yerinde ABD Başkanı Kennedy Sovyetler Birliği Başkanı Kruşçev’e “Küba’dan bu füzeleri sökmezsen o adayı denize gömerim” diye bir tehdit savuruyor: Kruşçev de cevap olarak “Türkiye’yi haritada ararsın” diye cevaplıyor. Bre aman! Biz ABD ile SSCB birbirine girecek diye bakarken meğer ipin ucunda Küba ile biz varmışız. Filim İngilizce tabii. Neyse doktora bitti Türkiye’ye döndük. 80’li yıllar ülkenin ulusal çıkarları pik yapmış televizyonda Ekimin Füzeleri Türkçe dublajlı oynuyor. ABD Başkanı Kennedy Sovyetler Birliği Başkanı Kruşçev’e “Küba’dan bu füzeleri sökmezsen o adayı denize gömerim” diye bir tehdit savuruyor: Kruşçev de cevap olarak “İtalya’yı haritada ararsın” diye cevaplıyor. Anlaşılan ülkemizin uluslararası çıkarlarını düşünen biri sayın halkımızın ipin ucunda olduğumuzu öğrenmesini sakıncalı bulmuş. Dublajda Türkiye İtalya olmuş. Gerçekten bu sözde uyanıklığa çok üzülmüştüm. Bu tercümeyi yapan kimseyi bulup sormak isterim: “Efendi bu kararı verirken el âlem hakkımızda ne düşünür?” diye hiç düşünmedin mi?” diye.
Şimdi bazı okurlarım merak ediyorlardır “Hocaya geldiler herhalde. Bu konuya nereden girdi?” diye. İyi sıhhatte olsunlar gelmediler ama okuduğum haberlerden çıkardığıma göre iyi niyetli sağlık bakanımızın “Bilelim ki, salgınla mücadele sürecinde, devletimiz, halkının sağlığı kadar, ulusal çıkarlarını da korumaktadır. Çünkü salgın hayatın bütün alanlarını etkilemektedir. Mesuliyeti olmayan bazı kişilerin tenkitleri, fotoğrafın bir noktasına mercekle bakıp, leke aramaktan farksızdır” diyerek Türkiye’deki hasta sayıları konusunda kullanılan tanımı değiştirmesi üzerine İngiltere’nin bize 20 Temmuz 2020 tarihinde açtığı turizm koridorundan çıkarması haberi geldi. Yani İngiltere Türkiye’ye turist gelmesi halinde karantina uygulamasına geçeceğini açıkladı. Turizm sektörümüz zaten çok iyi durumda değil. İngiltere bizim iyi müşterilerimizden.
İyi niyet iyi de bu pekiyi olmadı. Sanıyorum karar almadan muhtemel sonuçlarını aklı erenlerle tartışaydık iyi niyetimiz iyi kararlarla süslenirdi. Yanlış anlaşılmasın ben tıp doktoru değilim ama uluslararası tanımların iyi niyetimize binaen değiştirilmesinin pek de olumlu sonuçlar doğurmayacağını bilirim. Şimdi bize İngiltere’den ya hiç turist gelmeyecek veya gelenlerin sayısı çok azalacak.
İngilizlerin bizi ‘emniyetli’ ülke listesinden çıkarmasının başka turist gönderen ülkeleri etkilemeyeceğini varsaysanız bile bize yılda 2.5 milyondan fazla turist gönderen İngiltere’den gelir kaybımız adam başı 700 dolar olacak. Gelmeyecek İngiliz sayısıyla çarpın zararımızı hesaplayın. Turizm işletmelerine kolay gelsin. Şimdi iş yerleri ve temsilcilerinden dinleriz sektöre destek verilsin diye.
Sağlıcakla kalın.