Cansız bir toparlanma
Tam bir sene önce Türkiye ekonomisindeki toparlanmanın “U mu, V mi?” şeklinde olacağı üzerine bir yazı yazmış ve sonuçta toparlanmanın uzun bir “U” şeklinde gerçekleşmesini beklediğimi ifade etmiştim. Bu uzun “U”nun ortasında “V” şeklinde daha kısa süreli dipler yaşama olasılığından da söz etmiştim ki, nitekim 2019’un 1 ve 2. çeyrekleri böyle dönemlerdi. Şimdi ise 3. çeyrekteki yüzde 0.9 büyümeden sonra son çeyrekte yüzde 3.5 - 4 civarı bir büyümeyle seneyi çok az da olsa pozitif büyüme ile kapatacağız. Ancak, henüz ekonominin “U” formasyonundan çıktığını söylemek için çok erken. Görünen o ki, 2020’de bu “U”nun tabanında seyretmeye devam edeceğiz. Her ne kadar baz etkisini de dikkate aldığımızda, “istatiksel” olarak yüzde 4 civarında bir büyüme sağlanacaksa da, bu büyüme hızı, ekonomik aktörleri kaba tabiriyle “kesmeyecektir.”
Daralma geride kalmasına ve alınan tedbirlerle kamu bankaları önceliğinde kredilerde son dönemde belirgin bir ivmelenme yaratılmış olmasına rağmen, genel olarak piyasalarda işlerin kriz öncesi dönemdeki canlılığına kavuşamadığı şeklinde bir görüş hakim. Özellikle daha önceki krizlerden çok çabuk çıkabilmiş bir Türkiye ekonomisini tecrübe etmiş olan işadamları açısından bu durum oldukça beklenmedik. Üstelik bu ruh hali ekonomik daralmada en kötünün geçtiği ve yavaştan da olsa (en azından istatistiklerde ) toparlanma emarelerinin görüldüğü bir dönemde görülüyor.
Böyle bir cansız toparlanma döneminden geçiyor olmamızın pek çok sebebi var. Ancak ana sebep yatırım harcamalarındaki zaafiyet. Son milli gelir rakamlarının da teyit ettiği gibi yatırım harcamaları bir türlü Türkiye ekonomisini hızlı büyüme eksenine çekecek seviyelere çıkamıyor. Bir taraftan siyasi ve ekonomik gelişmeler, diğer taraftan hukuk ve düzenlemelerde devam eden belirsizlikler yatırımları sekteye uğratmakta. Son 5 çeyrektir ortalama olarak yüzde 13 azalmakta olan makine ve teçhizat yatırım harcamaları karşısında hiçbir idare lakayıt kalamaz, kalmamalı.
Açıkçası yatırım problemini çözmenin yolu bugünlerde yapılmaya çalışıldığı gibi faizleri hızla düşürerek, kredi verme konusunda bankaların boğazını sıkmak değil. Bu sadece saman alevi gibi geçici bir canlanma sağlayacak, akabinde, yatırım ortamı düzeltilmediği takdirde daha büyük sorunları beraberinde getirecektir. Zaten, kredi artışına baktığımızda da bunun ağırlıklı olarak tüketici kredilerinden kaynaklandığı görülüyor. BDDK verilerine göre, haziran-kasım arasındaki 5 ayda tüketici kredileri yüzde 12 artarken, orta ve uzun vadeli TL ticari kredilerdeki artış yüzde 7.5’ta kalmış.
Bir ekonominin sağlıklı ve güçlü bir şekilde büyümesinin tek bir parametresi vardır: Verimliliğin istikrarlı bir şekilde artması. Diğer bütün göstergeler (büyüme, enflasyon, işsizlik vs.) esasında sebep değil, sonuçtur. Siz büyümeyi yüzde 5, ya da işsizliği yüzde 8 yapayım diye yola çıkmazsınız ya da çıkmamalısınız. “Ekonomideki verimliliği nasıl artırırım?” diye yola çıkmalısınız. Verimlilik arttığı zaman zaten büyümede, işsizlikte ve hatta enflasyonda hedeflediğiniz yerlere gelirsiniz. Verimlilik ise ancak ve ancak yatırımları artırarak sağlanır. Bu bağlamda, mutlaka yerli ve yabancı büyük sermayeyi harekete geçirecek yatırım ortamını tesis etmemiz gerekiyor. Biz ise hâlâ tedirginlik veren, belirsizlikleri artıran ve dolayısıyla da yatırım ortamını zedeleyen icraatlarla vakit kaybediyoruz.
(Bugüne kadar devlet eliyle o kadar fuzuli yatırımlar yapıldı ki, bütün eksikliklerine rağmen TOGG girişimi bu konuda doğru bir adım sayılabilir – özellikle Ar-Ge’ye ağırlık verilecek ve batarya teknolojisinde özgün çözümler üretilebilecekse. Sonuçta, uzun süre tek başına ayakta kalabilecek bir yatırım olmasa bile, ekonomide pozitif dışsallıklar yaratacaktır.)