Canlanma henüz “sürdürülebilir” gözükmüyor
Bu hafta başı 2 önemli veri açıklandı. İlki 3. çeyreğe ilişkin GSYH verisiydi. Yüzde 0.9’luk büyüme rakamı beklentiler dahilinde geldi. Alt kalemlerde de fazla bir sürpriz olduğu söylenemez. Faaliyet kollarına göre baktığımızda, tarımın yüzde 3.8, sanayinin yüzde 1.4, hizmetlerin ise yüzde 0.6 arttığı görülüyor. Öte yandan, inşaat sektörü yüzde 7.8 daralma göstermiş bulunuyor. (Bu 4 sektör toplam milli gelirin yaklaşık üçte ikisini oluşturmakta.)
Harcamalara baktığımızda ise hanehalklarının tüketimlerini yüzde 1.5 artırırken, asıl ivmenin yüzde 7.0 ile kamu tüketim harcamalarından geldiğini görüyoruz. Uzun zamandır kamu ekonomik devinime katkı vermekte. Yatırım harcamalarındaki yüksek oranlı azalma ise devam ediyor. Üst üste 5 çeyrektir gerilemekte olan yatırımlarda bu dönemdeki azalma yüzde 12.6. Bu da önümüzdeki dönemlerde Türkiye’nin üretim potansiyelinin düşük kalması anlamına geliyor.
Önemli bir başka istatistik ise mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış rakamlarla GSYH’nin bir önceki çeyreğe göre ne kadar büyüdüğünü gösteren rakamlardır. Son 3 çeyreğe baktığımızda bir önceki çeyreğe göre büyümenin 1.7, 1.0 ve 0.4 olduğunu görüyoruz. Bir toparlanma var, ama görüldüğü gibi her çeyrek bu toparlanmanın ivmesi azalmakta. Bu rakam dizisini bir sayı örüntüsü olarak kabul edersek bir sonraki rakamın -0.1 olması gerekiyor. Tabii ki, bu bir örüntü değil, ve kredilerdeki ivmelenme ile de birlikte son çeyrekteki rakam artılarda oluşacaktır.
Senenin tamamında YEP’te tahmin edildiği gibi yüzde 0.5 büyüme olması için son çeyrek büyümesinin en az yüzde 5.0 olması gerekiyor. Salt baz etkisi nedeniyle (geçen sene 4. çeyrekte 2.8 daralma yaşamıştık) bu mümkün olabilir. Ancak elimizdeki öncü göstergeler (KKO ve PMI rakamları) bunun üzerinde bir büyüme oranı da beklememek gerektiğine işaret etmekte. Diğer bir öncü gösterge olan elektrik tüketim rakamları da bir canlanma belirtisi göstermiyor. Ekim-Kasım’da ihracat yüzde 0.1 artarken, ithalattaki artış ise yüzde 8.5 oldu. Bu da 4. çeyrekte dış ticaretin büyümeye eksi yönde katkısı olacağını gösteriyor.
Bu haftanın diğer verisi enflasyon oranları idi. Beklentilerin altında gelen aylık TÜFE sayesinde 12 aylık enflasyon 10.56 oldu. Bu da halihazırda yüzde 14 olan politika faizinin MB’nın Aralık toplantısında 200 baz puana kadar düşürmesinin önünü açmışa benziyor. Bu arada, Mart ayından sonra TÜFE gıda fiyatları ile İTO Geçinme Endeksi gıda fiyatları arasında belirgin bir makas oluşmuş durumda. Tabii ki, biri Türkiye, diğeri İstanbul fiyatları, ikisinin sepeti farklı vs. vs. Ancak son 15 senedir bu 2 endeksin paralel hareket etmiş olduğunu da not edelim. Öte yandan, toplamda TÜFE hesaplamasındaki bu aşağı doğru sapmanın bir kaç puanı da geçmediği kanısındayım.
Enflasyon verileri ile ilgili diğer dikkat çeken bir nokta çekirdek enflasyon verilerinde görülen zıplama oldu. Manşet enflasyon 2 puan artarken, “B” çekirdeğindeki artış 2.3 oldu. Bazıları iç piyasa hâlâ oldukça durgun ve kapasite kullanım oranları düşük kaldığı için, yaratılan iç talebin enflasyona fazla tesir etmeyeceği iddiasında. Ben o görüşte değilim doğrusu. Bir defa yaklaşık 1.5 senedir bastırılmış bir talep var. Düş(ürtül)müş faizlerle birlikte tüketici kredilerinin canlanması mutlaka fiyatlara tesir edecektir. Özellikle üreticinin son 1.5 senedir zarar etmekte olduğunu, düşük maliyetli stoklarının tükendiğini ve eline geçen ilk fırsatta bu zararı kapamaya çalışmak isteyeceğini dikkate aldığımızda.
Başlıkta belirttiğim gibi henüz “sürdürülebilir” canlanmaya geçemedik çünkü kamu desteği devam ediyor (ama nereye kadar?), yatırımlarda yaprak kımıldamıyor, enflasyon ve cari açık ise aşırıya kaçan bir talep gördüğünde her an denge değerlerinden sapabilir.