Cancel culture’dan yeni sosyal medya yasasına
Yeni sosyal medya kanunu yakında TBMM Genel Kurulu’na gelecek. Kanuna göre artık bir tviti, retvit yapmadan önce adeta bir gazeteci gibi doğruluğunu teyit etmeniz gerekiyor. Aksi halde hapis cezası ile karşılaşabilirsiniz. 31 Aralık 2021 tarihli yazımda yeni yıl için “Yeni sosyal medya kanunu çıkarsa en az bir global sosyal medya platformu Türkiye’den çekilecek” tahmininde bulunmuştum. Bu tahmine doğru ilerliyoruz. Bir de madalyonun diğer yüzü var: Sosyal medya kanunu devletin ifade hürriyetine getirdiği son kısıtlardan biri olurken, biz bugün dünyada ve Türkiye’de ifade hürriyetini başka kimler kısıtlıyor bakalım.
Sosyal medya çıkmadan önce demokrasinin problemlerinden biri geleneksel medya patronlarının bilgiyi tekelleştirmesiydi. Klasik örnek İtalya’da medya imparatorluğunu siyasi iktidara dönüştüren Silvio Berlusconi. Sosyal medya çağındaysa, demokrasinin sorunu az değil bol bilgi. Milyarlarca Facebook postu bugün eş seviyede bilgi muamelesi görüyor. Bunların bazıları hakemli bilimsel dergilerdeki yayınların sonuçları, bazıları gazetecilerin aylarca emek verip onlarca kaynaktan teyit alarak yaptıkları haberler, bazılarıysa sahte kimlikle yayın yapan bir ruh hastasının yazdığı yalan ve çoğu zaman maksatlı yazılar. Sosyal medyanın gözünde hepsi aynı.
Biz, sosyal medya kullanıcıları, önümüze düşen her bir postu “doğru mu yanlış mı”, “daha önceden edindiğim evrensel bilgi havuzuma göre bir manası var mı” diye değerlendirsek, bunların içinden doğru olanları seçebilirdik. Oysa insan tabiatı gereği, önce tarafını seçiyor, sonra tarafına uygun bilgileri doğru kabul edip, onları yayıyor. İnsanın rasyonel bir varlık olmadığı, sosyal medya şirketleri de bu gerçeği görüp daha çok beğenilen postları öne çıkararak kutuplaşmayı artırıp kullanıcılarını daha çok içeride tutuyor. Böylece, daha çok para kazanmayı hedefliyor. İşte bu nedenlerle, kendi yarattıkları gerçekliklere inanarak fantezi dünyasında yaşayan bir güruh 6 Ocak 2021 günü, seçilmiş ABD Başkanını indirmek için Amerikan Senatosu’nu işgal edebildi. Yine bu nedenle COVID-19 aşısını icat eden ABD’de aşılanma oranları dünyanın gerisinde kaldı ve 1 milyon kişi bu hastalığa kurban gitti.
Sosyal medyanın diğer bir zararı ise özel hayatın kısıtlanması. Özel hayat hem tüm hayatını sosyal medyaya saçmak zorunda hisseden kullanıcılar tarafından hem de her bir özel konuşma ve yazışmanın her an teşhir edilebilmesi riskiyle kısıtlanıyor. Oysa, her bir vatandaşın kendi özelinde başkalarına karışmadan istediği hayatı yaşayabilmesi liberal demokratik toplumun en temel direğidir. Her şey de her yerde konuşulmaz. İki kişi arasındaki konuşma ile beş kişilik grup arasındaki konuşma, yüz kişiye yapacağınız konuşma ile bir basın açıklaması hem anlatılabilecek şeyler hem de dinleyicilerin algı kapasitesi açısından farklıdır.
Geçenlerde ABD’nin en iyi “Ivy league” üniversitelerinden birinde hoca olan arkadaşımla yemek yedik. “Öğrencilerin ödevlerine geribildirim yapmaya korkuyorum, çok zor çünkü her an cancel edilebilirsin” dedi. Sosyal medyanın doğurduğu “cancel culture” yani “iptal kültürü” nedeniyle artık yapıcı ve dürüstçe fikir açıklamak mümkün değil. İngiltere’de Sussex Üniversitesi’nde lezbiyen hoca Kathleen Stock, ders verirken sadece tek bir ameliyatla cinsiyet değiştirilmiş sayılmaz dedi diye sosyal medya linçine uğrayıp, akademik kariyerini bırakmak zorunda kaldı. ABD’de New York Times’ın 68 yaşındaki bilim muhabiri Donald McNeil, gönüllü olarak katıldığı Peru’daki bir öğrenci gezisinde, Avrupalıların dünyaya egemen olmasının tarihsel nedenlerine dair “Tüfek, Mikrop, Çelik” kitabını “savunduğu” için lise öğrencileri tarafından sosyal medya linçine uğradı. Gazetedeki görevine son verildi. Artık özellikle gençler arasında, sokağa çıkıp dünyayı değiştirmek için gerçek eylemler yapmak yerine, sosyal medyada birkaç tuşa basıp başkalarının ifade hürriyetini kısıtlamak moda oldu. Sosyal medya şirketleri de “alınan beğeni sayısı” ve “trending hashtag” gibi sanal metriklerle kitlelerin bu tembel davranışına çanak tutuyor.
Biraz daha geniş çerçeveden bakınca, son sosyal medya kanunu çıkaran zihniyetle, geçenlerde Ali Babacan’ın üzerini çizip üniversitedeki konuşmasını iptal ettiren zihniyetin, çalışanlarını sosyal medya fotoğrafları yüzünden işten çıkarabilen zihniyetin veya her sızan iç yazışmadan sonra bu markadan alışveriş etmeyin diye sosyal medya linçi başlatan zihniyetin aslında aynı zihniyet olduğunu görebiliriz. Bu ortamda amaç ifade özgürlüğünü kısıtlamak değil, gerçek gazeteciliği destekleyerek bilgi ortamının kalitesini artırmak olmalı. Keşke kanunun koyucumuz sade vatandaşlara profesyonel gazetecilere mahsus yükümlülükler getirmek yerine, yıllardır gazetecilerin emek vererek yayınladıkları haberleri bedavaya dağıtıp ekmeklerini ağızlarından alan ve bu yolla sağlıklı haber kaynaklarını ortadan kaldıran platformların aynı Avrupa’daki gibi gazetecilere telif ödemesini düzenleseydi.