Çalışma saatleri azalırken
Belki hikâyeyi bilirsiniz. Bektaşi’nin başındaki kirli şapkaya bakarak bir adam şöyle konuşmuş: “Erenler, bu şapkayı hiç mi yıkamıyorsun?“. Bunun üzerine Bektaşi “Yıkadım, kirlendi” demiş. Bizim adam bayağı iddialı birisi imiş; üstelemiş. “Kirlensin, varsın. Yine yıkasaydın.” Bektaşi: Yıkadım, yine kirlendi”. Adam “Olsun, yine yıkasaydın” deyince Bektaşi isyan etmiş “Ulan biz bu dünyaya sadece şapka yıkamaya mı geldik?”
Uzun çalışma saatleri altında ezilen birisi de Bektaşi gibi isyan edip, “Ulan biz bu dünyaya sadece çalışmaya mı geldik?” diyebilir. "Diyebilir “ lafı da çok temkinli bir ifade oldu; aslında demiş bile. Şimdi gündemde, üstünde çok konuşulan, hatta bazı ülkelerde uygulamaya da konulmuş “Çalışma saatlerinin kısaltılması” meselesi var.
Zaman içinde çalışma saatleri
Önceki yıllarda insanlar daha bir rahatmış, daha az çalışırlarmış. Örneğin, antropologların araştırmalarına göre “Avcılık ve toplayıcılık” devrinde insanlar günde beş saatten daha az çalışıyorlarmış. Çalışma saatlerinin bu kadar uzaması sanayi devrimi ile olmuş. Öylesine ki, o devrin sanayicileri, işçileri fabrikalarda günde ortalama 12-16 saat ve haftada 6-7 gün çalıştırır olmuşlar. Ancak 20.yüzyılda ekonomik büyüme ve nitelikli işçiye olan talebin artması ile işçi ücretleri artmış. Sendikaların ortaya çıkması ile toplu pazarlık masaları kurulmuş ve işçiler haklarını koruma gücünü elde etmişler. İnsan haklarını koruyucu yasalar çıkmaya başlamış. Bu faktörlerin etkisi ile çalışma saatleri sanayi devriminin ilk yıllarına göre yarı yarıya düşmüş durumda.
“4 Günlü çalışma haftası”
Çalışma saatlerinin zaman içindeki değişimi böyle. “5-günlü çalışma haftası” zaman içinde ülkelerin yasalarına da girmiş. Şimdi ise “4-günlü çalışma haftası “ (4-day work week) gündeme girmiş durumda. Peki, çalışma günlerinin haftada beş günden dört güne inmesinin kime ne faydası var?
Önce çalışan açısından yararlarına bakalım. Çalışanın elinde ekstra bir gün olacak. Kişi bu zamanı gönlüne göre kullanabilecek. Örneğin, ailesi ile daha fazla zaman geçirebilecek; ya da doktor, dişçi randevuları için daha geniş bir zaman yelpazesine sahip olacak; hobilerine zaman ayıracak. Daha az süre çalıştığı için kişinin fiziksel ve ruhsal yıpranması azalacak. Fiziksel ve ruhsal olarak daha sağlam kalacak.
Bunlar çalışanın kazançları idi. Peki, işverenin bu olaydan çıkarı nedir? İşyerine daha rahatlamış, stresi daha az, daha sağlıklı bir çalışan geldiğinde doğal olarak prodüktivitesi daha yüksek olacak. Bir gün daha az çalışıldığından ofis giderleri azalacak. Şirket, çalışma ortamı olarak iş pazarındaki kişilere daha çekici gelecek.
Yukarıda belirtilen yararlar sadece teorik bir tahmin değil. Bu konuda yapılmış denemeler de var. Örneğin, “4-günlü çalışma haftası”nı savunan, kâr amacı gütmeyen, “4 Day Week Global” (https://www.4dayweek.com/) diye bir kuruluş var. Bu kuruluş, Boston College, Oxford, and Cambridge üniversitelerindeki akademisyenler ve Autonomy isimli araştırma grubu (Think Tank) gözetiminde 2022 yılında bir pilot çalışma yapmış. Altı ay süren bu pilot çalışmaya İrlanda, Birleşik Krallık, ABD, Kanada, Yeni Zelanda ve Avusturalya’dan 136 şirket katılmış. Bu araştırmanın sonuçlarına göre katılımcı şirketlerin %36’sının gelirleri artmış; %42’sinde işten ayrılmalar azalmış; %68’inde çalışanların “tükenme” (Burn) sendromu azalmış.
Bildiğiniz gibi, bir işyerinde iki tür sermaye kullanılarak iş yapılır: Fiziksel sermaye ve beşeri sermaye (Human capital). Süreklilik için bu iki sermayenin de korunması gerekir. Yapılan bu çalışmalar gösteriyor ki, bu “4-günlü çalışma haftası” beşeri sermayeyi daha iyi koruyor ve aynı zamanda prodüktiviteyi artırıyor.
Çeşitli uygulama biçimleri
Mevcut “5-günlü çalışma haftası” düzeninde tatil günleri cumartesi ve pazardır. “4-günlü çalışma haftası” düzeninde ise bir günlük ekstra tatilin haftanın neresinde olacağı konusunda değişik senaryolar olabilir. Bildiğiniz gibi pazar Hristiyanlar ve cumartesi ise Yahudiler için kutsal dinlenme günüdür. Cuma da Müslümanlar için kutsal gündür. Örneğin, sözü edilen ekstra tatil günü cuma olabilir.
Ben tam gün çalışmak üzere işe girerken hep yarım gün izni üniversitede ders vermek için şart koşardım. Her dönemde de derslerimi çarşamba günü öğleden sonraya koyardım. Çünkü üniversite benim için çalışma değil, dinlenme gibiydi. Çarşamba, haftanın ortasında güzel bir kaçıştı. Perşembe sabahları işe stresimden kurtulmuş, daha rahatlamış biçimde gelirdim. Ekstra tatil günü, bu şekilde her çalışanın tercihine göre de verilebilir.
Ekstra tatil gününün yeri ne olursa olsun, “100-80-100” şeklinde formüle edilen bir model geçerliliğini korumaktadır. Bunun anlamı şudur: Çalışana ücretinin %100’ü verilecektir. Bunu, %80’lik çalışma karşılığı alacaktır. Ama prodüktivite %100’ün altına düşmeyecektir.
Bir başka uygulama ise, 4/10 biçiminde formüle edilen “Sıkıştırılmış hafta" modelidir. Bunda da haftada 4 gün çalışılacaktır; bu dört günün her gününde 8 yerine 10 saatlik bir çalışma olacaktır..
Türkiye’de durum
Bir dönem proje yaptığım bir eğitim kurumunda öğretmenleri ayda iki cumartesi okula çağırıyorlardı. Ne zaman bu uygulamanın kaldırılmasını gündeme getirsem okulun sahibi “Ders kaygısı ve öğrenciler olmadan öğretmenler cumartesi okulda daha iyi çalışırlar; programlarını hazırlarlar” derdi. Bu uygulamada diretti. Üstelik kendisi de öğretmenlik yapmış bir girişimci idi. Halbuki Ford, 1926 yılında önce fabrikalarında sonra ofislerinde cumartesi günlerini tatil yapmıştı. Örneğin, The New York Times gazetesinde 1922 yılında yayınlanan bir makalede Henry Ford’un oğlu ve şirketin başkanı Edsel Ford şöyle demiş: “Her erkeğin dinlenme ve eğlence için haftada bir günden daha fazla zamana ihtiyacı vardır”. Bizim girişimcinin, aradan 70 yıldan fazla geçmiş olmasına rağmen, daha Fordlar’ın düşünce seviyesine gelememiş olmasına çok üzülmüştüm.
Dünyada çalışma saatlerini düşürme eğilimi ve bunu resmi hale getirme girişimleri sürüyor. Bu konuda ülkemizde de resmi çalışmaların yapılmakta olduğunu duymaktayız. Ancak çalışma saatlerinin düşürülmesi ve esnek çalışmanın yararlarına işverenlerin inanması ve bunu desteklemesi gerekir. Bu da bir vizyon ve kapasite meselesidir. Ne yazık ki, ülkemiz işverenlerinin çoğunun seviyesi bu konuda da dünya standartlarının altındadır.