Çağımızın petrolü veri sağlık getirir mi?
Dünyanın farklı yerlerine gittiğimde orada yaşayan arkadaşlarıma sağlık hizmetlerinden memnuniyetlerini soruyorum. Herkes “Türkiye gibi değil” diyor. Bu performansı kamu üniversitelerinde yetiştirilen sağlık personeline ve yine kamu ağırlıklı yürütülen sağlık hizmet sistemine borçluyuz. Sağlık işini aşırı ölçüde özel sektöre devreden ve bir birim yatırımdan en çok getiri elde etmek üzerine kurulu sistemlerin, ABD gibi ülkelerde, krizler karşısında nasıl yetersiz kaldığını COVID-19 döneminde gördük. Ülkemizde sağlık sisteminin en başarılı olduğu alanlardan biri de dijitalleşme. Peki, elimizdeki dijital sağlık fırsatını dünya çapında işler çıkarmak için kullanabiliyor muyuz?
Yıllar önce Ankara Bilkent’te Sports International isimli spor salonuna giderdim. Gerçekten dünyanın başka hiçbir yerinde bu kadar büyük ve konforlu bir salona gitmek kısmet olmadı. Kapıda 90’ların başında burası inşa edildiği zamanki Amerikan büyükelçisinin şu sözü asılıydı: “Türkiye’de üç mucize gördüm: F-16 uçakları, GAP projesi ve Sports International.” Bence bugün bu listeye “e-nabız”ı da ekleyebiliriz. Son zamanlarda doktora işiniz düştüyse mutlaka eski reçetelerinizi, raporlarınızı veya tıbbi görüntülerinizi telefonunuzdan indirip göstermişsinizdir. Bazı eski nesil doktorlar uygulamayı kullanmayı bilmiyor. Eğer hatırlatırsanız, teşhis için kullanılan veri miktarı bir anda üstel olarak artıyor. Bu sayede birçok işlemi tekrar yaptırmanız gerekmiyor. Nitekim Avrupa Komisyonu’nun 2022’de yayınladığı kamu e-sağlık performansı raporunda, Türkiye 4. sırada çıkmış. Bu listede önümüzde olan Lüksemburg, Estonya ve Malta’nın toplam nüfusunun ise 2,5 milyon olduğunu ekleyeyim.
Sağlık işinde kullanılan veri hacmi çok büyük. Mesela, bir insanın gen haritası 100 bin fotoğraflık veri içeriyormuş. Bu kadar çok verinin etkin biçimde saklanıp işlenebilmesi, veriden değer üretilebilmesi için bulut bilişim hizmetinin kullanılması gerekiyor. Bulut bilişim, veriyi yerinde (mesela hastanedeki bilgisayarda) değil, ayrı bir veri merkezinde tutup, veri üzerindeki işlemleri orada yapıp, gerektiğinde o veriye ulaşabilmek demek. Bunun üç avantajı oluyor: Birincisi sabit yatırım az. Bu hizmeti işiniz düştükçe kullanıyorsunuz. İkincisi, dilediğiniz zaman hızla kapasite artırımı mümkün. Çünkü her hastanenin ayrı ayrı satın alma süreçleriyle uğraşmanız gerekmiyor. Üçüncüsü, ve en önemlisi, bulut bilişim sayesinde farklı kaynaklardan gelen veri beraber tutulup, beraber işlenebiliyor.
“Bir elin nesi var, iki elin sesi var” sözü en çok dijital veri için geçerli. Tek başına hiçbir değeri olmayan veri setleri, başka veri setleri ile birleşince anlamlanıyor. Böylece mesela tek tek hastalar yerine bütün nüfusun hastalık trendlerini takip etmek, buradan bireysel hastaya geri dönüp daha hassas teşhisler koymak mümkün. Aynı hasta için, normalde birbiriyle konuşmayacak kardiyolog ile psikiyatristin yaptığı analizlerin beraber işlendiğini düşünün. Ayrıca, sadece hasta verisi diye de düşünmeyin; bu verinin bir de SGK’nın elindeki harcama verileri ile beraber işlendiğini tahayyül edin. Bu entegre veri seti sayesinde “Kısa vadede pahalı göründüğü için geri ödeme listesinde olmayan bir tanı aracı uzun vadede ciddi tasarruflara yol açabilir mi?” gibi sorulara cevap vermek daha kolay olmaz mı?
Sağlık sisteminin genelinde olduğu gibi, bulut altyapısının geliştirilmesinde de ana unsur kamu. Mesela, Finlandiya’da kamu kurumları arasındaki en büyük bulut hizmet sağlayıcısı, silahlı kuvvetler gibi kurumlar değil, Helsinki Üniversitesi Tıp Fakültesi’ymiş. Ne bu kadar yatırımı kamu dışındaki kuruluşların yapması ne de sağlık sisteminin genelindeki kültürel değişikliğe kamu dışında birinin liderlik etmesi mümkün. Demek ki, iş yine sağlık politikalarında bitiyor. Peki, ne yapmak lâzım? Birincisi, tüm kamu kurumlarında olduğu gibi, sağlıkta da bulut dönüşümünü teknik bir mesele olarak değil de kültürel bir mesele olarak ele almak gerekli. Önemli olan yeni bilgisayarlar alınması, veri merkezleri kurulması değil. Asıl mesele sağlık çalışanlarının veriye dayanarak karar verme kültürüne adapte olabilmesi. İkincisi, sağlık verisini kamu görevlilikleri dışında da kullanıma açmalıyız. E-nabızdaki veri tam bir hazine. Buna gerekli güvenlik ve mahremiyet önlemleriyle erişim sağlanırsa, dünya çapında birçok girişimin temeli Türkiye’de atılabilir. İngiltere’nin geçenlerde yayınladığı yeni ulusal yapay zekâ stratejisindeki en önemli eylemlerden birinin, meşhur İngiliz Ulusal Sağlık Servisi (NHS)’in elindeki verinin yapay zekâ uygulamalarına açılması olduğunu gözden kaçırmayalım.
Dünyada dijital sağlık sektöründen çıkan ve değeri 1 milyar doları geçen girişimlerin 79’u ABD’den çıkarken, sadece 9’u Avrupa’dan bu listeye girebilmiş. Bunların yarıdan fazlası uzaktan randevu alma, görüntüleme ve buradan çıkan verinin kullanımına dair işler. Kalanlar da uzun dönemli sağlıklı yaşam veya sağlık harcamalarıyla ilgili uygulamalar. Atomu parçalamaktan bahsetmiyoruz. Doğru veriyi doğru kişilerin erişimine açıp, açık inovasyon prensibiyle hareket edersek, sağlık sisteminde üzerinde oturduğumuz madenden büyük işler çıkarabiliriz.