Büyümede devamlılık nasıl sağlanabilir?
Salı günü açıklanan milli gelir verilerine göre ekonomi 1. çeyrekte yüzde 7,3’lük bir büyüme gerçekleştirmiş bulunuyor. Önceden yayınlanan sanayi üretimi ve kapasite kullanımı gibi öncü veriler de bu orana yakın bir büyümeye işaret ettiği için gelen rakam sürpriz olmadı. Ekonominin bir önceki senenin aynı dönemine değil de, bir önceki çeyreğe göre ne kadar büyüdüğünü gösteren mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış endeks ise bu dönem yüzde 1,2 artış gösterdi. Bir önceki çeyrekte bu artış oranı yüzde 1,5 idi. Az da olsa büyüme artış hızında nisbi bir azalmadan söz edilebilir.
Büyümenin sektörler bazında kompozisyonuna baktığımızda, ekonominin yaklaşık yarısını oluşturan sanayinin yüzde 7,4, hizmetlerin ise yüzde 14,9 büyüdüğünü görüyoruz. Bu çeyrekte inşaat sektörü ise 7,2 daralma göstermiş. Harcamalar tarafına baktığımızda ise geçen çeyrekte olduğu gibi bu çeyrekte de hanehalkı tüketim harcamalarında yüzde 19,5 gibi çok yüksek oranlı bir artış görülmekte. Tabii ki, önceki 3 dönemde de olduğu gibi bu dönemde de dış ticaretin büyüme üzerinde oldukça pozitif bir etkisi söz konusu. İthalat reel bazda yüzde 2,3 büyürken ihracattaki büyüme yüzde 16,8 olmuş.
Normal şartlarda oldukça iyi bir büyüme oranı sayılabilecek yüzde 7,3’lük büyümenin yüksek ve artan bir enflasyon ortamında gerçekleşmesi nedeniyle hanehalkları tarafından yeterince hissedildiğini söylemek zor. Peki, hanehalkı harcamaları reel olarak bu kadar artış gösterirken büyümenin hanehalkı tarafından “hissedilmemesinin” nedeni ne olabilir? Aslında hanehalkları enflasyonda ay be ay görülen hızlanmayı farkederek yapmayı planladıkları pek çok harcamayı rasyonel bir şekilde öne çekmiş durumdalar. Bu durum da doğal olarak hem sanayi, hem de hizmetlerde büyümeyi beraberinde getirmiş. Ancak harcamalarda görülen bu suni ivmelenmenin ilelebet devam etmesi zor. Bu durumu tüketici güven endeksindeki gelişmelerden de görebiliriz. Bu endeks Ocak ayındaki ücret artışlarıyla bir miktar yükseldikten sonra önce sabit (ama gene de tarihsel olarak düşük bir seviyede) kaldıktan sonra özellikle Nisan ve Mayıs aylarında belirgin bir gerileme trendi içerisinde.
Yüksek enflasyon bir yandan tüketimi hızlandırırken, diğer yandan da reel gelirleri erozyona uğratmakta. Enflasyon aslında aynı zamanda cebimizde taşıdığımız para üzerinden alınan bir çeşit vergi. Bu vergi normal bir gelir vergisi gibi progresif bir vergi de değil çünkü gelir düzeyinden bağımsız olarak herkes cebinde bir miktar para taşımak durumunda. Hatta, kredi kartı gibi ödeme arçlarına sahip olmayan ve çoğu zaman çarşı pazarda nakit ödeme yapan daha düşük gelir grupları toplam gelirlerine oranla daha da fazla nakit para taşımak durumundalar. Bu da onların cebindeki paranın daha fazla aşınması demek. Bir de, “tasarruf sahiplerine enflasyonun altında getiri sağlayıp, şirketlere enflasyonun altında kredi imkanı sağlamak” şeklinde özetlenebilecek halihazırdaki ekonomi politikasının da harcanabilir gelirler üzerinde menfi bir etkisinden söz edilebilir. Öte yandan, bu politikanın kendi içinde bir mantığı olduğu da söylenebilir. Zaten politika yapıcılar da “zorlu bir ekonomik dönemde düşük faizli kredi imkanı sağlayarak şirketlerin ayakta kalmasının sağlandığına” dair görüşler ortaya koymakta. (Gerek halka açık şirket bilançolarından, gerekse de kurumlar vergisi tahsilatlarından -ki Mayısta rekor bir tahsilat elde edilmiş gibi duruyor- bunu gözlemlemek mümkün). Ancak bu durum aynı zamanda tasarruf sahipleri (hanehalkları) ile kredi kullananlar (şirketler) arasında bir gelir transferi anlamına da geliyor.
Böyle bir politikanın uzun vadedeki başarısı ise ihracatın da pozitif katkısıyla şirketlerin hem kapasitelerini, hem de istihdamlarını belirgin bir oranda artırmalarıyla mümkün olabilir. 1. çeyrek verileri itibarıyle bu yönde henüz güçlü bir gelişme olduğunu söylemek zor. Bu çeyrekte mevsim etkisinden arındırılmış istihdamda 188 bin artış olmasına karşın işsizlik oranında da yüzde 0,1’lik artış görüldü. Şirketlerin yatırım harcamalarını gösteren gayrisafi sabit sermaye oluşumundaki artış ise sadece yüzde 1,1. Eğer içeride ve dışarıda olumlu bir konjonktüre girilirse önümüzdeki dönemde bu göstergelerde daha pozitif gelişmeler mümkün olabilir.