Büyüme modelinin adı ihracat, kaynağı ithalat...
Ekonomiyi dışa açan 24 Ocak 1980 Kararları’yla, Türkiye ekonomisinin yeni bir büyüme modeline geçişi de ilan edildi: İhracata dayalı büyüme modeli… Peki aradan geçen 60 yılda bu hedefe varılabildi mi? İhracata dayalı büyüme modeli, esas olarak GSYH büyümesinin iç talepten çok ihracat artışı yoluyla dış talep kanalıyla sağlanmasını ifade eder. 1980- 1995 dönemine ilişkin büyüme kompozisyonu, ihracatta ağırlığın sanayi ürünlerine döndüğünü ve modelin bu yıllar arasında görece başarılı sonuçlar ortaya koyduğunu gösteriyor. Ancak 2000 yılı sonrasında tablonun değiştiği, büyümenin temel dinamiğini dış talebin değil, giderek daha da güçlenen iç talebin oluşturduğu görülüyor. Nitekim, 2001-2020 arasında 2001 ve 2009 gibi kriz yıllarıyla birlikte birkaç istisna dışındaki yılların hemen tamamında net dış talep, yüksek seyreden ithalattan dolayı büyümeye pozitif katkı vermek bir yana büyümeyi aşağı çekti. Özellikle TL’nin değerli tutulduğu yıllarda iç talebin önemli bir bölümü, yurtiçinde üretilen ürünler yerine ithalatla karşılandı. 2001 sonrasında yüksek büyüme uğruna, bir yandan iç talep körüklenirken bir yandan da alarm seviyelerine ulaşan cari açık sorunu dış kırılganlıkları daha da artırdı. Bu dönemde ihracat sınırlı düzeyde olmakla birlikte GSYH büyümesine pozitif katkı vermiş olsa da ithalat artışının ihracatın üzerinde seyretmesinden dolayı net ihracatın katkısı genel olarak negatif bölgede kaldı. Grafikten de izleneceği gibi, 2001 ve 2009 kriz yıllarında iç talepte yaşanan sert düşüş paralelinde ithalatın da aynı keskinlikte düşüş göstermesiyle net ihracatın katkısı pozitife döndü. Büyümenin yakın dönem tarihi, Türkiye’nin “ihracata dayalı” olarak büyüyemediğini, aksine sanayinin düşük rekabet gücü ve yüksek katma değerli üretimden uzak ithalata bağımlı yapısının, net dış talep üzerinden büyümeyi aşağı çektiğini açık şekilde ortaya koyuyor.