Büyük Taarruz’un 100. yılında Türk sanayisi yeni bir atılım bekliyor

H. Bader ARSLAN
H. Bader ARSLAN

Mustafa Kemal Atatürk’ü, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük devlet adamlarından biri yapan özelliği, onun sadece muzaffer bir komutan olması değil; aynı zamanda yeni bir devlet kurup, kısa zamanda onu yükseltmesidir. “Askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça sonuçsuz kalır” bence, Mustafa Kemal’in bu vizyonunu en iyi ifade eden sözüdür.

100. yılını kutladığımız Büyük Taarruz, bu anlamda Kurtuluş Savaşı’nda askeri zafere giden sürecin son aşaması olabilir biri; ama hemen sonrasında başlayacak ekonomik mücadelenin de ilk adımlarından biridir. Zira, bir yıl sonra ilan edilecek Cumhuriyet, sanayileşmeye henüz başlamamış ve bu alanda gelişmiş ülkelerin oldukça gerisinde kalmış, ihracatı vergilendirirken ithalatı serbest bırakmış bir ekonomi politikası geçmişinin üzerine kurulacaktı.

Bilmeyenler için şaşırtıcı olabilir ancak 17. ve 18. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu dış ticaret politikası ülke içinde mal bolluğunu arttırarak ithalatı teşvik edici, ihracatı kısıtlayıcı bir uygulamaya dayanıyordu. Uygulanan bu politikaları desteklemek amacıyla ihracat yüksek oranlarda vergilendirilirken, bazı mallara da ihracat yasağı konmaktaydı. 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu anlayış yerini ihracatı teşvik eden, ithalatı vergilendiren uygulamalara bıraktı. Sanayileşmenin bizde geç başlamasının nedenlerinden biri de budur.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, ülkenin üretim gücü kısıtlıydı. Özellikle sanayi sektöründe büyük bir boşluk; sermaye ve teknoloji yetersizliği nedeniyle maden, çimento ve tekstil gibi alanlarda yabancı sermaye yatırımlarında ihtiyaç vardı. 1927 tarihli Teşvik-i Sanayi Kanunu ile yerli sanayinin desteklenmesine yönelik kararlar alındı. Bu çerçevede yurt içinde üretilen ürünlerin ithal olan mallardan %10 daha pahalı olsa bile devlet tarafından satın alınması zorunluluğunun yanı sıra, yatırımlar için arazi ve vergi kolaylığı getirildi.

SANAYİLEŞME İVMESİ YAVAŞLADI

Büyük Buhran döneminde Türkiye de, diğer ülkeler gibi, kendini yüksek gümrük vergileri ile korumaya aldı. Bu ortamda sanayileşmede öncü rolü devlet üstlendi. 1933’te Sümerbank kuruldu. Devletin sanayiciliğe başlamasında amaç, ithal edilen malların yurtiçinde üretilmesini sağlayacak fabrikaların kurulmasıydı. Kısa sürede büyük yatırımlar yapıldı. Atatürk’ün vefatı ve ardından başlayan 2. Dünya Savaşı sanayileşme ivmesini yavaşlattı.

1946’dan itibaren ithalatın önündeki fiyat ve miktar sınırlamalarının kaldırılmasıyla ithalatta sert bir artış yaşandı. Döviz rezervlerinin erimesi ile, 1953’ten sonra dış ticarette serbestleşme konusunda yapılan çalışmalar donduruldu ve ithalat yeniden kontrollü şekilde yapılmaya başladı. 1954 yılında başlayan ekonomik kriz nedeniyle döviz sıkıntısı artınca ithalat sonraki yıllarda hızla geriledi. İthalatta yaşanan daralma, sanayi sektörlerinin de büyük ölçüde daralmasına, bu da ekonominin darboğaza girmesine neden oldu. Ancak diğer yandan yerli girişimciler mevcut sanayi ürünlerini talebini karşılamak için yurt içinde üretime geçme yollarını aramaya başladı. İlk adımlar beyaz eşya dalında atıldı. Bu yıllarda nüfusun yüzde 75’i tarım ile uğraşırken, milli gelirin üçte birden çoğu da tarımdan geliyordu.

İnişli çıkışlı ve çoğu zaman sancılı bir dönem olsa da, Cumhuriyet Dönemi’nin ikinci sanayileşme hamlesi 60’lı yıllardan sonra başladı. Bu hamleyi teşvik etmek için TL güçlü tutularak, ithal makine, hammadde ve ara malların ülkeye daha ucuza girmesinin önü açıldı. Dış ticaret dengesindeki bozulmaya rağmen, Türkiye’de sanayi üretiminde gelişimi ve sanayi malı ihracatı 70’li yıllarda atağa başladı. Sanayi üretimi 1961 başı ile 1977 sonu arasındaki 17 yılda toplam yüzde 325 oranında büyüdü. Sanayide istihdam edilenlerin sayısı yaklaşık üç katına, sanayinin kullandığı elektrik enerjisi miktarı ise sekiz katına çıktı. Bu yıllar tekstil sektörünün filizlendiği dönemdi.

1980’den itibaren Türkiye ekonomisinde dışa açılmaya yönelik adımlar atıldı. 24 Ocak 1980 ekonomik kararları ile ithal ikamesi politikası terk edilip, ihracata yönelik bir sanayileşme politikası izlenmeye başladı. Bu kapsamda, ithalat serbestleştirildi, ihracat ve yabancı sermaye girişi teşvik edilmeye başladı, Eximbank kuruldu, sübvansiyonlar kademeli olarak azaltıldı, faiz oranları serbestleştirildi, TL %48 devalüe edilerek gerçekçi esnek kur uygulamasına geçildi. 80’li yılların sonunda tekstil, demir-çelik, makine ve kimya sektörleri sanayinin tepesine oturmuştu.

Zamanla beyaz eşya ve elektronik sektörüne yapılan yatırımların ihracata dönüşmesiyle bu iki sektörün performansında da artış başladı. Otomotiv ana sanayi ve yan sanayi yatırımları da eklenince Türkiye, dünya çağındaki önemli ihracatçılardan biri haline geldi.

İHRACAT DESTEKLİ POLİTİKALAR ÖNDE

1980’e kadar devlet sanayinin bizzat içinde ve onu yönlendiren bir rol üstlenmişken, o günden bu yana varlığının ve etkisinin giderek azaldığını görüyoruz. Bugün sanayi politikası, büyük oranda 1960’lı yıllarda uygulamaya giren yatırım teşvikleri ve yine son 30 yılda etkisi artan ihracat destekleri ile yönlendiriliyor.

Türkiye’nin ihracat hikayesinde önemli dönüm noktalarından biri Gümrük Birliği Anlaşması oldu. AB ile 1995’de imzalanan anlaşma 1996’da yürürlüğe girdi. Sürecin Türkiye sanayisi için bir tehdit olduğu gibi görüşler dile getirilmiş olsa da, zaman bunun aksini gösterdi. Türkiye’nin 30 milyar dolar civarındaki ihracatı, 2000’li yıllarda 100 milyar doların üstüne çıktı.

Doğrudan yabancı yatırımların artmaya başladığı 2000’li yıllarda, yabancı sermayeli firmalar, sanayi altyapısını güçlendiren ve ihracatı yukarı taşıyan faktörlerden biri oldu. Bu firmalar aynı zamanda yerli sanayinin, küresel üretim ağları ile entegrasyonunu da güçlendirdi. 2000’li yıllar inşaat sektörünün de çok hızlı büyüdüğü bir dönem oldu. Öyle ki; sanayi alanına kaysa çok daha büyük bir etki yaratacak ulusal tasarruflar, zaman zaman konuta kaydı.

Ar-Ge’ye ayrılan payın artması sevindirici

Son yıllarda Bilim, Teknoloji ve Sanayi Bakanlığı’nın teknolojiye dayalı üretim alanındaki çalışmaları dikkat çekiyor. Elektrikli motor gücüyle çalışacak yerli otomobil üretiminde sürecin başlaması, sanayi tecrübemiz açısından kritik bir başarı kavşağı olarak yerini alıyor. Geçen yıl 225 milyar dolara ulaşan ihracatın yüzde 90’a yakınını sanayi ürünleri oluşturdu. Pek çok üründe bölgesel ve küresel sıralamalarda önde gelen bir sanayi sektörümüz var. Son dönemdeki olumlu gelişmelerden biri de Ar-Ge harcamalarının ekonomideki payının yüzde 1’i aşması. Ancak bunlar bizi “müreffeh ülkeler”den biri yapmak için henüz yeterli değil. Büyük Zafer’in 100. yılındayız. Ama Atatürk’ün işaret ettiği “ekonomik zafer” için hala uzun bir yolumuz ve bu yolun olmazsa olmaz üç koşulu var: istikrarlı büyüme, düşük enflasyon ve yüksek teknoloji odaklı yeni sanayi yatırımları.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar