Büyük oyna, hızlı hareket et, ışıkları açık tut
Bu slogan bana ait değil. Richard Baldwin, Voxeu.org sitesinde 22 Mart 2020 tarihli yazısı içinde kullandı. Saptama önemli, çünkü hala yaşamakta olduğumuz krizin büyüklüğünün yeterince algılanmadığı üzerine söylenmekte. Çünkü bazı ülkeler krizi hala tam anlayamadı, buna karşın iktisat okuması olanlar ile bazı uluslararası kurumlar durumun farkında.
Nitekim IMF, geçen haftalarda yayınladığı üç önemli raporda krize ilişkin önemli saptamalar yaptı. IMF raporlarında adeta çığlıklar atmakta, krizin işsizliği, iflasları artıracağını, hane halkı gelir kaybının yüksek olacağını, vergi gelirlerinin düşerken, bütçe açıklarının ve borç yükünün artacağını ve nihayetinde de krizin küresel ekonomiye mali yükünün 3,3 trilyon dolar olacağının altını çizerek kamuoyuna duyurdu (söylemediği bu krizden kendisinin de sorumlu olduğu).
Helikopter para tek başına çözüm değil
Verdiğimiz tablodan da görüleceği üzere kurumun beklentilerinin gerçekçi olduğunu söylemeliyiz. Dünyada belli başlı ülkeler arasında 2020’de ekonomisi tek büyüyecek ülke Çin. Oranda ancak yüzde 1,2. Bu arada Çin’in yılın ilk çeyreğinde yüzde 6,8 küçüldüğünü de anımsatalım. Çin hatırladığım kadarı ile son otuz yıldır böyle bir büyüme oranı görmedi. Rapora göre işsizlik oranı başta ABD olmak üzere birçok ülkede başlıca sorun olacak. ABD’de işsizlik oranı 2019 yılına göre üçe katlanacak ve yüzde 10,4 düzeyine çıkacak. Dünya ekonomisi arz ve talep yönlü daralma yaşayacağı için enflasyon ve cari açık sorun olmaktan çıkarken, borç yükü artışları firmalardan öte, ülkelerin bile iflasına neden olabilecek. Nitekim Arjantin geçen hafta iflas sınırına geldiğini açıkladı. Bu tahminler yapılırken AB, Japonya, ABD, hatta Türkiye gökten para atarak krizi aşmaya çalışmakta (helikopter para). Ancak artan para arzına, hükümetlerin özel sektörün borçlarının bir kısmını almalarına rağmen kriz derinlik kazanmakta, ekonomiler iyi sinyaller vermemekte.
Raporda uygulanan politikaların çözüm getireceği, yani ekonomilerin en azından 2021 yılında tekrar büyüyeceğine inanılıyor. Halbuki burada sıraladıklarımız geleneksel makro ekonomi analizinde kullandığımız saptamalar, çıplak gözle görülen sorunlar. Asıl sorun ülke yönetimlerine, kurumlarına olan güvenin yıkılması, gelir dağılımın daha da bozulması sonrası toplumsal değerlerin çökmesi. Kurumsal yapılanmadaki bu çöküşü görmek için Trump’ın eyalet valileri ile, Türkiye’de Cumhurbaşkanının belediye başkanları ile kavgalarındaki dayanaklarına bakılabilir. Yani sorunun ana kaynağı yönetim ile ilgili. Aynı saptamaları salgını başta gizleyen Çin için, ya da Rusya ve Brezilya için de yapabiliriz.
AB dışında bu ülkelerin yönetimleri kredi genişlemesi ile, işsiz kitlelere bir ay bile yetmeyecek paralar aktarılarak işin içinden sıyrılırız kafasındalar. Keşke yaşadıklarımızdan bu maliyetlerle kurtulabilsek. Ancak mümkün değil. Trump, Putin, Xi Jinping, Bolsonaro gibi liderlerin iklim değişikliğine, yoksulluğa sırtlarını dönüp, popülist politikalar yoluyla adeta ülkelerine, halka sırtlarını dönmelerinin bedelini ya kendileri ya da ülkeleri ödeyecek. Kendileri öderlerse iktidardan düşerler, ancak ülkelerine ödetmeleri yolunu seçerlerse rejimler ya faşizm tehlikesine ya da politik kargaşanın içine düşecek. Örnek mi? 1929 bunalımı sonrası başta Almanya, İtalya ve Rusya’nın (SSCB) hangi yönlere savrulduklarını anımsayınız.
Başta Trump olmak üzere, ülke liderleri yukarıdaki slogandan hareketle krize hızla, topyekun (parça parça paketlerle değil) müdahale edip, ekonomide üretim bacağının sürmesini sağlasaydılar (ışıkları açık tutsalardı) tahminler böyle olmayacaktı.
Işıkları açık tutmak için
Ekonomide durgunluk kaçınılmaz. Önemli olan üretimin salgın sonrası devamını sağlamak. Bunun için iflasların önüne geçilmeli. Firmalar kapanmamalı. İşten çıkarmalar engellenmeli. Diğer yandan Türkiye gibi kendi hesabına çalışanların çok fazla olduğu ülkelerde (OECD’de ilk sıradayız) gelir desteğini kesintisiz devam ettirilmeli.
Bu iki hedef düşünülerek uygulanan iktisat politikaları teşvik paketi olarak değil, üretimi koruyacak “kalkan paketleri” şeklinde olmalı.
Ekonomi yönetimi güven sağlamalı, şeffaf olmalı.
Devletin ekonomiye doğrudan müdahalesini eleştirmekten vazgeçilip, temel mallar, eğitim ve sağlık gibi hizmetlerde devlet, refah devleti kimliğine yeniden sarılmalı.
Bunun için kurumsal yapının yeniden düzenlenmesi gerekmekte. Bu da popülist yapılanmadan çok, sosyal demokrasi temelli bir siyasal yapılanmayı gerektirmekte.
Bu önerilerimiz Türkiye’de gerçekleşir mi? Sanmıyorum. Çünkü ülkemizde ne yazık ki Sosyal Demokrat bir parti yok. Muhalefet Partilerinin (CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi ve Yeni Kurulan ayrık AKP tabanlılar dahil) (sol kimliğini taşıyanların dışında) hemen hepsi, iktidar blokunun (AKP, MHP) mevcut iktisat politikalarını savunmaktalar. Sanırım çözüm Türkiye için sosyal demokrasiyi savunacak bir siyasal bloktan (partiden) geçmekte.
Okuma önerisi: Barry Eichenberg, Aynalı Salon.